Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        24 NİSAN FİLMLERİ

        New York’ta yaşayan yetim bir kızın başarı hikayesine odaklanan “Annie”, seyircisini kavrayan iyi çekilmiş bir Amerikan müzikali… Will Gluck inadına ‘klasik’ dururken koreografilere emek vermiş. “Oliver!” ile “The Wiz”i bir araya getirmiş. Bu sayede 1977 tarihli Broadway oyunu, Obama dönemine uygun kayda değer bir uyarlama, bir yeni sürüm elbisesi buluyor.

        Harold Gray’in 1894 tarihli çizgi romanı ‘Little Orphan Annie’ 1930’larda iki sinema versiyonuna malzeme olmuştu aslında. 1977’de ise Büyük Bunalım döneminin ‘Oliver Twist’i olarak anılabilecek ‘Annie’, ‘Broadway müzikali’ olarak başka bir serüvene başladı. ‘The Producers’, ‘Hairspray’ gibi müzikallerle bilinen Thomas Meehan’ın kitabı, resimli roman kaynağını müzikale çevirmişti. 1982 ve 1999’da çok önemsenmeyen iki sinema uyarlaması geldi. Burada ise Will Gluck-Aline Brosh McKenna ikilisinin kaleminden Afro-Amerikalı karakterler arasında günümüzde geçen bir yeni sürüm var. Lumet’in ufuk açıcı müzikali “The Wiz”de (1978) ve eğilimine anlam veremediğimiz yeniden çevrim “Karate Kid”de (2010) yapılan farklı bir metne uygulanıyor.

        KLASİK MÜZİKAL ENERJİSİ KEYİF VERİYOR

        ‘Aile müzikali’, müzikal sahnelerini daha dar alana, kapalı mekana sıkıştırıyor. Eldeki şeyleri yere vurma arzusu, ‘Stomp’ misali bir koreografi başlangıcı getiriyor. Will Gluck, “Fired Up!” (2009), “Adı Çıkmış” (“Easy A”, 2010), “Arkadaştan Öte” (“Friends with Benefits”, 2011) gibi gençlik komedisi, romantik-komedi denemeleriyle bilinen bir isim. Bunlardan özellikle ikincisi kendi alanında yaratıcı bir çalışmaydı. Yönetmen bu kez klasik müzikal evreninde alıyor soluğu.

        Aslında ‘koruyucu annesi’ ile kalan Annie’nin (Quvenzhané Wallis) yükseliş çabası, cep telefonu imparatoru siyahi karakter yoluyla gerçekleşiyor. New York’un belediye başkanı adayı Will Stacks (Will Smith), önce bir ‘kız kurtarma mizanseni’ ile oy yükseltiyor. Ardından bir üvey evlat ilişkisine malzeme oluyor. Karşımıza köpeğiyle başarı basamaklarını bir bir çıkan eğlenceli bir yetim mücadelesi çıkıyor.

        ‘Oliver Twist’, ‘Külkedisi’ ve ‘Pygmalion’dan bir şeyler almış gibi duran bir hikaye yapısı var. Oliver Reed’in belirleyici müzikali “Oliver!” (1968) ile Irving Cummings’in “Curly Top”unun (1935) bir karışımı denebilir “Annie” için... Wallis’e siyahi sinemanın Shirley Temple’ı yakıştırmasını yapmak için ise henüz çok erken…

        CAMERON DIAZ OLMAMIŞ

        Öte yandan koreografilerin bir ahenk yakaladığı noktada Cameron Diaz bu duruma darbe vuruyor. Müzikal performansına alışık olmayan oyuncu filmin en zayıf halkası. Wallis ve Foxx’un mükemmel performanslarını baltalıyor, son 45 dakikalık kısımda adeta “Annie”nin seviyesini düşürüyor. Halbuki yetim öyküsü daha tutmuş sahnelerle, Obama döneminde kalıcı olmayı becerebilirdi.

        Diaz’ın ‘seks komedisi’ne yatkın sahne kimliğini üzerinden atamaması ya da ‘Külkedisi’nin üvey annesi gibi yapması yapay duruyor. Bobby Cannavale’nin onunla kurduğu ilişki klişe gözükürken, sarışın oyuncu kendinde olmayan karakteri ayağa kaldıramıyor.

