Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        12-22 Şubat 2015 tarihleri arasında 14. kez düzenlenen !f İstanbul Uluslararası Bağımsız Filmler Festivali'nde gösterilen üçü kadın öyküsü anlatan dört filmi değerlendirdim. Festival 26 Şubat-1 Mart arasında Ankara ve İzmir'de devam edecek.

        "Amina Profili": Saklı bir sanal kimlik

        Hem zarif, hem aydınlatıcı, hem de dalavereci bir belgesel olmak kolay değil. "Amina Profili" ("The Amina Profile", 2014) bunların tamamını yapmayı beceren bir iş... Bu yönüyle daha açılış karesinde flu gösterilen ve soyunan Suriyeli kadından iki tane yan yana göstermesi, çiftgezer kavramıyla siyasi bir kimlik bunalımına dikkat çekmesini sağlıyor. Bunun devamında da aslında bir süre gizemini koruyan ve bu kavrama teslim olmamızı sağlayan ipuçları veriyor elimize.

        Hiçbirimiz Arap Baharı'nın yaşattığı kaosu inkar edemez. Ama onunla mücadele ederken de klasik belgesel mantığından sıyrılmak farklı bir zeka olmalı. Sophie Deraspe burada onu beceriyor. Suriye'deki Amina adlı lezbiyen olduğu söylenen bir kadının, bir internet fenomeninin izini sürüyor. Onun bilgisayar ekranındaki yazışmalarını bir tarafa koyup arkaya da 2011'deki ayaklanmanın arşiv görüntülerini, flu geçen karakterin ta kendisini ve yasaklılığı anlatan kareler monte ediyor.

        Aslında blogger olarak ilgi uyandıran ve kaçırıldığı iddia edilen seksi tipleme fazlasıyla çekici. Onun izinde bir yerlere gelmek, bu durumdan nemalanmak mümkün olabilir. Ama türbanlı olması, yürüyüşlere öyle gitmesi ve evindeki özel hayatını yansıtamaması tam olarak aktivist ve solcu damarı besliyor. Zoraki kimlik bunalımına dikkat çekiyor. Özellikle de internet aktivistlerinin sansüre uğradığını bildiğimiz bir düzenin içinde...

        "Amina Profili", internetin flu bıraktığı siluetler üzerine çarpıcı bir belgesel. En önemlisi de ülkemizde bir gazetecinin de araştırma konusuna dönüşen bu 'efsane'nin gerçek olması... Sürprizleri belirtmek istemesek de internetten, sosyal medyadan para kazanma, ün yapma derdindeki insanların ne hale geldiği üzerine özel bir belge sunuluyor.

        Bu tokat gibi belgesel, hem Ortadoğu'daki tuhaf liderleri, hem de internette dolaşan yalan haberleri mercek altına alıyor. Egoyan'ın "Tapınma"sı ("Adoration", 2008) ile Jehane Noujaim'in "Meydan"ının ("Al Midan", 2013) birleştirdiği noktada gizemi yorumlamasıyla ve eşcinsel karşıt kültüre hitap etmesiyle özgün duruyor. Olmamış Amerikan buluntu filmi "Catfish" (2010) ile de akrabalık kuruyor. "Amina Profili"nin her zaman bir sinema dili nesnesine dönüşen fluluktan yarattığı anlam, yasakçı zihniyetin çekiciliğiyle bir zarafet yüklüyor perdeye...

        FİLMİN NOTU: 7

        "Kumiko, Hazine Avcısı": Saklı mizah yılanı deliğinden çıkarır mı?

        2000'lerde Amerikan bağımsız sinemasındaki 'komedi' üretiminde Deshner Kardeşler de Duplass Kardeşler gibi spesifik bir kitleyi avucunun almıştır. David yapımcılık ve oyunculukla uğraşırken, Andrew oyunculuk, senaristlik ve yönetmenlik görevlerini üstlendi. Bu ekip bu kez arkasında absürd mizah ya da poker surat komedisi saklanan bir gizem filmi ile sinefillerin zihnine giriyor. Kumiko'nun egzotik bir chanbara karakteri, harikalar diyarında bir Alice ya da David Lynch'in eline geçen bir Isabella Rossellini olduğunu düşünebilirsiniz. Peki bunların birlikteliği neler doğuruyor?

