Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Geçen hafta Rotterdam Film Festivali’nin 27 Ocak’ta açılıp 6 Şubat’ta kapanan 45. şubesindeydim. Festival bu yıl yarışmasıyla zayıf dursa da genel anlamda aşırılığın, kült olabilecek filmlerin öne çıktığı renkli ve bol çeşnili bir seçkiye sahipti. Birinci, ikinci filmini çekmiş, önü açık yönetmenlerin işlerinden ise en çok “Jacqueline (Argentine)”, “Alone” ve “The Land of the Enlightened” dikkat çekti.

        Yepyeni direktörü ve ekibiyle Rotterdam capcanlı bir programa sahipti bu sene. Yoğun ve bol seçenekli yan bölümler, en azından gözümüzü doyurdu. Film kalitesi yüksek olmasa da ‘dönüşüm’ açısından değerli bir yılı geride bıraktık.

        BAŞARILI YILMAZ GÜNEY BELGESELİ

        Bizim adımıza İlker Savaşkurt’un “Ballad of Exiles: Yılmaz Güney” (“La Ballade des Exiles: Yilmaz Guney”) adlı belgeseli değerliydi. Güney’in son yıllarında ve tartışmalı hapishane filmi “Duvar”ın (1983) çekim aşamasında yaşadıklarına ‘Batı’ bakışı doğru detaylarla, ilginç tespitlerle hedefine ulaştı. Açıkçası Fransa-İngiltere-Türkiye ortak yapımı eser, seçkinin içinde de en kayda değer işlerdendi.

        Festivalin vizyon sahibi programcılarından Léo Soesanto’nun hazırladığı ‘Episodic/Epidemic’ bölümü dikkat çekiciydi. Kariyerlerini takip ettiğimiz yönetmenlerin TV imtihanları masaya yatırıldı. Udo Kier’in oynadığı pembe dizi ‘Old Money’ (‘Altes Geld’), Sam Esmail’in ‘Mr. Robot’u, Duplass Kardeşler’in ‘Togetherness’ı Locarno’dan ödüllü “Happy Hour”la (“Happî awâ”) bütünlendi.

        EN İYİLER GÜNEY KORE VE ABD’DEN

        Keşif ihtimalini her geçen dakika daha da arttıran bir program vardı. Açıkçası Park Hong-Min’in umut vaat eden fantastik ilk filmi “A Fish”in (“Mul-go-gi”, 2011) ardından eski kara film senaryolarını Nolan’ın ilk dönemini hatırlatan bir neo-noir’a malzeme etmesi ilgi çekti. “Alone” (“Honja”), Güney Kore Yeni Dalgası’nın halen zinde olduğunu kanıtlamak için üretilmiş gibiydi. Ülkenin kenar mahallelerinden birini labirente çevirirken, hafıza, tecavüz, röntgen gibi kavramlara yaklaşım şekli ve steadicam’i kullanma özeniyle dikkat çekti.

        Sundance’den ayağının tozuyla festivale gelen “Jacqueline (Argentine)”, internet devrindeki bilgi sızdırma meselesinin adeta zeki bir sahte belgesel karşılığı gibi. Brezilya asıllı Amerikalı Bernardo Britto’nun yapıtı, Camille Rutherford’un canlandırdığı, Julian Assange ve Edward Snowden’ı hatırlatan gizemli muhbir Jacqueline tiplemesiyle dahi kalıcı olacaktır. Ekran bölmeden ve hip-hop kurgudan beslenen dinamik montajını bir yönetmenin başarısızlık öyküsüyle destekliyor. ‘Sahte belgesel’e ayrı bir açılım getirmesi, gizeme ironiyle, gerilime mizahla, siyasete sözlü esprilerle cevap vermesiyle ‘orijinal’ kalabiliyor.