        KULAKLARA AŞİNA ŞARKILAR SEYİRCİYİ AYAĞA KALDIRIYOR

        “Annie”, 1982 tarihli uyarlamanın ne kadar üstünde tartışılır. Ama en azından ideolojik olarak bir yol alındığını görebiliyoruz. Onun hikayesinde yapılan değişiklikler, öykünün 1930’lardan 2000’lere taşınması dışında da tutuyor. Ufak eksiklikler süre sebebiyle göze batabiliyor.

        New York’u keşfetme süreci, kapitalizmin yarattığı patronlar ve yetim kalma durumu üzerine bir egzersiz sunuyor film. Ama 118 dakikada fazlaca savruklaşabiliyor. Diaz ile Foxx’un koreografilerini birleştirmek pek manalı durmuyor. ‘It's The Hard-Knock Life’ ve ‘Maybe’ gibi klasikleşmiş şarkıları yeniden dinlemek ise seyirciye bir coşku, bir heyecan ve bir enerji getiriyor.

        FİLMİN NOTU: 5.6

        Künye:

        Annie

        Yönetmen: Will Gluck

        Oyuncular: Quvenzhané Wallis, Cameron Diaz, Jamie Foxx, Rose Bryne, Bobby Cannavale

        Süre: 118 Dk.

        Yapım Yılı: 2014

        TÜRK İŞİ SİBER GERİLİM

        İnternetin hayatı oyun alanına çevirdiğini ima ederek dönemi yakalayan bir iş… Bunun yanında bir online oyun üzerinden yürüyen ‘siber gerilim’ eğilimi de bizim için çok taze. “Kendinol”, bu eylemle daha en baştan artı puan alıyor. Eldeki malzemeyi iyi değerlendirdiği anlarda ‘canlı bir ilk film’ izlenimi bırakıyor.

        ‘#Kendinol’ adlı internet üzerinden oynanan bir oyunun etrafında dönen dalaverelerin filmi… “Kendinol”, Serkan Özarslan’ın ilk filmi. Sinema piyasasında ‘internette yayınlanan snuff film’ meselesinden ‘kendi oyununu idare edemeyen oyuncular’a uzanan bir çeşitlilikle yol alıyor. “Ölüm Bizi Gözetliyor” (“My Little Eye”, 2002), “Korku Nokta Com” (“Feardotcom”, 2002), “Stay Alive” (2006) gibi eserlerle akraba… Ama dramatik omurgasını “Tez”in (“Thesis”, 1996) eylem planı üzerine kuruyor.

        SNUFF FİLMİN OYUNA DÖNÜŞTÜĞÜ AN

        Bunu yaparken aslında herkese ‘kendin ol’ uyarısını yapan eser, farklı parçalarda uyanan karakterlerle bir yol haritası oluşturuyor. Filmin tekinsiz kukla imgesi de akılda kalıyor. Bir oyuncunun ana karaktere denk geldiği, herkesin adam öldürerek puan aldığı bir oyun söz konusu... Film, tam anlamıyla Türk işi bir siber gerilim. Tecavüz oyunu oynama hedefiyle yola çıkan erkeklerin ‘vamp kadın’a çatması klişesi ise biraz bu özgünlüğü yıkıyor. ‘Sanal karakter’ yaratmak için bir teknoloji olmaması da…

        “Ev” (2009), “Eksik Sayfalar” (2013) gibi BBG’nin gözetleme mantığı üzerine kurulu yerli filmler var. Ancak “Kendinol”, internetin, sanal gerçekliğin merkeze yerleştiği bir iş olmasıyla öne çıkıyor. Bir bakıma 80’ler Amerikan sinemasında olanı biraz geç uyguluyor. Bu programın yöneticilerinin webcam ile bilgisayar başında yaptıkları yer yer sarsıcı.

        HİKAYE KURGUSU NASIL PLANLANMIŞ?

        “Kendinol”un post-prodüksiyon aşaması fena değil. Devamlılık sorunu yok. Ama sinematografi için aynı şeyleri söyleyemeyiz. İdare etme durumu projenin Hollywood’a evrilmesini engelliyor. Bunun yanında aslında bizim gördüğümüz kadarıyla erkek oyuncular biraz fazla yapay duruyor. Filmin özellikle bozduğu hikaye kurgusu konusundaki sorunları çok bariz.

