Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        DÜNYANIN dört bir yanında hayranları olan çok sevilen bir adam neden canına kıyar ki? Milyonlar onu severken bir kişi, sadece bir kişi onu sevmedi diye boynuna ilmeği geçirip hayatına son verir mi insan… Hele bu insan Anthony Bourdain’se...

        Rolling Stone Dergisi’nde Anthony Bourdain’in ardından çıkan yazının başlığı ‘Kobra kalbi yiyen adam’dı önceki gün...

        Ben onu Avusturya’nın küçük bir köyünde, koyun g.tü yiyip, yemeği yapan ünlü aşçıya “Tadı tam bir g.t gibi...” derken hatırlıyorum.

        Ya da Çin’de bir yerlerde küçük bir lokantada yerel halkın arasında ne olduğunu hatırlamadığım, belki de hatırlamak istemediğim acayip bir şey yerken gözümün önüne geliyor. En çok da Rusya›da buz tutmuş bir gölde açtıkları delikten balık tutup hemen yanı başında mangal yapan abilerle bir yandan yemek yiyip bir yandan içip içip kahkaha attığı anları hatırlıyorum.

        “Kim Anthony Bourdain olmak istemez ki?”

        Tıpkı kolundaki dövmede yazdığı gibi emin olduğu tek şey hiçbir şey hakkında emin olmaması olan, yaşamak için büyük bir tutkusu olduğunu söyleyen, yiyip içip dünyayı gezen, bu ‘cool’ adamı birkaç bölüm üst üste izleyip de onun yerinde olmak istemeyen var mıdır? Sanmıyorum...

        “Seyahat etmek her zaman rahat ve güzel bir şey değil. Bazen insanın canını acıtıyor, kalbini kırıyor. Ama bundan rahatsız değilim. Yolculuk insanı değiştiriyor. Değiştirmeli. Hafızanda, bilincinde, kalbinde, vücudunda bir iz bırakmalı. Kendinle bir şeyler götürmelisin. Umarım geride güzel bir şeyler bırakırsın...” deyip gitti Anthony Bourdain...

        “ÖLÜMÜ DERT ETMEYİN!”

        Geçen hafta, Bourdain’in intihar haberinden bir gün önce ‘Mutluluktan ölünür mü?’ diye yazmıştım... Bazı bilim insanları ‘aşırı mutluluğun’ da ölüme neden olabileceğini söylüyormuş...

        Mektuplarının birinde “Mutluluğum sınır tanımıyor” diyen Tolstoy’un günlüğüne yazdığı notlarına sürekli “Eğer hâlâ hayattaysam...” diye başlaması ‘mutlulukla ölüm arasındaki ilişkiyi daha da çok düşündürüyor bana...

        Tam burada yine Tolstoy’u dinliyorum: “Ölüm üzerinde düşünmeye gerek yok, fakat onu göz önünde bulundurmak gerekir. Bütün yaşam böylelikle daha şenlikli, daha önemli, daha bereketli ve hoş olur.”

        Antik çağdafelsefecilerin üzerine ahkâm kesmeyi en sevdikleri konu ‘ölümmüş› mesela. Çiçero, “Felsefe üzerine düşünmek ölmeyi öğrenmektir” diyor.

        “Ölümü yeterince sık düşündüğünüzde sizi gafil avlayamaz” diyen Stoacılar, ölüme hazırlıklı olunduğunda korkusuzca mutlu mesut yaşamak için özgür kalındığına inanıyormuş.

        Yediği önünde yemediği ardında, kadınlarla flört etmeyi çok seven, aklına geleni söyleyen ‘mutluluğuyla’ etrafındakileri huzursuz eden Montaigne bazen partinin en coştuğu anlarda birdenbire durgunlaşır, sessizliğe gömülür ve arkadaşlarından ayrılıp tek başına takılırmış. Hayatını kaybetmekten çok korkarmış. Ve sonunda “Nasıl yaşanır?” sorusuna yine kendisi cevap vermiş: “Ölümü dert etmeyin! Daha acı verici olabilir ama yaşam ölümden daha güçlüdür. Yaşamak kendi içinde bir hedef olmalı, başlı başına bir amaç...”

        EN BÜYÜK KÖTÜLÜK!

        Manzoni’nin “Mutluluk ıstırapla satın alınır” sözünü aklıma bile getirmeden, evde koltuğa uzunmış, Anthony Bourdain’in ‘ışıltılı’ hayatına imrenirken onun içinde bir yerlerde ‘mutlulukla acının, yaşamla ölümün’ büyük bir savaş verdiğini hiç görememiştim. Nasıl görebilirdim ki zaten?! Ben, kendi içimdeki ‘savaştan’ sağ çıkmaya çalışıyordum.

        Anthony, Montaigne, Tolstoy gibi insanlar, sevdiklerim, beni sevip yüzümü güldürenlerle birlikte her seferinde yaralansam da o savaşın kazananı ben oldum bugüne kadar...

        Bütün gün bir koltuğa uzanıp yatmak, ot içip çizgi film, klasik filmler izlemek isteyen içindeki hippiden kaçmaya çalışan Bourdain’in dünyanın dört bir yanındaki hayranlarına, sevenlerine rağmen bir kişi, sadece bir kişi onu sevmedi diye küçük bir otel odasında hayatına son vermesine inanamıyorum ben...

        “Vücudun bir tapınak değil, bir eğlence parkı. Yolculuğun tadını çıkar...” diyen bir adamın yolculuğun orta yerinde seyahati yarıda kesmesi içimi acıtıyor kaç gündür.

        İnsanın her şeyden kaçıp da eninde sonunda hep kendine yakalanmasının ne korkunç bir şey olduğunu düşünüyorum.

        Hayatındaki kimsenin tanımadığı, bilmediği, hiç görmediği ‘kendi’nin kendine yaptığı kötülük kötülüklerin en büyüğü sanırım. Tıpkı kimsenin görmediği, bilmediği, tanımadığı Anthony’nin milyonların sevgilisi Anthony Bourdain’e yaptığı kötülük gibi...

        Diğer Yazılar