        EZBER BOZAN İKİ YAPIT

        Bu ikisinin yanında Pieter-Jan Da Pue’nin “The Land of the Enlightened”ı seçkinin en iyi docudrama’sıydı (yarı belgesel film). Afgan çocuklarına politik açıdan doğru bakış çekici dururken, hipnotik, şiirsel, gerçekçi ve büyülü gerçekçi olabilen anlatı mayın tehlikesiyle yaşamanın sinemasal tanımını yapıyordu.

        “Political Animal” (“Animal Politico”), Tiao adlı çılgın bir Brezilyalı sinemacıyı duyurdu. Filmin tamamına yakınını bir ineğin içsesiyle ve onu insan yerine koyarak ilerlemesi, bir ‘peki ya … olsaydı?’ ütopyası gibiydi. Cocteau ve Bunuel’i kıskandıracak yapıtın, 40. dakikadan sonra aldığı kararlar tartışılabilir. Ama sosyal taşlama yaparken atılan adımlarda “Amélie” (“Le Fabuleux Destin d’Amélie Poulain”, 2001) ve “Tony Takitani”nin (2004) yerine konan masalsı inek, çizgi film karşıtlığı konusunda belirleyiciydi.

        Festivalin alışık olduğumuz üçüncü dünya ülkesi sineması temsillerinde bu sene çok aman aman bir şey yoktu. Kült Filipinli yönetmen Khavn’ın “Simulacrum Tremendum“u 13 saatlik süresiyle mayına basma hissini harekete geçirdi. Endonezya’dan çıkan Romeo ve Juliet uyarlaması “Chaotic Love Poems”, “Copy of My Mind”dan iyiydi. Tamilce “The Strange Case of Shiva” (“Sivapuranam”) ise bölgenin “Cinayeti Gördüm”e (“Blowup”, 1966) şık bir cevabı gibiydi.

        KÜLT OLABİLECEK RİSKLİ FİLMLER

        Açıkçası IFFR bu sene IDA: Genre bölümü başta olmak üzere kült ihtimali yüksek eserlerin adedini arttırmış gibiydi. Gece yarısı seansının konması bir tarafa, aslında daha önce izlediğim “High-Rise”, “Evolution” gibi yetkin bilimkurguları bir kenara koyarsak tadına doyum olmayan seyirliklerle genç kitlesini tatmin etti.

        Anna Biller’ın “The Love Witch”i 60’ların atmosferinde geçen, Jess Franco’dan Alfred Hitchcock’a fazlaca esin kaynağıyla donatılmış bir cadı komedisiydi. Keyif verdi ve özene bezene yaratılan camp ve retro dünyasıyla mest etti. “Bone Tomahawk”, adeta bir John Ford westernini “Cannibal Holocaust” (1980) ile birleştirme çılgınlığını gösteriyordu. Korku-western kırması melez yapının çıkış noktası iyi olsa da, S. Craig Zahler’in ilk 90 dakikadaki özensiz işçiliği video kolaycılığını hatırlattı.

        Yine de film, çarpıcı son 35-40 dakikasıyla hatırlanacaktır. Kankurô Kudô’nun üçüncü uzun metrajı “Too Young to Die” (“Wakaku Shite Shinu”), ‘fantastik rock müzikali komedisi’ olarak aslında “Velvet Goldmine” (1998) ile “Son Durak” (“Final Destination”, 2000) arasında başlıyor. Ama devamında şeytan komedisine dönüşüp “Bedazzled”la (1967) akrabalık kurarken, ‘Faust’ öyküsüne kayarak ‘klişe’ yollara sapmaktan kurtulamıyordu.

