Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Arılar süper çalışıyor. Ama bizim arıcılık sektörü de boş durmuyor. Onlar da her türlü sahte bal üretimi için süper çalışıyorlar. Zira bal müthiş bir ürün. Yiyene şifa veriyor, sahtesine satana da bol para kazandırıyor.

        Sahtecilik sebebiyle ülkemizde arıcılık üzerine araştırma yapmanın bir karşılığı yok. Çünkü sahte bal üretimi kadar verim sağlamıyor. Mesela bal arılarının bir çiçekten diğerine polen transfer etmesini, 1750’li yıllarda Arthur Dobbs keşfetmiş, Latince’de ince toz anlamına gelen “polen” kelimesini de ilk olarak 1760 yılında İsveçli botanikçi Linne kullanmış. Arıların kendilerine protein, yağ asitleri, lipidler, steroller, vitaminler, mineraller, karbonhidratlar vb. gibi besin kaynaklarını sağladığı için polen kullanıyorlar. Bu sebeple polen arıcılıkta önemli, Ama sahte bal aracılığında bir karşılığı yok!

        Türkiye’de ise ilk defa polen üzerine araştırma ise 1978’lerde yapılmış. Fakat bir ürün olarak polenin değerini daha yeni anlıyoruz. Diğer arıcılık ürünleri propolis, arı sütü, arı ekmeği ile tanışmamız ise çok yeni. Elbette arılar gibi çalışıp onların da sahtesini yapmayı başaracağız. Belki başarmışızdır!

        Türkiye, dünyada en fazla arı kovanı bulunan üçüncü ülke, bal üretimindeki yeri ise ikincilik. Arıcılıkta istenen seviyede bilimsel çalışmalar yapmayan, sektörü denetleyemeyen, ‘En fazla sahtekarlık balda yapılıyor’ tespiti bizatihi Tarım Bakanı tarafından yapılan bir ülkedeki bala nasıl ve ne kadar güvenebiliriz?

        Bakanın bu açıklamalarından sonra marketlerde mutlaka “ham bal” etiketli ürünleri arayın. Tabi bulabilirseniz. Hiç işlenmemiş, pastorizasyon ve filtrasyon süreçleri yaşamamış, dolayısıyla doğal bal enzimlerini yitirmemiş ve polenini kaybetmemiş bal, “ham baldır.”

        Arıların işine sahtekarlık karıştırılmadan kavanoza giren balları tüketin. Tabi bal tüketmek istiyorsanız. Tatlı bir şey yemek istiyorsanız boşuna paranızı zayi etmeyin. Marketlerde satılan markalı, caf caflı ballara da hiç güvenmeyin. Hatta tüketmeyin. Zira işin uzmanları ısıl işleme tabi tutulmamış balların yapısında bozulma olduğunu söylüyorlar.

        Tarım ve Orman Bakanı Bekir Pakdemirli, geçen hafta Türkiye’de gıdada en fazla sahtekarlık, taklit ve tağşişin balda yapıldığını bu sebeple 2020'de “Bal Çalıştayı” düzenleyeceklerini açıkladı. Umarım çalıştayda bu düzeni kuranların ağırlığı olmaz.

        Balların ve diğer gıdaların ambalajında, gramajında, üzerindeki etiketlerinde bile okur/yazar vatandaşın rahatlıkla anlayacağı düzen yok. Benzer ürünlerle kıyaslanabilir hiçbir ortak zemin bırakılmıyor. Artık bazı ürünlerde üretim tarihi de yok. Çünkü üretici öyle istiyor, bakanlık onaylıyor. Mesela kavanozdaki bal neden 500-250 gram değil de 460, 380 gram?

        Türkiye’yi ilk defa yerli propolisle tanıştıran bir arıcılık firmasının laboratuvarını ziyaret ettim. Bal üzerine de 3-4 gündür epeyece kaynak okudum. Yazıya tam oturduğum esnada başka bir kaynakta farklı bilgilere vakıf oldum. Tam doğruya ulaşabilmekte cidden güçlük yaşadım. Çünkü bal sektörünün en büyük oyuncuları büyük şirketler maalesef balı en fazla istismar edenler olarak karşıma çıktı.

        Bugün balla ilgili doğru ve düzgün resmi bir tebliğ, yönetmelik, yasal düzenlemeler yoksa birinci sebebi arıcılara nefes aldırmayan, parayla her şeyi domine eden büyük şirketlerdir. Ve tabi ki yetkililerinin ihmali, denetimsizliği, beceriksizliği ve kontrolsüzlüğü sebebiyle bu duruma geldik.

        Her sene gıdada taklit ve tağşiş yapan şirketler açıklanıyor. Ciddi müeyyideler olmadığından sayıda pek azalmıyor, hatta yeni yöntemler ve yeni şirketler ortaya çıkıyor. Süt ürünleri, zeytin yağı, bal ve diğer gıda ürünlerinde bir numaralı sorumlu devletin ilgili kurumları ve büyük şirketler.

        Bakan Pakdemirli gıdada yaşanan vehameti görmüşe benziyor. Tam olarak görmüş ve çözecek diyemiyorum. Çünkü benzer açıklamaları önceki bakanlardan da dinledik. Şu ana kadar durumun değişmediğini de Pakdemirli açıklamalarıyla ortaya koyuyor.

