Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Teknolojide geliştirmekte geç kaldığımız kadar, başkalarının teknolojik cihazlarına isim bulmakta da aynı tembelliğimiz, hatta beceriksizliğimiz söz konusu. Türk Dil Kurumu (TDK), “arıgözü, uçangöz, uçan kamera, uçarçeker, uçurgör” kelimelerinden hangisinin “drone” kelimesinin Türkçe karşılığı olabileceğini belirlemek için internet ortamında oylama başlatmış. Buradan TDK yetkililerini uyarmak istiyorum. Lütfen üzerinde fazla beyin terletmediğiniz bu oylamayı durdurun. Önce “drone” ismi verilen bu cihazlar, nedir, ne işe yarar, hangi alanlarda kullanılır bunu araştırın, rica ediyorum. Lütfen isim vermek istediğiniz cihazı bir anlayın, öğrenin, tanımlayın, sonra Türkçe bir isim bulmak için yola çıkın.

        Bu isim arayışının ne kadar Türkçe sevdasıyla ilgili olduğunu, samimiyeti kestiremiyorum. Ancak bildiğim kadarıyla İstanbul, Ankara, İzmir ve Bursa gibi büyük şehirlerde tabelaların çoğunluğu artık yabancı kelimelerden oluşuyor. Bilgisayar klavyelerinin Türkçe olarak tasarlanması için yıllarca kimse kılını kıpırdatmadı. 4-5 milyonluk ülkelerin bile kendi dillerine göre klavyeleri varken, 80 milyonluk Türkiye’de benim gibi yazarların bu konuyu sıkça gündeme getirmesine rağmen Türkçe klavye konusunda başarı elde edemedik. Çünkü ilgili kurumlar destek olmadı, görevlerini yapmadı.

        Şu an çocuklarımız Türkçe klavyeye yabancı. Benim bilgisayarımı kullanmakta zorlanıyorlar. Artık ithal ürünlerin paketlerinden Türkçe’ye yer veren kılavuzlar çıkmıyor. Mesela kısa süre önce aldığım bir ithal cihazın içinden çıkan tanıtım kitapçığında Polonya, Yunanistan, Çek Cumhuriyeti gibi ülkeler, -ağırlıkla Balkan ülkeleri- düşünülerek dillerine yer verilmiş, ama onların toplamından daha fazla nüfusa sahip olan Türkiye dikkate alınarak Türkçe’ye yer verilmemiş. Bu gibi hususların sorumluları, işin ticari boyutunda da, dilin korunması noktasında da elbette çeşitli konumdaki kamu kurumları ve yetkilileridir.

        Türkiye’nin ithal ettiği ürünlerin adedi ve bunlar için ödenen meblağ yüksek olmasına rağmen, Türkçe’ye yer verilmiyorsa, bunun anlamı gayet açıktır. Ortaklıkta, “Türkçe’ye sahip çıkıyoruz” diye caka satanlar, aslında bizleri kandırıyor ve görevlerini de hakkıyla yapmıyorlar. Ya da bulundukları makamın hakkını verecek kadar donanımları yok.

        Şimdi TDK’nın, “drone” için Türkçe isim arayışına baktığımızda da, tuhaf bir durum ortaya çıkıyor. Bizimkiler daha cihazı anlayıp tanımlayamadan isim koymaya çalışıyorlar. Daha net ifadeyle, doğan çocuğun cinsiyetini bilmeden, öğrenme zahmetine de girmeden, etrafa yaranmak için çocuğa isim arayışına koyulmuşlar. Ne hikmetse, bu cihazın üzerindeki kamera bizimkilerin daha fazla dikkatini çekmiş olsa gerek ki belirledikleri isimleri buna göre seçmişler.

        Öncelikle bu bir küçük insansız hava aracı olarak ortaya çıktı. Sonra çeşitli büyüklüklerde ve farklı evsafta geliştirilip üretildi. Şu an çok geniş bir kullanım alanı söz konusu. Hatta giderek aklımıza gelmeyecek yerlerde bile kullanılmak için çalışmalar yapılıyor. Yani sadece üzerine kamera koyularak fotoğraf, film çekmesi veya canlı görüntü aktarmasıyla sınırlı bir iş yapmıyor. Mesela son bir yılda “drone”lar en çok kargo taşımacılığıyla gündeme geldi. Uçuş eğitimlerinde, meteorolojik araştırmalarda, rüzgâr testlerinde, reklam ve tanıtımlarda, ilaçlama, sağlık, gözetleme, haberleşme gibi çeşitli alanlarda kullanılıyor.

        Bu küçük insansız hava aracına önceleri çeşitli isimler takıldı, ama en fazla tutan “drone” oldu. Kelimenin anlamı “erkek arı” veya “vızıldamak” olarak karşımıza çıkıyor. TDK’nın da “drone”un üzerine yüklenen cihazlarla yaptığı işlere değil de bizatihi “drone”a odaklanıp isim araması gerekir.

        4.5G’DE KOBİ’LER YERLİ FATURA KESMESİN!

        Teknolojideki yerlileşmede, yapılan ihalelerde işin, önü arkası düşünülmeden koyulan yerlilik kriterlerini ciddi şekilde ele alıp makul bir noktaya getirmemiz gerekiyor. Geçen haftaki, “4.5G’de yerlilik kriteri imkânsız gibi...” başlıklı yazımı, Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu (BTK) Başkanı Ömer Fatih Sayan ve Türk Telekom CEO’su Paul Doany ile yaptığım uzun bir sohbet sonrası yazdım. Bir tarafta düzenleyici kurumun başkanı, diğer tarafta Türkiye’nin en önemli telekomünikasyon şirketinin CEO’su olunca tüm sorularıma cevap buldum.

        Ancak yazımda, bazı konuların adresinin veya kaynağının BTK Başkanı Sayan’mış gibi anlaşıldığını daha sonra fark ettim. Mesela BTK’nın şirketlerden Ar-Ge için para topladığı, Ulaştırma Bakanlığı’nın da bu paraları kullanma yetkisine sahip olduğu, ama yerlileşme için yeterince kullanmadığı hususu benim uzun süredir gündeme getirdiğim bir konu. Sayın Sayan göreve gelmeden önce de bu konuyu birçok kez yazdım.

        Mevcut şartlarda 4.5G’de yerlilik kriterinin karşılanmayacağı da tamamıyla benim yorumum, çıkarımım. İnşallah Ulaştırma Bakanlığı bu gerçeği görür, yerlilik oranlarının daha fazla yukarı çekilmesi için elindeki imkânları seferber eder. Ericsson, Huawei, ZTE, Nokia, Alcatel ve Samsung gibi şirketlerin belli bir disiplin içinde Türkiye’de yatırım yapmalarını sağlayarak yerlilik kriterlerinin karşılanmasına katkı sunar. Çünkü bu alanda yerlilik temelli mesafe alınmadıysa, bunun birinci derecede sorumlusu Ulaştırma Bakanlığı’dır.

        Netice itibarıyla, toplanan Ar-Ge paralarını bakanlık hangi yerlileşme projeleri için kullanıyor? Veya hazır alımları desteklediği kadar hangi milli, yerli projelere de destek veriyor? Bu ve bunun gibi soruları sorup bir kamuoyu baskısı oluşmasını arzuluyorum. Yorumlar da, sorular da, takipleri de bana aittir.

        Telekomünikasyon ve savunma sanayiinde yerlileşme kriterlerinin, KOBİ’ler üzerinden ithal ürünlerin yerli fatura kesilerek sağlandığı yöntemlerin artık geride kalması gerekir.

        Diğer Yazılar