Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Dün, iş dünyası kadar Türkiye açısından da önemli bir törene şahit olduk: “Proje Bazlı Teşvik Sistemi.” Keşke bu tarz yaklaşımları 10 yıl önce sergileyebilseydik. Otomotiv sektöründe bile yıllarca her şey teşvik edildi, desteklendi. Otomotiv sektöründe 20 milyarlık ihracat yapıldıysa, 19.5 milyar dolarlık ithalat tarafına hiç dikkat edilmedi. Türkiye’de otomotiv sektörünün en dar halkasının ne olduğu, motor üretimi mi, yoksa yassı saca yatırım mı gerekli olduğu konusu gündem maddesi bile yapılmadı. Yetmedi, Türkiye’de hiç üretimi olmayan Alman markalarını kamu kurumları, gizli teşvik ve desteklerle pazarın bir numarası haline getirdiler. Bu tablo karşısında Türkiye İhracatçılar Meclisi (TİM), Ekonomi Bakanlığı ve diğer ilgili kurumların da sesleri dahi çıkmadı.

        Bu sebeple dün Beştepe Millet Kongre ve Kültür Merkezi’nde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Başbakan Binali Yıldırım’ın katılımıyla gerçekleşen “Proje Bazlı Teşvik Sistemi” ülkemiz için hayırlı ve önemli bir gelişmedir. 2017’de hazırlıkları tamamlanan yatırımlara teşvik belgesi verilmesiyle, Türkiye’nin hangi alanlarda farklılık oluşturacağı üzerinde çalışılmış olması değerlidir. İstihdama, katma değere, ithalatın azalıp ihracatın artması gibi konulara mutlak surette katkısı olacaktır. Bunu kısa zamanda hissetmeye başlayacağız. Ancak teşvik verilen alanların, ithalat tarafının da iyi organize edilmesi şart. Ayrıca bu ürünlerin ihracatında Türkiye’nin kronik sorunu olan kredi mevzuunun da çözülmesi icap ediyor.

        Bu teşvik paketiyle mesela yenilenebilir enerji ve tıbbi cihaz üretimine destek olunması güzel, ancak mesela raylı sistem araçlarında teşvikten ziyade kamu kurumlarının yabancı hayranlığının önüne geçilmesi lazım geliyor. Hatta raylı sistemlerde bizatihi kamu marifetiyle, Bursa’da, Ankara’da, yerli şirketlerin engellenmesi gibi garip bir durumun olduğunun da bilinmesi lazım. Dolayısıyla teşvik edilecek şirketlerle beraber ilgili sektörlerdeki başarılı firmalara da dikkat edilmesi, mağduriyet oluşturulmaması icap ediyor.

        ***********

        SAVUNMA, ÖZEL ŞİRKETLERE NEDEN KAPALI?

        Savunma sanayiinde sadece kamu veya yarı kamu şirketleri dikkate alınarak düzenlemeler yapılması özel sektörün gelişimini engelliyor. Bu ihmallerin devam etmemesi için formüller bulunmalıdır. Savunma Sanayii Müsteşarlığı ve Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) alımlarıyla büyüyen ve yaklaşık 370 çeşit ürüne imza atan ASELSAN gibi TSK Güçlendirme Vakfı (TSKGV) şirketleri kadar özel sektöre de yeni dönemde hak ettiği destek verilmelidir. Bu açıdan bakıldığında, en azından uygun bir modele ihtiyaç duyulduğu aşikârdır.

        Örnek: Tamamen milli imkânlarla üretilen ve 14 gün havada kalabilen ilk Türk hava gemisi Kuzgun dünyayı gökyüzünden seyrettiriyor, keşif ve gözetleme yapıyor, ama kamu halen benzeri ürünleri 5 katı fiyatlarla almak için yurtdışı ihalesine çıkabiliyor. Veya özel sektörün bunun gibi benzer projelerini 3-5 kat yüksek maliyetlerle TSK Güçlendirme Vakfı şirketlerine yaptırmanın yollarını arayabiliyor. Bu tarz özel sektörü devre dışı bırakma atraksiyonlarının terk edilmesi gerekmez mi?

        Savunmada yarı kamu konumdaki şirketlere, uzun sürelerde ve yüksek maliyetlerle ürettirilen ürünleri, neredeyse dörtte bir bedellerle, çok daha kısa zamanda yapabilecek özel sektör şirketleri var. Ama bizatihi kamu marifetiyle bu tarz özel şirketlerin piyasadan silinmesi için girişimler söz konusu. Savunma sanayiinde kamu, yarı kamu ve özel sektör ayrımı yapılmadan, fırsat eşitliği sağlanacak bir mekanizma kurulmadan bu yaklaşımın düzelmesi de söz konusu değil.

        ***********

        YURTDIŞI HARCI NE OLACAK?

        Bir araştırmaya göre en ucuz yurtdışı çıkış harçlarından biri Türkiye’deymiş! Konuya bu tarafından bakınca, “aman ne iyi” denebilir. Ama kazın ayağı öyle değil. Yurtdışı harcını hiç talep etmeyen ülkeler daha fazla. Bu birinci husus.

        İkinci mevzu ise bizdeki gibi tuhaf şekilde yurtdışı harcı veya haracı toplayan ülkenin olmamasıdır. Türkiye’de 15 TL’lik harcın ya tamamen ortadan kaldırılması gerekiyor, ya da toplanma şeklinin medenileştirilmesi icap ediyor. Fakat yurtdışı harcı mevzuu karmaşık olduğu için bu bedelin uçak bilet fiyatlarına entegre edilip toplanmasında ciddi zorluklar söz konusu olduğundan, ilgili bakanlıklar, harç mevzuuna ilgisiz kalmayı tercih ediyor.

        Harç yurtdışına çıkan her Türk vatandaşından alınıyor, ama bir sürü muafiyetleri de var. Bir zamanlar 100 dolar alınırdı, ama yurtdışına çıkan 100 TC vatandaşından, ancak 35’i bu harcı öderdi. Çünkü havalimanında 30 dolara da bu iş hallediliyordu. Sonraki yıllar bedel aşağı çekildi, ama sorunlar çözülmedi. Yurtdışına çıkanların bu bedeli münferit olarak yatırması ve havalimanında kuyruğa girip pasaport polisine damgalatması gerekiyor.

        Halbuki Türkiye’de yurtdışına havalimanları kanalıyla çıkan her birey zaten vergisini ödüyor. Mesela Atatürk, Sabiha Gökçen, Antalya havalimanlarını kullanan dış hat, transit ve yurtiçi yolcularından alan vergisi alınıyor. Bu bedel 3. havalimanında yurtdışına çıkan her yolcu için 20 Euro yani yaklaşık 100 TL olacak. O zaman ilave iş yüküyle 15 TL’lik yurtdışı harcının kontrolü için havalimanında herkesi pasaport kuyruğuna sokup polise harç pulu göstermenin ne anlamı var? Sadece bu uygulama sebebiyle geçişler ciddi anlamda yavaşlayabiliyor. Teknoloji sayesinde yaygınlaşan biyotmetrik ve benzeri uygulamalı hızlı geçişler de bu yüzden işe yaramıyor. Ama artık birçok meydanda bu tarz uygulamalar var. Türkiye’de de ya harç uygulaması kaldırılmalı ya da mutlaka ödeme ve kontrol şekline çağın şartlarına uygun bir çözüm bulunmalı. Uçak biletlerine entegre edilmesi ise çok zor bir ihtimal...

        Diğer Yazılar