Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        AngelIna Jolie’nin Brad Pitt’e boşanma davası açtığı haberini okur okumaz birkaç yıl önce yazdığım aşağıdaki yazı geldi aklıma... Ben olduğum yerde duruyorum, sanırım dudağının kenarında mahcup bir “Keşke”yle Brad bana yaklaşıyor. Küçük bir güncellemeyle o gün ne düşünüyorsam aynen aktarıyorum.

        SURİYE’DE yardım konvoyunu kimin vurduğunun hararetle tartışıldığı bir ortamda durduk yere, ”Brad Pitt olsam Angelina Jolie’yi değil Jennifer Aniston’ı seçerdim” dedim geçenlerde...

        Eren Derdiyok’un Rize’ye attığı gol sonrası Galatasaray tribünlerinde yaşanan “Vay anasını” şaşkınlığına benzer bir durum oldu birden! Önce sanki sonsuzluk kadar uzun süren bir sessizlik ve ardından büyük bir homurtu yükseldi ortamda.

        Ne Suriye kaldı ne yardım konvoyu, ne hafta sonu oynanacak derbi ne taraftar yasağı tartışması!

        NEDEN JENNIFER?

        Angelina’nın dudakları, Jennifer’ın saçlarına dolandı... Her kafadan bir ses çıktı.

        Geriye çekilmiş, ortaya saldığım geyiğin peşinde koşuşturan arkadaşlarımı izlerken keyifli keyifli, birisi dönüp “Neden Jennifer?” diye sordu.

        Benim için o dakika bütün muhabbetin tadı kaçtı! Ne diyeceğimi bilemedim... ”Ne bileyim işte Jennifer...” diye bir şeyler geveledim. Sonra herkes birbirine baktı, ortada dolaşan geyiği bırakıp kaldıkları yerden Esad’la Trump’ın peşine düştü yeniden.

        Eve dönerken yolda “Neden Jennifer?” sorusuna cevap bulmaya çalışıyordum. Saçı, kaşı, gözü hiçbir fikrim yoktu işte ama kendi kendime yaptığım bütün seçmelerde oyumu hep Jennifer Aniston’dan yana kullanıyordum.

        AŞK, FARKI ABARTMAKTIR

        Özlü sözler insanı İrlandalı yazar George Bernard Shaw, “Aşk, bir kadınla dünyadaki diğer bütün kadınlar arasındaki farkı abartmaktır” diyor. İşte bu abarttığımız farkın ne olduğu benim için tam bir muamma!

        O fark bazen, dünyadaki şehirlerin en kültürlüsünde küçük bir kafede çatalların, bıçakların, kristal bardakların arasında bir dudakta ortaya çıkıyor karşıma. Bazen de alabildiğine gri dev bir kül bulutunun önünde, iki kepçe kulak olarak durup bakıyor yüzüme... Ya da bir küçücük suçiçeği lekesi ayırıveriyor birini dünyadaki bütün kadınlardan benim için....

        İşte böyle bir anda elleri ayrı seviliyor o birinin, gözleri, dudakları, saçları ayrı... Komik olmayan esprilerine kahkahayla gülünüyor ağız dolusu... En aptal cümleleri dünyanın en önemli sözleriymiş gibi ciddiye alınıyor.

        CEVABI KİMSE BİLMİYOR

        Ve her seferinde isimler değişse de, hep aynı şaşkınlıkla soruluyor o aptal soru: “Neden Jennifer?”

        Öyle ya o kepçe kulaklardan, o güzel dudaklardan, o suçiçeği lekesinden çok daha güzelleri geçip gidiyor sağımızdan solumuzdan her gün. Ama bizim için dünya bir yana, o bir yana oluyor.

        Dünyanın bütün matematikçilerinin bir araya gelip dört işlemin anasını ağlatsalar da bulamayacağı sorunun cevabını verebilecek konumda değilim ben. Tek bildiğim; aşk bende de tam da Shaw’un tarif ettiği gibi ortaya çıkıyor.

        Bir gün, soğuktan burnumun düştüğünü hissettiğim bir gün, öylesine anlatılan bir öykü karşısında büyülenip kalakalıyorum. Dünyanın en güzel dudaklarından dünyanın en güzel kelimeleriyle anlatılan dünyanın en güzel öyküsünü dinlediğimi düşünüyorum. Çıkarıp oracıkta kalbimi ellerine veresim geliyor. O gece, o sokakta, koca dünyayı gözlerine sığdırıp bütün gecelerden daha karanlık saçlarının arasında kayboluyorum.

        Her sırra vakıfmışım gibi geliyor onun yanındayken de, o aptal soruya cevap veremiyorum:

        “Neden Jennifer?”

        NÂZIM SON DURAK...

        Ve bir gün cevabını bilemediğim bu sorunun peşinde koşmayı bıraktığım bir gün, her şey bitiyor. Bir gamzesine bütün hayatımı gömdüğüm güzel, dünyadaki diğer bütün kadınların arasına karışıveriyor.

        Ne ettiğim bütün o sevda sözleri kalıyor, ne dudaklar, ne kepçe kulaklar, ne de suçiçeği lekesi... O da herkes gibi oluveriyor işte...

        Cevabını asla bilemeyeceğim bir başka soruyla baş başa oturduğum bir gece yarısı, Nâzım Hikmet’le karşılıklı şu şiiri okuyorum sonra:

        “Maziye karıştı sevda yeminim/ Bir anda unuttum seni eminim/ Kalbinde , kalbine yok bile kinim/ Bence artık sen de herkes gibisin...”

        Sonra dudağının kenarında mahcup bir “Keşke”yle Brad yaklaşıyor ve ben ona soruyorum: “Neden Angelina?”

        Diğer Yazılar