        Finalde bağlanan nokta bir tarafa, sürprizler ve öykünün ana omurgası çok rastgele ortaya atılmış gibi. Bu konuda senaryonun planlanma aşaması sıkıntılı. Ama en azından kararsız duran “Eksik Sayfalar” gibi bir durum yok. Yönetmen ne yapacağını çok önceden tespit etmiş, bu yolda da ilerliyor. Onun kıvrımlarında sıkıntı yaşıyor.

        İNTERAKTİF OLABİLİYOR MU?

        Monitör üzerindeki ekran bölme metodu daha hızlı olabilirmiş. “Kendinol” interaktif bir estetikle kavranabilirmiş. Bu gerçekleşiyor mu tartışılır. Zira yönetmen daha ziyade klasik açılar, devamlılığı tetikleyen kurgu teknikleri kullanmış. Hikayeyi öne çıkarıp akıcılığı dozunda tutmuş.

        Her şeye rağmen buradaki kadın oyuncu öyküsü, Türkiye’nin üzerinde duruyor. Ancak örneğin filmin ilk 20 dakikasına rehin alınıp bağlanmış kadın görüntüleri koymak gizem duygusuna ne katıyor bilemeyiz. Anlayacağınız niyet iyi ama ilk film eksikleri var.

        FİLMİN NOTU: 4.9

        Künye:

        Kendinol

        Yönetmen: Serkan Özarslan

        Oyuncular: İmer Özgün, Çağrı Şensoy, Olgu Baran Kubilay, Volkan Cal

        Süre: 92 Dk.

        Yapım Yılı: 2015

        ŞEKERİ FAZLA KAÇMIŞ ‘LİMONATA’

        Yetenekli bir oyuncu her şey değil’ dedirten bir yerli komedi… Ali Atay’ın ilk yönetmenlik denemesi “Limonata”, ne yazık ki oyuncu çıkışlı isimlerin kamera arkasında reflekssiz kalacağını vurguluyor. Görüntü yönetmeni sadece kameramanlık yapınca doğaçlama sahneler de ister istemez kontrolden çıkıyor.

        Ahmet Sesigürgil kaliteli gözükse de, sinematografik zafiyeti olan filmlerde çalışmıştır. Sözgelimi “Sen Kimsin?” (2011), “Silsile” (2014) kurguyla ayakta duran işlerdir. Burada da bu durumu doğrudan hissediyoruz. Ali Atay ilk yönetmenlik denemesinde en fazla ‘dizi’ ya da ‘tiyatro eseri’ olarak anılabilecek bir işe imza atıyor. Oyuncu yönetimini öne çıkaran bir komedi filmiyle çıkageliyor.

        SERKAN KESKİN DEMEK, KAHKAHA TUFANI DEMEK

        Aslında Serkan Keskin’in kontrolü ele aldığı yerler eğlenceli. Ama 105 dakikada bunları aramak yoğun bir kalabalığın içinde bir orta metraj deneyimi getiriyor. Ertan Saban’ın Balkan aksanı eğlendiriyor, Keskin’e destek veriyor. Ama birden ziyade iki yetkin komedyen ihtiyacı çok açık. Özellikle de elde ‘iki kafadar’ var ise…

        Bu da “Limonata”nın sallanan el-omuz kamerası ve seyircinin ilgisini ayağa kaldırmak için yapılan müzik girişleriyle yürüyen kadrajlarını anlamlandırıyor. Renk dokusu için hafif gri attırılmış post-prodüksiyon süreci ise göz boyamaya yarıyor. Açıkçası Ali Atay işi görüntü yönetmeninin omuzlarına yüklemiş. Sanki sadece futbol sahnesi kurgulanmış gibi…

        DOĞAÇLAMA SAHNELER KONTROLDEN ÇIKIYOR

        Bu durum karşısında da filmde birbiriyle konuşmaktan yılmayan iki karakterin tiratlarına bakıyoruz. ‘Oyuncu filmi’nin başarısı onların tutmasına bağlı... “Limonata”, ‘iki kafadar’ yaratma konusunda asla bir “Her Şey Çok Güzel Olacak” (1998), bir “Düğün Dernek” (2013) kadar uyumlu olamıyor. ‘Yol komedisi’ olarak da akılda kalmayacak gibi.