        "Kumiko, Hazine Avcısı" ("Kumiko, The Treasure Hunter", 2014), Rinko Kikuchi'nin yeteneğine bel bağlayan bir iş. O olmasa maceranın boyutunu tahmin edemiyoruz. Oyuncu sinemaskoptaki kimi çekici görüntüleri toparlamaya çalışıyor. Ama "Fargo"nun (1996) video kasetinden bulunan görüntülerin peşine takılma naifliği nedense "Borat"ın (2006) Pamela Anderson'ın Baywatch'taki karakterini gerçek zannetmesiyle çıktığı yolculuğu akla getiriyor. Filmin ana tiplemenin saflığının üzerine gidip onu ötekileştirilmesi, 'ırkçı' olduğuna dair tartışmalara yol açmıştı. Burada ise komedi geri plana itilip entelektüel bir ambalaj ve zoraki bir ciddiyet devreye girince 'trajik' olmak kolaylaşıyor.

        Kikuchi'nin yerine Sacha Baron Cohen gibi yetenekli bir komedyen şartmış. Ama Andrew Deshner'in ta kendisi, Minnesota'da polis olarak karakterin yoluna çıkıyor. Bir süre sonra yol-macera komedisine dönüşen "Kumiko, Hazine Avcısı" iddialı isminin altında eziliyor. Hazine arayışında ne gibi noktalara açılıyor tartışılır. Fakat bir gerçek var o da komedi, gizem ile gerilim arasında gidip gelirken, yan karakterleri unutması. Kolayca Amerika ile Japonya'nın arasını açması...

        Alttan alta yürüyen ırkçılık, aptal yerine konulan Kumiko sayesinde filmi beyaz Amerikalıların nesnesine haline getiriyor. Sinematografi bir süre sonra sıradan durunca da canlanması gereken bir Nicolas Winding Refn atmosferi (bkz. "Korku X") ortaya çıkmıyor. Buradaki kayıp para çantası arayışı şüphesiz Tarantino'nun bile hoşuna gitmeyecek derecede boyutsuz.

        Alexander Payne'in yapımcılığı 'minimalist bağımsız komedi' tanımının içindeki farklı arayışı ortaya koyuyor. Ama gelin görün ki "Kumiko, Hazine Avcısı" ikiyüzlü bir film. Dış görünüşte 'gizem', içeride 'komedi'ye bağlı kalırken, bu ikisinin çarpışmasını lezzetli bir harmana dönüştüremiyor. Aksine her tiplemenin ve dramatik hamlenin sırıtmasına yol açıyor.

        FİLMİN NOTU: 3.5

        "Makul Davranış": New York'ta İranlı ve biseksüel olmak

        İran asıllı Amerikalı bir kadın yönetmenin gözünden New York'un sakin bölgesi Brooklyn'e alternatif bir bakış... Rejisörün kendisinin canlandırdığı, hayatından izler taşıyan biseksüel göçmen Şirin'in öyküsü... Başta ev arkadaşı olmak üzere kadınlara da ilgi duyduğunu anlayan bu karakterin gözünden bir köşeye sıkışmışlık, bir kafa karışıklığı izleriz. Üçlü ilişkide ana nesne olmak, bir şeyleri itiraf edememek, terk edilmek veya öpüşürken emin olamamak fark etmez...

        "Makul Davranış" ("Appropriate Behavior", 2014), tepeden tırnağa Amerikan indie'si özellikleri taşıyor. Akşam sahnelerinde çok profesyonel durmayan doğal renkleri, sallanan kamerası ve amatöre yakın oyuncularıyla gerçek bir düşük bütçe tanımı yapıyor. Cassavetes'i hatırlamamızı sağlıyor. 1.85:1'de buna samimiyet katan net bir öteki, kadın ve eşcinsel benlik filmine dönüşüyor. Daha önce orada yaşayan ötekiler, Ortadoğulular ele alındı ama lezbiyenleri, biseksüelleri bilemeyiz.

        Lezbiyen aşk filmi "Koşul"dan ("Circumstance", 2011) sonra bir kez daha İran sinemasının tabuları, sansür sorunu akla geliyor. Cinsel tercih meselesine cesur yaklaşımı ve kadın tanımına dair yorumuyla dikkat çekiyor "Makul Davranış". Oyuncu-senarist-yönetmen Desiree Akhavan, Cherien Dabis gibi Ortadoğu kökenli Amerikalı isimlerle bağ kuruyor. Bu açıdan temasal tutarlılık değerli. Ama yan karakterler için hiç uğraşmayan, samimiyeti esprilere dökmekte sıkıntı yaşayan bir iş canlanıyor.