        Ancak bu defa Tarım ve Orman Bakanı Pakdemirli biraz daha iddialı görünüyor. “Tağşişin üzerinde özellikle duracağımızı, tağşiş yapanları piyasada yaşatmayacağımızı, aman vermeyeceğimizi, ticaret imkanı tanımayacağımızı açıkça ifade etmek istiyorum.” Sözleri ona ait.

        Filtrasyonlu bal, bal mıdır?

        Daha önce, “15 günlük süt günlük süt müdür?” başlığı altındaki yazıma ilk cevap süt ve süt ürünleri üreticilerinden gelmişti. Hiçbir bilimsel dayanağı olmadan cevap vermeye çalışmışlardı. Pastorizasyonla sütün mikrobiyal aktiviteleri büyük oranda azalınca, bozulmadan 30 günlük sütü bile günlük süt diye satabilirsiniz.

        Bilmiyordum öğrendim. Meğer balda da benzer bir sistem varmış. Market raflarında şıkır şıkır duran, çeşitli ortamlarda aylarca kristalize olmayan, dup duru görünen ballar da 65-76 derecede aralığında ısıtılarak pastorize ediliyormuş. Böylece ballar antimikrobiyal aktivetelerini %80 oranında kaybediyormuş. Pastorize işlemiyle vitaminler, enzimler, antioksidanlar ve proteinler önemli oranda yok edilerek, kristalize olması, renk değiştirmesinin önüne geçilerek bize sunuluyormuş. Filtrasyon sistemiyle canlı ve duru görünümü sağlanıyormuş. Tabi bu işlemler de yasal bir düzenleme olmadığından etiketlere yazılmıyor.

        Filtrasyon ve pastorizasyon işlemiyle görünümünde, akışkanlıkta bir standart yakalayan büyük şirketler, çeşitli kaynaklardan tedarik ettikleri ve yaklaşık %30 hileli olan balları da bu yöntemle tahlil edildiğinde anlaşılmayacak konuma taşıyorlarmış. Peki bu duruma Tarım ve Orman Bakanlığı ne diyor? Araştırdığımda hiçbir sonuç çıkmıyor. “Arıcılıkta sahtekarlık var” dan başka bir şey demiyor. Çünkü bu sistemin önüne geçecek bir düzenlemesi yok.

        Dolayısıyla böyle bir balın devlet desteğiyle şeker şurubundan farkı kalmıyor. Zavallı arılar boşuna çalışmış oluyor. Üstelik bunu yapanlar Türkiye’nin en büyük bal üreticisi veya ambalajcısı şirketler. Hiçbirinin şişesinin üzerine de yaptıkları işlemler yazmıyor. Devlet ne bu işlemleri denetliyor, ne düzenliyor, ne de doğru düzgün çalışan firmaları teşvik ediyor. Hasıl-ı kelam, balık baştan kokuyor.

        Bakan Pakdemirli, “Özellikle bal taklit ve tağşiş laboratuvarları altyapısının güçlendirilmesi konusunda çalışmalara başladık bile” sözleriyle benim sektördeki çeşitli kaynaklardan derlediğim bilgileri teyit ediyor. Böylece sorumlunun kim olduğu da ortaya çıkıyor!

        “Vatandaşın sağlığıyla oynayanlara asla müsaade etmeyeceğiz” sözleri çok verildi. Artık söz değil, icraat gerekiyor.

        SSB OLMASAYDI ULAK OLMAZDI!

        Tamamen Türk mühendislerinin eseri, yerli ve milli baz istasyonu artık sahada. Turkcell ve Vadofone’nun canlı şebekelerinde kullanılıyor. Bir gün Türk Telekom’da elbette yerli ve milli baz istasyonu kullanacaktır. ULAK’da en ağır davranan Türk Telekom, ama en hızlı atağa geçme potansiyeli de onda. Çünkü hiperaktif bir yönetim kurulu başkanı var. Konuyla ilgili meseleler çözüldüğünde büyük miktarda sipariş gelecektir.

        Dün Rize’de Vodafone’nun 249 adet ULAK’ı canlı şebekede kullanmaya başlamasının töreni yapıldı. İlgili tüm yetkililer de katıldı. Fakat işin bu noktaya gelmesinde en büyük rol ve emek Savunma Sanayi Başkanlığı’na (SSB) ait. Tüm zorluklara göğüs geren SSB Başkanı Prof. Dr. İsmail Demir ile ekibini unutmayalım, ülkemizi yeni bir milli teknolojiyle tanıştırdılar. Haklarını teslim edilim.

        ULAK, SSB öncülüğünde, Aselsan, Netaş ve Argela işbirliğiyle ortaya çıktı. Ama sonra Netaş’ın Çinlilere satılmasına müsaade edildi. Devlette böyle de bir vizyonsuzluk var. Bizim gibi ülkelerde genellikle başarı ihtimali olan şirketler satın alınarak yerli ve milli teknolojinin önü kesiliyor.

        Bayraktar İHA’ların mucidi Baykar Savunma’nın Yönetim Kurulu Başkanı, Türkiye’yi İHA’larla tanıştırma yolunda bu işe yüreğini, sağlığını ve her şeyini koyan Özdemir Bayraktar’a sorun bakalım kimlerden şirketini satması için teklif aldı?

        Lütfen biraz özen, hassasiyet ve ülke sevgisi. Kime söylüyoruz? Sivil ve asker bürokrata, yetkililere. Önemli makamlarda oturanlara…

        Diğer Yazılar