        Diyalogların dengesini elinden kaçırınca tökezliyor. Sinematografinin diğer gereklerini bir kenara bırakıp ‘kameraman’lığa kayan Sesigürgil çabuk iş bitirme arzusunun kurbanı oluyor. 105 dakikada doğaçlama sahneler de, Makedonya’ya yapılan yolculuk da bir süre sonra anlamsızlaşmaya başlıyor. Filmin finali ise bağlanmamış gibi bir şey…

        FİLMİN NOTU: 2.7

        Künye:

        Limonata

        Yönetmen: Ali Atay

        Oyuncular: Serkan Keskin, Ertan Saban, Deniz Abdula, Funda Eryiğit, Ciguli

        Süre: 105 Dk.

        Yapım Yılı: 2015

        BİTAP DÜŞMÜŞ BİR KADIN

        Kronik ağrı destek grubuna katılan bir kadının acılarını yansıtan “Cake”, Jennifer Aniston’ın kariyerinin en iyi performansıyla anılacak. Başarılı bağımsız filmi “Phoebe in Wonderland” ile çıkış yapan Daniel Barnz ise görsel açıdan bir sıkıntı çekmiyor. Sömürüye kaymayan, kendi içinde tutarlı bir karakter dramasına imza atıyor.

        Herkes güzel bir ‘kek’ yemek ister. Filmde ızdırap çekmeyi alışkanlık haline getiren Claire’in de hayatı böyle umut kıvılcımlarına bağlı… “Cake”, destek grubuna katılarak harap olan bir yaşamın izinde bizi de içine çeken bir ‘psikoloji’ yaratıyor. Fiziksel açıdan kıpırdayacak hali kalmayan Claire, ister istemez ruhsal yaralar açma derdinde. Bitap düşmenin tanımını yapması derken, onu sürekli asık bir yüz ifadesiyle görüyoruz.

        KARAKTERİN PSİKOLOJİSİ BÖLÜNMEYE AÇIK

        Aslında Aniston’ın gözünden öznel akan hikaye, bir süre sonra iki çizgiye ayrılıyor. ‘Hayal’ ile ‘gerçek’ klişe bir anlatı modeline malzeme oluyor. Sözgelimi intihar eden Kendrick’in çekici bir tuvaletle neşe saçarak gelmesi böylesi bir bilinçaltı seçimi.

        Bunun ötesi var. Daniel Barnz filmde terapi gören bir grup insanın çaresizliğe karşın hayata tutunmasını perdeye taşıyor. Bunu dostluklarla, ‘ölümlüler’in yanına yerleştirmek ise zor. Claire Bennett, fazlaca darbe yemiş bir karakter. Onun başına gelenler, ilaç tedavisi, fiziksel zorluklar derken acının tanımını yapıyor adeta. Aniston arabada oturmak isterken bile sancılar çeken bir tiplemeyi canlandırıyor. Aslında bazı kişilerin, mazoşist insanların seveceği bir durum bu. En azından oyunculuk olarak malzeme var. Ama burada ‘yaklaşmama’ arzusunun odağında akan bir dram var.

        ANISTON’DAN YETENEK GÖSTERİSİ

        Yönetmen, “Phoebe in Wonderland” (2008), “Beastly” (2011) ve “Boyun Eğmeyeceğim”in (“Won’t Back Down”, 2012) ardından dördüncü sinema eseri ile çıkageliyor. Sanki ilk ikisindeki ‘masalsı’ öğelerle sonuncusundaki olgun, dramatik bakış canlanıyor. ‘Kek’ arzusundan ziyade, hayatta heyecan aramak, makyaj metotlarıyla kendi olmaktan çıkan Aniston’ı anlatıyor.

