Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Son günlerin tartışılan konularından birisi Osman Gazi Köprüsü’nün geçiş ücretleri oldu. Halbuki bu rakamlar 2009’da ihale öncesi belirlendiğinde, bu denli gündeme getirilip tartışılmamıştı. İstanbul ile İzmir arasındaki ulaşım süresini 9 saatten 3.5 saate indirecek Gebze- Orhangazi-İzmir Otoyolu Projesi’nin en önemli etabını oluşturan Osman Gazi Köprüsü’nün geçiş ücreti, ihale öncesi feribot fiyatları baz alınarak hesaplanmıştı. Ve bir finansman modeli olarak yap-işlet-devret modeliyle ihaleye çıkılan projenin, hizmete açılmasına az bir süre kala geçiş ücretleriyle tartışılması ilginç.

        Özellikle köprünün finansmanı için kredi arayışına çıkıldığında bankaların masasına konulan 2 önemli argüman vardı: Garanti edilen araç geçiş adedi ve garanti edilen geçiş ücreti. Finansman çalışmasını bu iki önemli detayla yapan 12 banka, kamu tarafının sorumluluk alarak yapacağı indirimi, bir nevi devletin sübvansiyonuyla karşılayacağından, masanın bir tarafında olmaları gerekecek.

        İndirim konusunda Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Binali Yıldırım’ın “Yapacağız bir güzellik” mealinde önemli bir açıklaması oldu. Fakat bankalar, geçiş ücretiyle araç sayısına göre kasalarına girecek paranın akışına bakacaklardır. Dolayısıyla kamu otoritesinin, bu akışı etkilemeyecek formülü bulmasından sonra, 35 dolarlık geçiş ücreti aşağı çekilerek güzellik yapılabilir.

        Tartışma niçin çıktı? Petrol fiyatlarının aşağı doğru inmesi, feribotla geçiş ücretlerine de yansıdı. Böylece rekabet etmesi beklenen iki ulaşım modu arasına rakamlar girdi. Halbuki köprü geçiş ücretleri, feribotlar kıyaslanarak dolar olarak belirlendiği 2009’da döviz kuru 1.45 seviyesindeydi. Bugün 2.85’e çıktı. Aradaki makas da ciddi oranda açıldı. Feribot işletmecisi için tablo olumluyken, köprüyü hizmete sokacaklar için sürpriz oldu.

        Hasılı, önümüzdeki haziran ayı içinde köprü hizmete açılacak. Kamuoyunda iş bittikten sonra eleştirmeyi sevenlerin de bu âdetlerini terk edip böylesine büyük montanlı projeler açıklandığında, detaylarına odaklanmaları gerekiyor. Her şey bittikten sonra “Pahalı” demenin mantığı yok.

        DÜŞEN TURİZMİN GELİRLERİNİ TARTIŞAN VAR MI?

        Tecrübeli turizmciler, şimdiye kadar hiç düşünülmeyen turizm sektörünün geleceği için şu an yaşanan ortamın bir fırsat olarak görülmesi gerektiği görüşünde. Mesela turizmde deniz-kumgüneş üçlüsünün ağır bastığı sayfiye noktalarında neden uluslararası zincire sahip otellerin bulunmadığı, yabancı yatırımcıların buralara niçin çekilmediği sorgulanabilir. Yılda 25 milyon dolarlık tanıtım bütçesiyle Mısır’ın kaydettiği başarıyla, 125 milyon dolarlık Türkiye’nin tanıtım bütçesiyle ortaya koyduğu performans işte böylesine bir atmosferde her yönüyle ele alınabilir.

        Turizmde ölü sezon olarak tabir edilen yılın ilk aylarına yönelik gelen rakamlardaki düşüş oranlarının, yaz sezonuna doğru ilerleyince daha da artacağını biliyoruz. Çünkü rezervasyonlardaki düşüş oranlarının % 40 seviyelerinde olduğu defalarca açıklandı. Mesela Türkiye’ye gelen turist sayısı mart ayında yıllık bazda yüzde 12.8 azalmış. Yılın ilk çeyreğindeki azalan turist sayısı ise geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 10.3 olmuş. Ama bu oranlara “tolere edilebilir” diye bakılmamalı. Ayrıca İran ve İsrail’den gelecek turistler yabana atılmamalı, ama bu tabloyu değiştirecek konumda olmayacağının bilinmesi gerekir.

        Önceki yıllarda turizmde “her şey dahil” uygulamalarının zararlarından bahsedilerek “çok para harcayan, tesislerin dışına çıkan” kaliteli turistlerin ülkemizi tercih etmesine engel olduğunun altı çizilirdi. Şimdilerde ise turizme terör, küresel ekonomik kriz, ülkeler arası politik tartışmalar, bölgemizdeki sıcak olaylar, mülteci meselesi gibi sorunların “her şey dahil” şeklinde etki ettiği konuşuluyor.

        Diğer Yazılar