Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Türkiye-Rusya arasında yeni dönemin kapısını aralayacak anlaşmaların bazıları için önümüzdeki günlerde yol haritası çıkarılacak. Bunlardan biri de savunma sanayiinde yapılacak ilişkiler. Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Rusya Devlet Başkanı Putin görüşmesinde gündeme gelen, “Savunma sanayii alanında işbirliğimizi artırma kararı aldık” açıklaması genel bir yaklaşımı içeriyor. Bu alanda nasıl bir işbirliği yapılacağının çerçevesinin çizilmediğini önemli bir kaynaktan teyit ettim. Dolayısıyla nasıl bir gelişme olacağını zaman gösterecek.

        Fakat unutmamak gerekir ki bu işbirliği ancak NATO müktesebatına dahil olmayan alanlarda olabilecektir. Bu da genel hatlarıyla Türkiye’ye özgü konvansiyonel savunma ürünlerinin (tank, hava araçları, gemi vs.) geliştirilmesine işaret etmektedir.

        Rusya-Türkiye savunma sanayii işbirliği denince genelde ilk akla, Türkiye’nin hava savunması için uzun süredir arayış içinde olduğu, Çin’le yürütülen ve sonradan iptal edilen füze sistemi geliyor. Bu sebeple peşinen Türkiye’nin Rusya’nın S-300 ve S-400 füzelerini tercih edebileceğinin altı çiziliyor. Bu konu önemli. Zira Batılı müttefiklerin, Türkiye’nin füze ihalesine niçin ilgi göstermediklerinin, knowhow transferiyle füze teknolojisini kazanmak isteyen Türkiye’nin bu gayretine niçin soğuk kaldıklarının da sorgulanması icap etmez mi?

        Şimdiye kadar savunma sanayii kontratlarında yer alan off-set karşılığı öngörülen teknoloji transferlerinin bir türlü gerçekleştirilememiş olmasına karşı bu yeni açılım bir fırsat sunabilir.

        Türkiye, savunma sanayiinde mekanik ve yapısal bileşenler, itki sistemlerinin tasarım ve imalatı gibi alanlarda işbirliği yapabilir. Milli savaş uçağının motorunun geliştirilmesinde de Rusya ile ilerleme kaydedilebilir. ATAK helikopterinin ihracatı gündeme geldiğinde, motorunun tedarikinde Amerika ile yaşanan meseleler dikkate alınırsa, dışarıya bağımlılığı azaltacak, mülki ve sınai haklar sorunu olmayan kritik ürünlerin geliştirilmesi için bir fırsat yakalanabilir.

        Ayrıca Türkiye’nin de özellikle yazılım ve elektronik alanlarındaki üstünlüğünün bilinmesi gerekiyor. Mesela insansız hava araçlarında da (İHA) Türkiye’nin Rusya’dan üstün olduğu gerçeği söz konusu. Dolayısıyla savunma sanayiindeki işbirliği iki taraf için de kazançlı olacaktır.

        Rusya ile kurulacak savunma sanayii işbirliğinde millileşme ve özgün ürünler geliştirdikçe kimsenin itirazı olamayacaktır. Esasında kendi kaynaklarımızla satın aldığımız savunma ürünleri, NATO sistemlerine entegre edilmediği sürece sorun olmayacak, hiçbir müttefik tarafından da gündeme getirilemeyecektir.

        YERLİ KÖMÜRÜ TEŞVİK EDELİM, AMA RES’LERİ NE YAPALIM?

        Enerji Bakanlığı, elektrik üretim yatırımlarında yerli ve yenilenebilir kaynakları teşvik etmek ve ithalatı kısmak amacıyla çeşitli hamleleri devreye sokmak için adımlar atıyor. İthal kömür, maliyet artırıcı tedbirlerle frenlenmeye çalışılırken, yerli kömüre dayalı elektrik üretim santral yatırımlarında alım garantileri dahil olmak üzere çeşitli yöntemlerle teşvik edilecek modeller geliştiriliyor. Yerli enerji kaynağımız kömür için çok geç kalındı. Daha fazla zaman kaybedilmemesi gerekiyor.

        Fakat yenilenebilir enerji tarafı için aynı şeyi söylemek mümkün değil. Rüzgâr Enerji Santralları’nda (RES) ülke olarak ciddi hatalar yapıyoruz. Kamu yararı denerek, sorgusuz sualsiz kamulaştırma yapılıyor. Çevre Etki Değerlendirme (ÇED) raporları zaten söz konusu değil. Alım garantileriyle çevreyi, doğal güzelliklerimizi katlediyoruz. Birinci, ikinci derece sit alanlarına, Hazine arazilerine, vatandaşın bağına, bahçesine, çiftliğine hatta evinin dibine RES dikiyoruz.

        Başta Almanya olmak üzere çeşitli ülkeler ürettikleri RES’leri, lobi yapıp Türkiye’ye satarken, biz hazır ürünü satın almanın dışında gerçekçi bir düzenleme bile yapmış değiliz. Ama pazar olabilmek için her türlü adım atılmış durumda. Üstelik Almanya’da askeri alanların güvenliği sebebiyle RES’ler 10 km mesafe şartı varken, Türkiye’de böyle bir husus da yok. Neden? Bazı üniversitelerin RES’ler için verdikleri raporlara bakınca şu soru akıllara geliyor:

        Acaba Paralel Devlet Yapılanması (PDY) RES’lere kadar uzanmış olabilir mi?

        Diğer Yazılar