        Oyuncunun yakın planlardaki ani geçişlerde yeteneğini kanıtladığı kesin. Bu film onun makyajsız yüzünü ve saf tenini bir karizma aracına çeviriyor. Öfkeyi kontrol edememek dengeli bir dışavurum getiriyor. Fiziksel dönüşüm kariyerinin göbeğinde 50’ye merdiven dayayan oyuncuya yarıyor. Barnz 2.35:1’de sinemaya hakim olduğunu kanıtlıyor. Beyaz-gri arası dokuyu melankoli için kullanıyor. Aniston’ın öteki oyuncularla yüzleşememesi ise dezavantaj…

        Film biraz Cassavetes’in “Etki Altında Bir Kadın”ına (“Woman Under the Influence”, 1974), biraz Haynes’in “Safe”ine (1995) benziyor. Terapiye değil ruhsal dünyaya odaklanıyor. Hayali öğelere kaymaya müsait bir hastalık çeşidi var. Kendrick’in gerçek olmadığını, Worthington’ın zihnindeki rol model olmakla kalıp kalmadığını ve daha nicesini incelemeye koyuluyoruz. Sonuç ise derin bir psikolojik inceleme ama görsel açıdan özgün olmayan bir karakter draması. “Cake”, Barnz’ın bir süre daha “Phoebe in Wonderland”in üzerine geçemeyeceğini kanıtlıyor.

        FİLMİN NOTU: 5.3

        Künye:

        Cake

        Yönetmen: Daniel Barnz

        Oyuncular: Jennifer Aniston, Adriana Barraza, Anna Kendrick, Sam Worthington, Felicity Huffman, William H. Macy

        Süre: 102 Dk.

        Yapım Yılı: 2014

        HABABAM SINIFI’ KOPYASI BİLE OLAMIYOR

        Ne güldürmeyi, ne düşündürmeyi, ne de sinemasal açıdan tatmin etmeyi becerebilen boyutsuz bir gençlik komedisi… Eleştirilen yeni ‘Hababam Sınıfı’ filmlerinin bile seviyesine ulaşamayan “Öğrenci İşleri”, zeka parıltısı taşımayan savruk skeçlerle tamamlanıyor. Temelindeki anlamlı rekabetten kopup çok şey yapmaya çalışınca detaylarda kayboluyor.

        Talip Karamahmutoğlu’nu güzel fikirleri baltalayan bir yönetmen olarak biliyoruz. “Girdap”ta (2008) intihar bombacılığı meselesine ‘kökten dincilik’ üzerinden bakarken kareleri ve sinema dilini idare etmekten acizdi. “Bir Hikayem Var”da (2012) eğlenceli bir meta-komediyi sinemasal açıdan ayağa kaldıramamıştı. “Öğrenci İşleri” (2014) ise onun belki de en zayıf filmi…

        DETAYLARDA KAYBOLUYOR

        ‘Hababam Sınıfı’ özentisi durduğunu Tuncay Akça’yı da kullanarak belli eden bir gençlik komedisi… İki kardeşten, Kısmet (Murat Akkoyunlu) ile İsmet’ten (Fırat Tanış) ‘arsayı kim satın almalı?’ sorusuna dayanan bir iddia da çıkarıyor üstelik. İşin ucu ders verme metotları üzerinden yürüyen çetin ceviz bir rekabete uzanabilirdi.

        Ama yönetmen bu tabana hakim olamıyor. Bir yerden sonra “Öğrenci İşleri”, ana eksenden kopup birbirinden bağımsız ve kopuk skeçlerle yol alıyor. Üstelik bunlar ne eğlenceli, ne felsefi, ne de iyi çekilmiş… Bir şeyler söyleme hedefiyle yazılmış Kamuran Süner senaryosu, maalesef hedefine ulaşamıyor. Esas tabana odaklanmadan detaylarda kayboluyor.

        İDARE EDEN OYUNCULAR VAR

        Akkoyunlu idare ederken, Tanış hiçbir şekilde projeye uyum sağlayamıyor. “Vay Arkadaş” (2010) ve “Guruldayan Kalpler”deki (2014) neşeli kimliklerini bile canlandıramıyor.

        Sınıfların sınav kazanma rekabeti filmden ne kadar geriye kalıyor, tartışmaya bile gerek yok. Böyle bir iddiadan, kardeşler arası çekişmeden haberimiz bile olmuyor. “Öğrenci İşleri”, birçok öğeyi kopyalarken esas meselesini eşelemeyi unutmuş. Özellikle öğrenci karakterlerinin yapma durması da gözden kaçmıyor.

