Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        1980’lerin başında Kuzey İtalya’da küçük bir kasabada, bahçesi kayısı, şeftali ağaçlarıyla dolu ‘rüya gibi bir evde’, o Allah’ın belası 17 yaşın bütün ‘ergen huzursuzluğuyla’, ‘kim’ olduğunu anlamaya çalışan Elio ile Yunan heykelleri gibi vücuduyla uzaklardan, taa Amerika’dan gelen kibirli, umursamaz, zeki, yakışıklı Oliver’ın aşkı...

        Hiçbir şeyin olmadığı, gündüzleri teyzelerin evlerinin önüne bir sandalye atıp fasulye ayıkladığı, yaşlı amcaların barda kâğıt oynadığı, yazdan yaza görüşen gençlerin bir şort bir tişörtle ortalıkta gezdiği, yüzmeye gittiği, akşamları yazlık diskoda iki birap içip, gruptaki kızların oğlanlarla, oğlanların kızlarla flörtleştiği, ‘büyümeden’ bir tık önceki alabildiğine sıkıcı bir yazın orta yerinde Elio’nun kalbini, ne kadar uğraşsa da, güzel Fransız Mariza’ya değil de yakışıklı Oliver’a kaptırışının hüzünlü öyküsü anlatılıyor ‘Call Me By Your Name’de...

        ‘O, OYDU, BEN DE BENDİM”

        Ergenlikten erkekliğe adım atmak üzere olan Elio ile geldiği yerde bir kadınla bir dargın bir barışık ilişkisi devam etmesine rağmen hislerine karşı duramayıp “Beni adınla çağır” diyerek kendini Elio’ya teslim eden Oliver’ın öyküsünü izlerken şu sefil hayatlarımızda en büyük maceramızın ‘aşk’ olduğunu düşünüyordum bir yandan da!

        Sürekli gitmeyi hiç düşünmediğimiz yerlere doğru kıvrılıp duran ve bizi de peşinden sürükleyen hayatlarımızın bir yerinde hepimiz bu aşk denilen lanet olasıca duyguyla göz göze gelmişizdir... Tıpkı hayatının aşkı bir trende ağır ağır kendisinden uzaklaşırken, bir telefon kulübesinden annesini arayıp “Beni alır mısın?” diyen Elio gibi aşk hayatımızın bir yerinde hepimizin gözlerini kan çanağına çevirmiştir eminim... Ama insanların imasından bile rahatsız olduğu ‘gay’ bir aşkın elinde kalbi tuzla buz olan oğlu Elio’ya “Seni kıskanıyorum” diyen Prof. Perlman gibi kaç baba çıkar bakın onu bilmiyorum işte!

        Oğlunu karşısına alıp, “Bir şeyleri olduğundan daha çabuk iyileştirmek için kendimizi o kadar hırpalıyoruz ki vücudumuz, benliğimiz daha 30’umuza gelmeden iflas ediyor... Ve yeni başlangıçlar için elimizde her seferinde verecek daha az şey kalıyor” diyerek yeni aşklar için yüreklendiren Prof. Perlman... Neden o adama âşık olduğunu “Oliver Oliver’dı...” diye açıklayan oğluna Montaigne’in dostu (kimilerine göre sevgilisi) La Boetie için söylediği, “Onu ne için sevdiğimi bana söyletmek isterlerse bunu ancak şöyle anlatabilirim sanıyorum: Çünkü o, o idi; ben de bendim...” sözlerini hatırlatan baba, bu insanın içini burkan aşk öyküsünün gerçek kahramanı bence...

        DERİMİZDEKİ EKSİK PARÇA

        Elio ile Oliver’dan 500 yıl önce onların tanıştığı kasabaya yüzlerce kilometre uzakta Bordeaux’da, üç aşağı beş yukarı onlarla aynı yaştayken tanışan Montaigne ile La Boetie ilişkilerini antik Yunan’da Sokrates ile Alkibiades’in ilişkisine benzetirmiş. Sualtından çıkan ‘antik bir heykel’in koluyla sevdiğine ‘hislerini’ aktaran Oliver’ı Elio’ya karşı sürükleyen o büyük tutku ‘dalgası’ 500 yüzyıl önce de Montaigne’i, La Boetie’nin önüne atmış: “İkimizi de silip süpüren bir sevgi dalgasıydı...”

        Elio’ya hislerine karşı kendisiyle mücadelesini kaybeden Oliver gibi, ‘her daim’ ölçülü ve mesafeli durmayı seven Montaigne de “Ölçülü olmayı seven kişi sevmek nedir bilir mi?” diyen La Boetie’den uzak kalamamış...

        Montaigne, topu topu 6 yıl (ki bunun büyük bölümü ayrı şehirlerde geçmiş) bir ‘dostluğu’ paylaştığı, 30’larının başında hayatını kaybeden La Boetie’nin ardından “İçimde o kadar hayatta ki...” deyip büyük bir acıyla “Kimse ayrılırken derimizi kaldırıp bizden parça koparacak kadar bize bitişmesin, yapışmasın...” diye isyan etmiş!

        Andre Aciman’ın romanından, 89 yaşındaki efsanevi sinemacı James Ivory’nin senaryosunu yazdığı, yönetmen Luca Guadagnino’nun çektiği, insanın kalbini okşayan bu harika filmin sonunda, altı üstü 1-2 ayda aşkın da tutkunun da en yoğununu yaşayan ve maalesef hepimiz gibi büyüyen Elio, şöminenin karşısına oturup ‘derisinden bir parça kopararak’ giden ‘ilk aşkı’ Oliver’ın ardından gözyaşı dökerken ben de yanına çöktüm... Derimdeki, yarası hâlâ taze, eksik parçanın acısıyla...

        Diğer Yazılar