Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        DANİMARKALI yönetmen Lars Von Trier’le hukukumuz 15-16 yıl önceye dayanıyor. Kendi içinde bölümlere ayırdığı Dalgaları Aşmak filmi perdede akarken -şimdi hatırlamadığım- bilmem kaçıncı bölümünün açılışında ‘ilk göz ağrım’ Rod Stewart‘ın “Every day I spend my time / dirnking wine, feeling fine” diye salonu dolduran sesi, sevgili Lars’a kanımın ısındığı ilk ‘an’dır! Yıllardır kafamın içindeki 3’te 2’si boş ‘anılar müzesi’nin baş köşesinde, üzerinde bir karış tozla duran o büyüleyici anın hatrına her filmine koşarak gidiyorum yıllardır. Sinema salonunda ışıklar sönüp de perdede her yeni Lars Von Trier filmi başladığında kimselere çaktırmadan, o ‘büyülü an’ı yeniden yaşamayı bekliyorum hep. “Bu nasıl saçmalık?!” dediğinizi duyar gibiyim! Ben de farkındayım ama bu saçmalıkta benim kadar Lars efendi de suçlu...

        SABAH 10.00’DA FİLMİZLEMEK!

        Anlayacağınız hiç gelmeyeceğini bildiğim o ‘an’ın peşi sıra yıllardır her türlü acayipliklerine katlandım Allah’ın cezası Lars Von Trier’in! Yenilgiye doymayan pehlivanlar gibi son birkaç aydır iki bölüm halinde vizyona girecek olan yeni filmi ‘Nymphomaniac’ı (İtiraf) bekliyordum. Geçen perşembe sabahı Feriye Sinemaları’nın fuayesinde çaktırmadan ülkenin en önde gelen sinema yazarlarını keserken bir yandan da en son ne zaman sabah matinesinde sinemaya gittiğimi düşünüyordum! 1980’lerde Çemberlitaş Şafak ve İpek sinemalarında sabah matinesinde izlediğim StarWars‘lar, Rocky‘ler, Indiana Jones’lardan sonra (Kaldı ki o zamanlar seanslar 11.00’de başlıyordu) sabah 10.00’da ilk kez sinemaya gittiğimi fark ettim.

        JOE’NUN DURUMUNA ÜZÜLDÜM!

        Tadı damağımda kalmış bir ‘an’ın peşinde beni yıllardır ordan oraya sürükleyen Lars Von Trier’in son numarası Nymphomaniac’ın ilk bölümü ilerledikçe benim de hayallerim bir bir suya düştü maalesef! Envai çeşit penisin, bir o kadar vajinanın, memenin, poponun arasında yıllar önce, “Yaraların iz bırakmayacak” diye bağıran Rod Stewart’lı o ‘an’ı bulup çıkarmak mümkün olmadı! En ateşli sevişme sahnesinde kadınla erkeği bir tarafa bırakıp şöminede yanan odunları gösteren Yeşilçam’ın kollarında yetişmiş kendi halinde bir ‘sinefil’ olarak, onca sevişmenin üstüne aşkı bulduğu anda ‘orgazmı’ kaybeden Joe‘nun durumuna üzülmedim dersem yalan olur!

        NYMPHOMANIAC’TA YOK YOK!

        Tam da 14 Şubat Sevgililer Günü sabahın köründe Nymphomaniac’ın ikinci bölümümünü izlemek için yine yeniden Feriye Sineması’nın önüne beni götüren şey yıllardır peşinde koştuğum ve artık ümidi kestiğim o ‘an’ı bulmak değil meraktı! Kaybettiği ‘hissi’ni vajinasını ıslak havluyla döverek geri getirmeye çalışan zavallı Joe’nun Seligman’a anlattığı ‘uzun ve ahlaki’ hikâyesi, benim gibi büyük resimin yerine küçük anların peşinde olan biri için gereğinden fazla teferruatlıydı!

        İçinde, İncil’den klasik müziğe, zoolojiden botaniğe, Freud‘dan Edgar Allen Poe‘ya, Fibonacci sayılarından otomobil bujilerine, Doğu Kilisesi’nden Batı Kilisesi’ne, politik söylevlerden Hıristiyan sembollerine, erkeksi pasta yeme biçimlerinden James Bond tarzı tabancalara kadar bir dolu göndermeyle deli kızın bohçasını andıran Nymphomaniac’tan çıkarken kafamda Adile Naşit’le Münir Özkul’un turşu sirkeyle mi kurulur limonla mı tartışması dönüp duruyordu!

        Lars Von Trier’le Dalgaları Aşmak’tan Antichrist’a, Melancholia’dan Nymphomaniac’a uzanan yolculuğumuzun son durağında ona veda ederken çok da tatmin olmadığımı üzülerek belirtmem gerek...

        Sonuçta bu kadar yılın hatırına Lars efendi bana hâlâ büyülü bir ‘an’ borçlu...

        Diğer Yazılar