        FİLMİN NOTU: 2.5

        Künye:

        Öğrenci İşleri

        Yönetmen: Talip Karamahmutoğlu

        Oyuncular: Murat Akkoyunlu, Fırat Tanış, Deniz Celliloğlu, Bora Akkaş, Yeliz Şar

        Süre: 105 dk.

        Yapım yılı: 2015

        SEKSİ KADIN, AKSİYON VE KAPALI MEKAN

        Hollywood’da artan kadın aksiyon kahramanlarına Salma Hayek de ekleniyor. İntikam aksiyonlarının işleyişini değiştirip her şeyi tek mekana hapseden “İntikam Kapanı”, sanki ‘manga’ arka planıyla hareket ediyor. Bu görünümün yol açtığı B-tipi havayla da ilerleyen dönemde Joe Lynch’e yarayacak bir tür filmine dönüşüyor.

        Kadınların aksiyon kahramanına dönüşme sevdası büyük oranda Luc Besson’un “Nikita”sına (“La Femme Nikita”, 1990) kadar uzanır. Ama geçmişe bakınca intikamcı kadınları çeşitli ülkelerde, siyahi istismar filmlerinde görebiliriz. Bunlar çoğu zaman ‘tuttuğunu koparan mı, erkekleşip kadın ruhunu reddeden mi?’ gibi sorulara tabi tutulmuştur. Karakterlerin de feminist olup olmadığı sürekli tartışılmıştır.

        AÇILIŞ, ‘SİNEMA’ VURGUSU YAPIYOR

        Yönetmen Joe Lynch burada Yale Hannon’ın senaryosundan meseleye alternatif bir bakış getiriyor. Kapalı alana sıkışmış seksi bir kadın karakterin mücadelesini ele alıyor. Arka planda ölü yatan Japon bir adam, tetikçiler, mafya babası ve daha fazlası… Everly bunların hepsini alt etmek zorunda.

        Aslında yönetmenin manidar üst açılı açılışı, hem Hayek’in dolgun kalçasını, hem de dövmeli vücudunu görmemizi sağlıyor. Bu son derece dengeli açının devamında olanlar oluyor. Bir anda kendini savunmasız hisseden karakterimizin etrafı kitsch giyimli kadınlarla, mangalardan kopmuş karakterlerle donatılıyor. Gerçek bir B-tipi evren canlanıyor.

        ÇİZGİ ROMANSI DOKU OTURUYOR MU?

        Açıkçası birçok Luc Besson yapımı aksiyonun bir tık üzerinde “İntikam Kapanı” (“Everly”, 2014), tüm ‘Taken’ külliyatı dahil… Aslında ‘intikam aksiyonu’na da tersinden bakıyor. İntikamı alan kişi, eşinin polisle çalıştığını öğrenen mafya patronu Taiko. Bu da kan gövdeyi götürür misali bir ev portresine açılıyor. ‘Tek mekan filmleri’nin aksiyon şubesi olarak dikkat çekerken koyu renklerle yol alıyor film.

        Çizgi romansı doku çok ileri götürülmeden yer yer iyi kullanılıyor. Filmin iyi yönetildiğini finalde kaydırma hareketi ile alınmış uzun plandan anlayabilirsiniz. Joe Lynch, B filmlerinden çıkagelmesiyle bu alana hakim duran bir işe imza atıyor. Eğlendiren dramatik dönüşleriyle bizi kavrıyor. Ama 30.-60. dakikalar arasında düşen tempo ve mantık boşluklarıyla ilgili sorunlar var…

        FİLMİN NOTU: 4.8

        Künye:

        İntikam Kapanı (Everly)

        Yönetmen: Joe Lynch

        Oyuncular: Salma Hayek, Hiroyuki Watanabe, Togo Igawa, Laura Cepeda, Akie Kotabe

        Süre: 91 dk.

        Yapım yılı: 2014

        GİZLİ YAZIŞMALAR ÜZERİNİZE YAĞACAK

        Kağıt üstünde bizde de olan ‘gizli telefon dinleme’ meselesini genişleten ‘derin’ bir belgesel. Ancak yazışmaları perdede hızlıca üzerimize atıp kaçmayı tercih edince kendimizi daktilo başında hissetmemizi sağlıyor. Oscar’lı “Citizenfour”, siyasi açıdan çekici damarına karşın sinemanın görsel bir sanat olduğunu unutan bir eser.

