Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Havayolu virüslerin hızla dünyaya yayılmasında günümüzde bir numaralı aktör. Dolayısıyla havalimanları ve uçaklarda zaman geçirenlerin iki kat daha dikkatli olması gerekiyor. Temizliğe, neyle temas ettiklerine, yiyecek ve içeceklerine azami dikkat etmeleri şart. Bunlarda yetmiyor. Seyahat esnasında veya sonrasında karşılaştıkları rahatsızlıkları için hemen doktora başvurmaları ve son bir ayda nereleri ziyaret ettiklerini, buralarda zamanı nasıl geçirdiklerini de mutlaka iyi anlatmaları icap ediyor. Aksi halde doktorların rahatsızlıklara teşhis koyması ve tedavi etmesi zor.

        Kendi yaşadığım rahatsızlıklardan biliyorum ki İstanbul’da herhangi bir doktora gittiğinizde bu coğrafyanın normal bir vakası gibi düşünüyor, teşhis ve tedavide geç kalınması söz konusu olabiliyor. Hâlbuki sizin dünyanın bir başka noktasından getirdiğiniz virüs ve sebep olduğu rahatsızlığın tedavisi için bambaşka süreç ve ilaçlar gerekiyor. Hatta dünyayı gezen virüslerin değişime uğradığı da dikkate alınırsa teşhis ve tedavi daha da zorlaşabiliyor.

        Çin'de ortaya çıkan ve insandan insana bulaşabilen yeni bir koronavirüs türü nedeniyle havalimanlarından taramalar yapılıyor. Virüsün dünyaya yayıldığı Vuhan kenti dâhil Çin’de toplam 10 şehirde giriş-çıkışları sınırlandırıldı. Fakat koronavirüsü artık dünyaya yayıldığı için seyahatte olan ve seyahate çıkanların daha dikkatli olmaları, havalimanlarındaki taramalarla tehlikeyi atlattıklarını düşünmemeleri gerekiyor. Taramalarla sadece rahatsızlığı ilerlemiş olanlar tespit edilebiliyor. Virüs taşıyan veya yayma ihtimali olan yolcular tespit edilemiyor. Bu sebeple seyahat sonrasında herhangi bir belirti karşısında dikkatli davranılması şart.

        Unutmayın havalimanlarında virüs taraması sadece hastalığı olan yolcuları tespit eden bir tedbir. Virüsleri tespit eden sistem henüz yok.

        XXX

        Cumhurbaşkanı’nın yerli metro çağrısına uyulacak mı?

        Türkiye’nin saatte 120 km ile ilk hızlı metrosu olacak hat ne kadar yerli olabilir? Veya olması için kamu ne kadar istekli? Şimdiye kadar ilgili bakanlık ve kurumlar yerli raylı sistemlere mesafeli olduğuna göre bundan sonra tablo değişebilir mi? Bu soruları Cumhurbaşkanı’nın uyarıları sebebiyle sorma ihtiyacı duydum.

        Geçen hafta Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Gayrettepe - İstanbul Havalimanı metro hattının ilk kaynak töreninde, bu hattın Türkiye'nin ‘ilk hızlı metrosu’ unvanını kazanacağını, rayları ve bağlantı malzemelerinin de yerli firmalarca üretildiğine dikkat çekmişti.

        Hattın rayları da Türk mühendisleri ve işçileri tarafından döşeniyor, ama sinyalizasyon sistemi ve metro vagonlarının nereden tedarik edileceği çok daha önemli bir husus. Üstelik Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın uyarılarına rağmen genel tercih yurtdışı oluyor. İzmir’de bunun çok somut örneğini geçmişte yaşamıştık. Bakanlık bizzat devreye girip yerli ürün yerine G.Koreli Hyundai Rotem kullanılmasını sağlamıştı. Yaklaşık 4 yıl önce kaleme aldığım konuyla ilgili yazıma göz atabilirsiniz.

        İstanbul Havalimanı – Gayrettepe metro hattı ihalesi 2016 yılında yapıldı. Kolin-Şenbay inşaat şirketleri 999 milyon 769 bin Euro bedel ile kazandığı hat için metro setlerinin bağlantılarını da yapmış olmalılar. Genelde ihale kazanılmasından sonra tedarik hazırlıklarına başlanmış oluyor. Dolayısıyla eğer bu hatta güçlü bir yerlilik vurgusu söz konusu değilse metro setlerinin de şu aşamadan sonra yerli ürün olması zor görünüyor.

        “Özellikle içinden geçtiğimiz şu kritik dönemde ülkemizde üretimi mümkün olan hiçbir işin dışarıdan getirilmesine rıza gösteremeyiz. Bu konuda varsa yapılan yanlışlar, hepsinin de derhal düzeltileceğine inanıyorum” Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu sözlerinden sonra hassaten bu hatta neler olacağını çok merak ediyorum.