        Meksika’dan çıkan “We Have The Flesh” (“Tenemos La Carné”), Gaspar Noé kadar iddialı bir sinemacının ülkedeki kıyamet kuşkusuna, paranoyasına dair bol cinsellik ve şiddet yüklü yorumuydu. Film, baştan itibaren cinsel organ yakın planlarının, tuhaf tepki veren karakterimsilerin ve irrite edici seks sahnelerinin havada uçuştuğu bir pembe film (Japonya’daki softcore porno türü) örneği gibiydi. Türün 2012’de vefat eden kilit isimlerinden Koji Wakamatsu’ya saygı duruşu izlenimi bıraktı. Emiliano Rocha Minter, yapımcılardan Reygadas’ın ilk filmi “Japon”daki (2002) iddialı sahnelerin ayarını kaçırma sorunundan mustarip…

        YUNAN VE KAZAK İSTİSMAR FİLMLERİ

        Bunların yanında Kazakistan’dan, “Belalı Ev” (“Ukkili Kamshatile”, 2014) dikkat çeken Adilkhan Yerzhanov’un dördüncü uzun metrajı, 6.000 avroluk bir ‘köy korkusu’na odaklanıyordu. Elbette Türk sinemasında daha iyisini gördüğümüz, burada ise ‘salgın’ ya da ‘lanet’i, arkadaşların maske ve peruk takması olarak algılayan bir çalışma vardı. Adeta ‘Kazak istismar filmi’ olarak konumlandı “The Plague at Karatas Village” (“Chuma v Aule Karatas”, 2016).

        Hayal kırıklığı yaratan Yunan filmi “Suntan” yaşlı bir adamla genç bir kızın etkileşimini ele alırken, çıplaklık ve cinselliğe boyutsuz yaklaşımıyla ‘sahilde geçen istismar filmi’ne dönüştü. “Motel Mist”i (“Rong Ram Tang Dao”, 2016) de bunların arasına ekleyebiliriz.

        YARI YOLDA KALMANIN ADRESİ

        Genelde aşırılığın dozunu iyi ayarlayamayan filmler izledik bu sene. “WinWin”, “Sayanora”, “Greater Things”, “Montanha”, “Last Land” (“La Ultima Tierra”) gibi minimalizm kanadında ilgi çekebilecek, yarım başarılar da vardı. Ama örneğin kadın filmleri arasında LGBT sinemasında da anılabilecek “Where I Grow Old” ve “Arianna”, “A Woman A Part” ve “Love and Friendship”ten iyiydi.

        Ama günleri gencecik yönetmenlerden çıkmış capcanlı filmlerle geçirmek keyifliydi. Herhangi bir şekilde İkinci Japon Yeni Dalgası takdir toplayamadı. Uzakdoğu hayal kırıklığı yarattı. Ama Amerikan bağımsız sinemasının 2015’teki yükselişine yakışan işler izleyebildik. Güney Amerika’daki çıkış dikkatlerden kaçmadı.

        KEREM AKÇA’NIN ROTTERDAM’DA İZLEDİĞİ EN İYİ 10 FİLM

        1-Alone

        2-Jacqueline (Argentine)

        3-The Land of the Enlightened

        4-Animal Politico

        5-The Love Witch

        6-Ballad of Exils: Yılmaz Güney

        7-Arinna

        8-Strange Case of Shiva

        9-Where I Grow Old

        10-Fear Itself

        KEREM AKÇA’NIN ROTTERDAM PROGRAMINDAN DAHA ÖNCE İZLEDİĞİ EN İYİ 10 FİLM

        1-Ma

        2-Suikastçi

        3-High-Rise

        4-Evolution

        5-Girls Lost

        6-Masumiyet Müzesi

        7-Brand New-U

        8-The Other Side

        9-Cennet

        10-Kaili Blues

        45. ROTTERDAM FİLM FESTİVALİ’NİN ÖDÜLLERİ

        Hivos Kaplan Ödülü: “Radio Dreams”

        Jüri Özel Ödülü: “Last Land”

        VPRO Big Screen Ödülü: “Les Ogres”

        Parlak Gelecek Ödülü: “Las Lindas”

        Hubert Bals Fonu Dioraphte Ödülü: “Embrace of the Serpent”

        Warsteiner Seyirci Ödülü: “Land of Mine”

        NETPAC Ödülü: “The Plague at the Karatas Village”

        MovieZone Ödülü: “Land of Mine”

        FIPRESCI Ödülü: “Bodkin Ras”

        KNF Ödülü: “The Perception”

        Diğer Yazılar