Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        2006'dan bu yana Türkiye ve Irak devlet yetkilileri arasındaki görüşme trafiği baş döndürüyor. 13 Ekim 2011'de Irak Dışişleri Bakanı Hoşyar Zebari'nin Türkiye ziyareti de bu trafiğe eklendiğinde son 5 yılda devlet başkanları ve bakanlar seviyesinde toplam on yedi ziyaret gerçekleşti.

        Yapılan temaslar, tarafların daha çok güven testine önem verdiği ve özellikle Türkiye'nin havuç vermekten çok sopa gösterdiği görüşmelerdi. Irak yönetimi ise PKK ile mücadelede Türkiye'ye sorumluluklarını hatırlatmakta ve topraklarının terör örgütünce kullanılmasına göz yummaktaydı. Dahası Irak yönetimi sıkıştığında Bağdat'taki güvenliği dahi sağlayamadığını söyleyen, topu üçlü mekanizmalar referansıyla ABD'ye atan veya bölgesel Kürt yönetimine gönderen bir tutum içerisindeydi.

        Geçen 5 senede köprünün altından çok sular aktığı anlaşılıyor.

        Zebari'nin, "PKK gruplarının Irak'ın dağlık bölgelerinde bulunmaları Irak anayasasına göre meşru ve kabul edilebilir bir durum değildir. Hiçbir hükümet bunu kabul etmez. Bu durumun sona erdirilmesi hükümetin görev ve sorumluluğudur" ifadeleri, Irak'ın anayasal sorumluluğunu hatırlatarak kendilerinin de elini taşın altına koyacaklarını ifade ediyor. Daha önce hiçbir Iraklı yetkili, kendi topraklarında konuşlanmış bir terör örgütünün önlenmesine yönelik anayasal sorumluluklarını ve devlet yükümlülüklerini bu denli açık bir şekilde deklare etmemişti.

        Öte yandan, Türkiye zaten yönetimin kapasite sorunu olduğunu biliyor ve Irak yönetimine sorumluluğunu hatırlatıyordu. Yeni olan durum, Irak'ta merkezi yönetimin Kürt kökenli Dışişleri Bakanı'nın topu taca atma gereği duymadan sorumluluklarını üstlenmesidir.

        Görüş farklılıklarının kapandığına yönelik düşünce Türkiye Dışişleri Bakanı Davutoğlu'nun, "Irak kendi topraklarını kontrol etme gücü, kapasitesi gösterirse bu durum ortadan kalkar. Eğer tek taraflı ortadan kalkmazsa, birlikte her türlü yolu, yöntemi, en etkin şekilde kullanarak bu beladan kurtulmak için tedbir alırız" açıklamalarında da açık bir şekilde görülmektedir.

        Belli ki Irak yönetimi bugün geldiği aşamada PKK'yı kendisi için bir sorun olarak görüyor. Bu kanaate ulaşmalarındaki en önemli iki gelişme ise Türkiye'nin Irak'ın zenginleşmesine sağladığı katkı ve 2010 yılı itibarıyla 7.5 milyar doları bulan bir ticaret hacmidir. Ayrıca ABD'nin Irak'ı askeri olarak terk etmesinin oluşturacağı boşluğun bölgesel bir güç olarak Türkiye'yle doldurulması da hedeflenmektedir.

        Bu iki değişikliği fark eden Türkiye, Irak'a iki yeni sınır kapısının açılması başta olmak üzere, ekonomik büyümenin vitesini artırmayı ve güvenlik alanında ihtiyaç duyulacak kapasite artırımında da işbirliğini öneriyor. Bu arada, Irak açısından hayati öneme sahip "su meselesi"nin de tarafları tatmin edecek şekilde çözüleceği ifade ediliyor.

        Kısacası, "havuç"un "sopa"nın önüne geçtiği Türkiye-Irak ilişkileri, PKK'nın alanını daha fazla daraltıyor. Refahtan daha fazla pay almak isteyen Iraklılar ve Irak Kürt yönetimi elde ettiği imtiyaz ve konforu kaybetmek yerine PKK'nın Irak topraklarını istikrarsızlık unsuru olarak kullanmasını engellemeye çalışıyor.

        Son tahlilde; Türkiye'nin "havuç" taktiğinin, gerek merkezi yönetimi gerekse bölgesel Kürt yönetimini elini taşın altına daha fazla koymaya doğru ittiğini söyleyebiliriz. Gelinen noktada "Bir kedi bile vermeyiz" söyleminden "terörle mücadelede ortak hareket etmeye" doğru değişen bir anlayış var. Anlaşılan o ki, Davutoğlu'nun "Terör tehdidinin ortadan kalkması, her şeyden önce büyük bir ekonomik refah alanı oluşturacaktır" yaklaşımı Türk-Irak ilişkilerindeki ekonomik büyüme dikkate alındığında gerçekle örtüşmektedir. Gerçeklerle örtüşen her politikanın reel ve somut sonuçları olur.

        Bundan sonraki süreçte PKK'nın Irak'ta daha da yalnızlaşması ve Irak yönetiminin geleceğini terörün ipoteğine bırakmaması sürpriz olmayacaktır.

        Diğer Yazılar