Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        2016 Temmuz’u herkesin aklında. Tekrar anımsatıp yara deşmek istemem. Ekonomiye nasıl yansıdığını ve etkilerini ise belki şimdi konuşmanın zamanı.

        Temmuzun bir hafta sonunda yaşanan olayın ardından pazartesi günü borsanın, bankaların, kısacası finans sisteminin işler olması az şey değildi. Paramız değer kaybetti, bonolarımız ve şirketlerimizin hisse senetleri sert şekilde satıldı, ancak en azından bir piyasa oluştu. Hayat devam etti.

        Yatırım yapacak olanlar geri durdular, tasarruf sahipleri daha da biriktirmeye yöneldiler. Hane halkı harcamayı bıraktı. Kredi anlaşmaları, ortaklık görüşmeleri iptal oldu; yabancı yatırımcı duraksadı. Başka bir ifadeyle toplam talep koşulları çöktü. Özel sektörün önünü görememesi sebebiyle devreye kamu girdi.

        Vergi indirimleri, vergi ötelemeleri, KGF desteği, aflar, teşvikler ve destekler kanalıyla ekonomik faaliyet hızlandırıldı. Kaybolan güven yerine kondu ve yılı tahminen 2 milyondan fazla istihdam, % 7’ye yakın büyümeyle tamamladık.

        Bu gelişmelerin yaşandığı yılı % 1.6 bütçe açığıyla tamamladık. 2016’da 30 milyar TL açık veren merkezi bütçe, 2017’yi 47 milyarla tamamladı. 1 darbe 17 milyar TL’ye savuşturuldu.

        Hiç fena değil...

        Başbakan’ın tabiriyle “Başımıza gelen, pişmiş tavuğun başına gelmedi”. Çok doğru. İşte bu bütçe onu savuşturmak için bir ilaç, merhem olarak düşünülmeli. Normal, kolay atlatılabilir şeyler yaşamadık. Azımsamamalıyız.

        Bu durumda bütçe açıklarını artırmak, her başımız sıkıştığında bütçeden yardıma koşmak ya da teknik ismiyle mali disiplini kaybetmek doğru mudur? Aksine. Doğrusu, başımıza geleni savuştururken “Neden bizim başımıza geliyor?” sorusunu yanıtlamak ve buna kalıcı çözümler bulmaktır. Ekonomide, hukukta ve yatırım ortamında kalıcı reformlar yapmak.

        1699 Karlofça ile başlayıp Tanzimat’a giden, oradan modern Türkiye Cumhuriyeti’nin nüvelerini atan sürece bizi kavuşturan bu “zorunda kalmışlık”tır. Şimdi de ihtiyacı görüp gereğini yaparsak soruyu yanıtlamış oluruz.

        ***********

        MERKEZ BANKASI RETORİK BOYUTUNDA

        TCMB tüm faizleri sabit bıraktı. Piyasa tamamen bunu bekliyordu.

        Aralık ayında tüketici fiyatları % 13’ten % 12’ye indi. Bu düşüş baz etkisinin sürüklemesiyle birkaç ay daha sürecek ve % 10’a kadar enflasyon düşecek. 2018 OVP hedefinin % 7 olduğunu not edelim. Merkez Bankası’nın kendi anketinde ise tahmin % 9.5. Banka şimdiden hedefi tutturamayacağını biliyor. Geçtiğimiz yıllarda çekirdek enflasyonda dönüşü gördükçe faiz indiriyordu Merkez Bankası. Böyle bir beklenti oluşmasın diye söylemini bir ton daha yükselterek, duruşunda baz etkisine bağlı bir gevşeme olmayacağı eklenmiş metne. Yerinde bir adım. Türkçesi, önümüzdeki 6 ay büyük bir şok yaşamazsak politika faizinde artış ya da azalış beklememek gerekiyor. Peki faizleri artırmak doğru çözüm mü? Hükümet % 5.5 büyümeyi tutturmaya çalışırken pratikte imkânsız. Bu durumda banka, enflasyon beklentilerini nasıl dizginleyebilir? Sadece faiz yeterli olur mu? Önümüzdeki aylarda, hele ki göreceli olarak sakin geçirmemiz beklenen bu aylarda, para politikasını sadeleştirmek doğru adım olmaz mı? Tek faiz... Zor şartlarda kullanılabilecek bir koridor... Bu neyi sağlar? Uzun vadeli faizleri aşağı çeker, TL’yi güçlendirir. Yine dolaylı olarak enflasyon beklentilerini törpüler ve içeriye portföy akımı getirir. Bankanın da bunu istediğini biliyorum, öyleyse bir yol haritası çıkarma zaman gelmiştir belki.

        Diğer Yazılar