        Teknolojik muhbir/casus Edward Snowden, 11 Eylül sonrasında önemli bir konuma sahip. Onu çekip çıkarmak bu dönemi anlamsızlaştırabilir. Burada cep telefonu, e-mail, kredi kartı ve sosyal medya hesaplarından bilgi sızdırmak ana mesele. 2000’lerde oluşan güvensizlik, onun ‘Citizenfour’ takma ismiyle NSA’in dünya çapında faaliyet gösteren gizli dinleme programının göbeğine yerleştiriyor. Bu siyasi açıdan kritik adam 114 dakikada nasıl anlatılıyor?

        YENİ MEDYAYLA İLGİLİ GERÇEK HİKAYELER ANLATILMAMALI MI?

        Aslında cevabımız tam bir başıboşlukla olabilir. İnternet alanında girişim yapıp köşeyi dönen kişilerin arttığı bir dönemdeyiz. “Sosyal Ağ”ın (“The Social Network”, 2010) facebook tanımının ötesine geçmemiz zor gözüküyor. Zira ne “Jobs” (2013), ne “The Fifth Estate” (2013), ne de “Citizenfour” eylem planlarında becerikli işler. İlk ikisinin görsel dil sorunu burada da var. Bir çeşit teknolojik muhbir olarak anılabilecek Snowden’ın röportajı ile gizli yazışmaları arasında bir ahenk yok.

        Laura Poitras dördüncü belgeselinde olgunluk sınavından geçememiş. Hiçbir şekilde sinemaya uygun bir yapıt değil karşımızdaki… Zira daha çok internet, cep telefonu üzerinden yazışmaları üzerimize atıyor. Bu sayede kayboluyoruz ve görüntülerin kesilmesiyle ne olup bittiğini anlamak güçleşiyor. Bunu anca hızlı bir kurgu kurtarabilirmiş. Ama o zaman da belgeselin bilgi verme sorumluluğu ortadan kalkarmış.

        YAZIŞMALARA BOĞULAN SİYASİ SÖYLEM

        “Citizenfour”, ‘cinema vérité’ metoduna bel bağlayan bir başarısızlık abidesi. Görsel dili hiç iyi kullanamıyor. 114 dakikada sürekli ekran üzerindeki gizli yazışmalarla anlamlı olmaya çalışıyor. Seyir sürecinde bir hacker’ın ekrana bakmasının ötesine geçemiyor. “Lilly Chou-Chou Hakkında Her Şey” (“Riri Shushu No Subete”, 2001) gibi interneti ve üzerindeki yazışmaları hakkıyla kullanan eserleri mumla aratıyor. ABD’ye bakarsak “Matrix” (“The Matrix”, 1999) kurgusu bile yok…

        Bu da 21. yüzyılın en tehlikeli adamının, bir dolandırıcının hikayesini yazılara boğuyor. Her şeyi röportajlarla halledememek ise büyük oranda filmi köşeye sıkıştırıyor. Böylece siyasi damarı güçlü biyografik belgesel yormakla kalıyor. Kendimizi daktilo başında yazı yazarken buluyoruz sanki…

        FİLMİN NOTU: 3.2

        Künye:

        Citizenfour

        Yönetmen: Laura Poitras

        Oyuncular: Edward Snowden, Glenn Greenwald

        Süre: 113 dk.

        Yapım yılı: 2014

        DÖRT SAAT OLDU HALA TIK YOK

        Son yılların en anlamsız devam filminde Richard Gere yenilik olarak sunuluyor. “Marigold Oteli’nde Hayatımın Tatili 2”, belki de ‘Hint istismar filmi’ adlı bir alanın doğmasına öncülük edecek. Bu konuda ayağını korkak alıştırmamak, dizilerde görebileceğimiz bir boyutsuzluğa ve mesaj kaygısına yol açıyor.