        Makul davranışları bir türlü tutturamayan kadının savrukluğu, özgürlük arzusu bize tesir ediyor. Ahlaki açıdan sorunlu değil film. Ama görsel anlamda çok üstünkörü halledilmiş gibi... Akhavan'ın kadın ve eşcinsel haklarını incelikli mizah ve felsefi bir omurgayla savunan senaryolarını başka yönetmenlere emanet etmesi sinema dünyası için daha hayırlı olur şüphesiz...

        FİLMİN NOTU: 4.6

        "Kabile": İşitme engeli beyaz perdeye uygun mu?

        Ukrayna sineması, çok aşina olduğumuz bir alan değil. Daha ziyade yedinci sanatın Sovyet/Rus kolunda anılabilir. Son zamanlarda bu ülkeden çıkış yapan en önemli yönetmen, tarihi olaylarla ilgili gözlemini yansıtan belgesel uyruklu Sergei Loznitsa oldu elbette. Miroslav Slaboshpitsky de iz bırakma peşinde. Ancak 130 dakikada toparlanan bir 'kast sistemi'nin peşinde rahatsız edici bir hiyerarşinin etrafına odaklanan yapı çok da tutarlı duramıyor. Aksine süre haddine takılıyor.

        Sinematografiyi üstlenen yönetmenlik de yapmış isim fena iş çıkarmıyor. Sabit planlar ve vinç ya da steadicam ile alınan kaydırmalı uzun planlar bir estetik kaygı içeriyor. 2.35:1'de bunun bize katkısı nedir, tartışır. Zira Lindsay Anderson'ın başyapıtı "Eğer..." ("If...", 1968) misali bir yatılı okul manzarasının; "Körlük" ("Blindness", 2008), "Hayallerin Peşinde" ("Imagine", 2012), "Körlük" ("Blind", 2014) gibi görme engellilerden çıkarılan modern görsel dünyalarla bağ kurma şansı ne kadar var? Sinemada işitsel evren için elbette farklı metotları izlemek lazım.

        Ama tam aksine "Sessizlerin Sesi" ("La Voz de Los Silenciados", 2013) adlı Guatemala yapımı ilk filmde, duyma engelli ve dilsiz kız karakterin etrafını sinir bozucu seslerle, stop-motion animasyonları andıran siyah-beyaz görüntülerle ve akıcı kurguyla donatma arzusu biraz deneyseldi. Fakat daha yetkindi. Konuşmadan suça, cinselliğe atlama, olabilecek en rahatsız edici sahneleri aralara serpiştirme hiç sahici durmuyor. Aksine duyma engelli insanları ötekileştirme arzusunu körüklüyor. 'Kabile' ismini takmak da başlı başına bir yabancılaştırma, medeniyetsiz toplum yaratma anlamına geliyor.

        "Kabile" ("Plemya", 2014), içine girince iticilik riski taşıyan bir film. Bu pencereyi açarken de karşımıza aman aman şeyler çıkarmıyor. İddialı sahnelerden bir dilim sunuyor. Diyalog ve anlatıcı sesi olmadığını yazarak belirten giriş yazısı neye yarıyor? Üstelik ses bandında ortam seslerinin alındığını düşünürsek? Peki ya bu sistemdeki yabancılaşmış evrende öğretmenler nasıl işitme engelli olabilir?

        Açıkçası Slaboshpitsky, 'ileride bir şeyler yapabilir' dedirtiyor. Ama 130 dakikalık süre ve her sahnede rahatsız etme egosu tutmuyor. Bunlardan ders alırsa yönetmenin filmlerini umutla bekleriz. Sinemacı; sessiz, diyalogsuz ve sessiz sinema dönemine saygı duruşunda bulunan eserlerin 80-90 dakikayı geçmediğini etüt etseydi karşısına envai çeşit deneme çıkabilirdi. Halbuki burada öyle bir durum yok. "Kabile" kısalırsa anlam kazanabilecek, bu haliyle sıkıcılığı garantilemiş bir iş... Görme engeli sinemaya ne kadar uygunsa, duyma engeli de o oranda değil. Buna karşın bu durumu 130 dakikaya zorla uzatmak nasıl bir mantıktır? En azından meselenin sömürülmemesine sevinmeliyiz, ama çıplak bedenleri havada uçuşurken yakalamak pek kolay olmuyor.

        FİLMİN NOTU: 3.6

        Diğer Yazılar