        İstanbul Havalimanı – Gayrettepe hattında yerli metro olabilir mi? Veya bu yönde bir çalışma olup/olmadığını öğrenemedim. Hatta yerli metro olmayacağına dair bulgularım daha fazla. Erkenden uyarmış olayım. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu kadar üzerinde durmasına rağmen yerli ve milli teknoloji ürünlere fırsat tanınmamasında başka sorunlar olduğunu söylemek de mümkün…

        Tümamiral Cihat Yaycı, “Mavi Vatan” ve Boğazlardan geçiş ücretleri

        Türkiye’nin Libya ile imzaladığı “Deniz Yetki Alanları Mutabakatı” Doğu Akdeniz'de dengeleri tamamen değiştirdi. TümamiralCihat Yaycı’nın uzun yıllara dayanan ve uluslararası hukuk ve anlaşmaları inceleyerek ortaya çıkardığı çalışmasıyla Türkiye’nin yıllardır ihmal ettiği “Mavi Vatan” sınırları da belirlenmiş oldu. Bu gelişme karşısında Türkiye karşıtı birçok ülke ne yapacağını bilmediğinden adeta çıldırıyor.

        Yaycı’nın akademik çalışmalarıyla altyapısını oluşturduğu “Mavi Vatan” sınırları, Akdeniz’de Rum-Yunan ikilisinin Batılı ülkelerin desteğiyle oynamak istediği enerji oyununu adeta kursaklarında bıraktı. Hatta Akdeniz’deki bazı ülkelerin de Türkiye ile benzer anlaşmaları imzalaması halinde onların “Mavi Vatan” sınırlarının da genişleyeceği gerçeğini ortaya çıkardı. Şimdi Akdeniz’de işbirliği anlaşması imzalayanlar arasında da gizli bir tartışma var.

        Tümamiral Yaycı’nın fikir babalığını yaptığı çalışmayla imzalanan mutabakat, Türkiye ile Yunanistan arasındaki kıta sahanlığı tartışmalarına yeni boyut getirirken, diğer taraftan Doğu Akdeniz'deki doğal gazın Avrupa ülkelerine taşınmasını öngören ‘EastMed Doğalgaz Boru Hattı Projesi’ni de etkiliyor. Etkilemekle kalmıyor, Türkiye’nin onayını gerekli kılıyor.

        Yaycı’nın konuyla ilgili makaleleri ve geçen yayınlanan iki de kitabı var. ‘Libya Türkiye’nin Denizden Komşusudur’ kitabı Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi (ASAM), ‘Münhasır Ekonomik Bölge Kavramı’ ise Deniz Kuvvetleri Komutanlığı tarafından yayınlandı. Konuyla ilgisi olduğunu düşündüğüm, “Libya ile ne işimiz var? Deniz Yetki Anlaşması da nerden çıktı?” diyenlere ben de Yaycı’nın kitaplarından epeyce dağıttım.

        Öte yandan Temmuz 2018’de Habertürk ve birçok medyada Cihat Yaycı’nın dikkat çeken bir başka tespiti daha yer almıştı. Boğazlardan geçiş ücretinin 35 yıldır güncellenmemesi sebebiyle Türkiye’ninsenede yaklaşık 2,2 milyar dolar kaybettiğini vurguluyordu. 1983'te 1 gram altın 2,78 dolara sabitleniyor ve Türkiye bu rakam üzerinden yıllardır geçiş ücreti alıyor. Günümüzde bir gram altın 40 doları geçtiği dikkate alınarak güncellenme yapılması halinde Türkiye’nin tahsil edeceği rakamda yıllık 180-200 milyon dolardan yaklaşık 2,5 milyara yükseliyor. Dikkat çekilmiş, lakin ilgilenen olmamış.

        Araştırdığımda bu konuya devletin hiçbir ilgili kurumunun bu hususta bir girişimi olmadığını öğrendim. Tuhaftır ben de yaklaşık 5 yıldır yabancı araçlardan köprü, otoyol ücreti alınmadığını, trafik cezalarının tahsil edilmediğini yazıyorum. Maalesef devletimizin ilgili bakanlıkları Ulaştırma, Ticaret, Dışişleri ve Maliyeharekete geçmiş değil. Boğazlardan geçiş için de mutlaka ikili anlaşmalar, ittifaklar bağlamında bu detaylar ele alınıyordur. Ama güncelleme yapılmaması tuhaf değil mi?

        Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın zaman zaman Cihat Yaycı’yı referans vermesine ve onun görüşlerinin arkasında olduğunu söylemesine rağmen komutanın paradigma değiştiren çalışmalarına nedense ilgili bakanlıklar aynı hararetle sahip çıkmıyor. Hatta Türkiye’ye bu denli önemli kazanımlar sağlayan Tümamiral Cihat Yaycı’ya anlam veremediğim bir ambargo uygulanıyor.

        Diğer Yazılar