        John Madden’ın kariyerini uçuruma sürükleyen “Marigold Oteli’nde Hayatımın Tatili”nin (“The Best Exotic Marigold Hotel”, 2012) ikincisi… Yine anlamsız ve zorlama bir iki saat sizi bekliyor. Richard Gere’in de içinde bulunduğu yeni konuklar egzotik bir dünyada, dans, heyecan ve tatil peşinde…

        MEKANİK DURAN BİR TURİSTİK GEZİ

        Elbette bu proje, turistik bir geziden ibaret. Yani Lumière Kardeşler’in 20. yüzyılın başında yedinci sanatın emekleme yıllarında yaptığı gibi… Fox Searchlight, bu reklam faaliyeti için Hindistan’dan para alıyor mu bilemeyiz. Ama işin doğrusu Dev Patel’in kültür farkları komedisine malzeme olabildiği karakteri dahi yok burada. Maggie Smith, Judi Dench, Bill Nighy gibileri ‘daha da yaşlanmışlar’ imasından çekiyorlar.

        Ama esas mesele burada kopuyor. ‘Marigold Oteli’ bir dizi projesi. En fazla 40’ar dakikadan oluşmuş sekiz bölümlük bir TV projesi olabilirdi. Burada da 10 milyon dolarlık bütçenin sanat yönetimi, kostüm tasarımı ve görüntüleri buna hizmet ediyor. Böylece mekanik duran bir yapıtla yüzleşmek kaçınılmaz oluyor. ‘Kaliteli ve deneyimli oyuncular’ ise sanki emeklilik dönemlerinde Hindistan turuna çıkmış gibi…

        FİLMİN NOTU: 2.8

        Künye:

        Marigold Oteli’nde Hayatımın Tatili 2 (The Second Best Exotic Marigold Hotel)

        Yönetmen: John Madden

        Oyuncular: Judi Dench, Maggie Smith, Dev Patel, Richard Gere, David Strathairn

        Süre: 122 dk.

        Yapım yılı: 2015

        KEREM AKÇA’NIN VİZYON FİLMLERİ İÇİN YILDIZ TABLOSU

        8 Saniye: 4

        Asabiyim Ben (Relatos Salvajes): 5.5

        Aşk Olsun: 3.2

        Bana Adını Sor: 5.3

        Beni Sen Anlat: 1.9

        Bir Varmış Bir Yokmuş: 5.2

        Birdman: 5.9

        Bizim Hikaye: 2

        Büyük Gözler (Big Eyes): 5.4

        Chappie: 6.5

        Çarşı Pazar: 4

        Çekmeceler: 6

        Çekmeköy Underground: 4

        Danny Collins: 3.2

        Dönüm Noktası (The Humbling): 2.7

        Eksik: 4.9

        Evim (Home): 4.2

        Fokus (Focus): 5.6

        Geronimo: 6.7

        Grinin Elli Tonu (Fifty Shades of Grey): 5.7

        Güvercin Uçuverdi: 2.7

        Hayvan Düşü: 5.5

        Her Şeyin Teorisi (The Theory of Everything): 3.9

        Hızlı ve Öfkeli 7 (Furious 7): 3.8

        İçimdeki İnsan: 3.5

        İkinci Bir Şans (En Chance Til): 5.3

        Kanunun Kuvveti (La French): 6

        Kingsman: Gizli Servis (Kingsman: The Secret Service): 7.6

        Kocan Kadar Konuş: 5.8

        Kuralsız (Insurgent): 5.5

        Lazarus Etkisi (Lazarus Effect): 3.8

        Mandıra Filozofu: İstanbul: 2.4

        Mihrez: Cin Padişahı: 5.5

        Münafık: 3.2

        Netekim Karakolu: 1

        Ölüm Kampı (Welp): 5.4

        Piramitin Laneti (The Pyramid): 6.5

        Prenses Kaguya Masalı (Kaguya Hime No Monogatari): 7.8

        Rosewater: 2.5

        Selam: Bahara Yolculuk: 1.9

        Sindirella (Cinderella): 2.5

        Son Mektup: 3.5

        Son Savaş: Aşk (The Lovers): 3.8

        Sonsuz Bir Aşk: 2

        Şeytanın Kapısında (At The Devil’s Door): 5.6

        Şans Ayağıma Geldi (The Cobbler): 7.7

        Tek Aşkım (The One I Love): 8.5

        Teksas Katliamı (The Texas Chain Saw Massacre): 10

        The Gunman: 5

        The Imitation Game: 5.3

        Yeni Dünya: 2.2

        Not: Yıldızlar, 10 üzerinden verilmektedir.

        Diğer Yazılar