!f İstanbul'un 'en'leri ve değerlendirmesi
18-28 Şubat arasında 15. yaşına giren !f İstanbul, dopdolu bir programla karşımızdaydı. Festivalde trans filmleri, klasikler ve Amerikan bağımsız sineması öne çıkarken, alıştığımız temalar, dinamik üsluplar ve keşif algısı yerli yerindeydi. Özellikle önceden izlediğim 30 filmi eklemezsek “Kayıp ve Güzel” ve “Sığınak” bu 11 günden geriye kalanlar oldular. “Tilki Perisi Liza” ve “Kung Fury” ise kült olmaya yakın... Festival 6 Mart’a kadar Ankara ve İzmir’de sürecek.
“Kayıp ve Güzel” (“Bella E Perduta”) ve “Gök Gürülder, Dünya Korunmuştur ve İki Göz Birbirinin Kardeşi Değildir” (“The Sky Trembles and The Earth is Afraid and The Two Eyes Are Not Brothers”) bile !f’in ruhunu anlatmak için yeterli… 16 mm ile çekilmiş iki başarılı docudrama örneği… Ama özellikle geleceğe kalacak ilkinde belirgin bir ‘Pasolini’ kumaşı var… Elbette “Sığınak” (“Der Bunker”) ve “Der Nachtmahr”’ı rahatsız edici kontenjanından araya iliştirebiliriz. “Ma” ise ‘modern dans’ ile ‘feminist sinema’nın ‘Meryem Ana’ üzerinden harika bir kesişimi… Peki ya “Arzu Seni Özgür Bırakacak” (“Desire Will Set You Free”) kadar cıvıl cıvıl, rengarenk ve enerjik bir eşcinsel filminin sözünü etmemek doğru mu?
ZORUNLULUKLAR VE BİLİMKURGU
!f İstanbul bu sene de kendi keşif arayışlarına uyan bir programla karşımıza çıktı. Charlie Kaufman’ın stop-motion animasyon deliliği “Anomalisa”, -başarılı olmasa da- tüm bunlara güzel bir eklemeydi. Elbette Gaspar Noé, Jean-Marc Vallée gibi isimleri de unutmayalım. Eski !f’çilerden Cannes ana yarışmasına giren Maïwenn bulunabildiği gibi, yepyeni isimlerden “Tilki Perisi Liza” (“Liza, a Rókatündér”) gibi kült olma ihtimali yüksek masalsı bir Macar filmi de keşfedildi.
Bilimkurgu filmleri namına “Yaratıcı Kontrol” (“Creative Control”), “Turbo Kid”, “Ormana Doğru” (“Into the Forest”) tatmin etmedi. Ama ilki en umut verendi. Cinsellikle bağ kuran bir “Aşk” (“Her”, 2015) ya da “Brainstrom”un (1985) siyah-beyaz torunu denebilecek iş, her telden çalmasa girişimci ruhun teknolojik açılımlarına dair Steve Jobs filmlerini kıskandıracak düzeydeydi. Ama bu türde 2015’e damga vuran “High-Rise” ve “Ruh İkizim”in (“Brand New U”) seçkiye alınmaması bir eksiklikti. Eşcinsel sinemada “Arzu Seni Özgür Bırakacak”, “Yaramaz Bebek” (“Nasty Baby”), “Akş” (“Loev”) ilginç denemeler olarak ‘temiz’ ve ‘sansürcülüğe karşı’ durdular.
TÜRKİYE SİNEMASINDA DURUMU NASILDI?
Aslında bu senenin ilginçliği yerli filmlerin ve klasiklerin çoğalmasıydı. Deneysel Kürt filmi “Gizli” bunların en iyisi olurken, “Köpek” de kimi eksiklerine karşın Gezi sonrası ruh hali üzerine doğru tespitler barındıran bir mirastı. Nekrofiliye eğilen “Ceset”, Yeni Fransız Aşırılığı’na öykünen “Naciye” ve Diyarbakır’da bir basketbol takımına ayna tutan belgesel “Bağlar”ı da ekleyebiliriz.
Merlin Ecer’in ilk festival gösterimini yapan “Tekerleme”si (1984), 80’lerin bir şeyler beceremeyen entelektüel yönetmenlerine ‘yeni bir ekleme’ yapma adına değerliydi. Brechtiyen tarafı üzerine uğraşmadan gelen ‘amatör ruh’ çok itici dururken, filmi de dalga geçilir bir sanatsal sarhoşluk tutsak almış gibiydi.
KLASİKLER DE ÖNE ÇIKTI
Ama Kazuo Hara’nın “En Mahrem Eros: Aşk Şarkısı” (“Gokushiteki Erosu: Renka”, 1974) ve “İmparatorun Çıplak Ordusu Hala İlerliyor”u (“Yuki Yukite Shingun”, 1987) aykırı bir belgeselciyi tanıttı. Başyapıt “Güllerin Cenaze Töreni” festivalin ruhuna uygun bir ‘travesti hayat kadınları’ hikayesine Japon Yeni Dalgası dokunuşuydu. Kült vampir filmi klasiği “Açlık”ı (“The Hunger”, 1983) ise DCP kopyasından perdede izlemek, yeniden deneyimlemek keyifti!
Manoel De Oliveira’nın 16 mm çektiği miras filmi “Ziyaret ya da Anılar ve İtiraflar”ı (“Visita ou Mamorias e Confissoes”, 1982) üstadın isteğinin yerine gelmesine olanak tanıdı. Bu zamana kadar saklanan bu otobiyografik belgesel, aslında yönetmenin evine girip kariyerinin dingin, kişisel, sıkıcı, tutkulu ve zorlayıcı taraflarını gözler önüne serdi.
BUNUEL ETKİSİ
“Ayrık Otu” (“El Apostata”) keskin bir Vatikan eleştirisini Bunuel’e yakın gerçekleştirirken, “Sığınak” da aslında eğitim sistemi ve işlevsiz aile üzerinden Hitler’i alegorik olarak hedef alıyordu. İkincisinin tek mekan tercihi fark yaratıp Herzog’tan beslenirken, toplamın en rahatsız karakterlerini sunması dikkat çekti.
Denis Coté’nin Berlin’den sıcağı sıcağına gelen “Béatrice’i Olmayan Boris”i (“Boris sans Béatrice”), Bergman kafasıyla üremiş bir Bunuel filmi gibiydi. Ölüm arifesindeki eşini umursamadan yasak ilişkiye giren adamın yaşadığı ‘kaos’, ‘kaotik bir dil’ ve ‘gizemli bir hikaye’ ile tasvir edildi. Lavant’ın katkısı çok yapıştırma ve Lynchesk dursa da yönetmenin reji alışkanlığına uygun bir işçilik vardı.
HAYAL KIRIKLIKLARI
Açıkçası “İnsanlar ve Tavuklar” (“Mænd & Høns”), “Yolun Sonu” (“The End of the Tour”), “Büyükanne” (“Grandma”), “Yeniden Başla” (“Demolition”) festivalin hayal kırıklıkları olurken, “İki Arkadaş” (“Les Deux Amis”) ve “Ne Yerde Ne Gökte” (“Ni Le Ciel Ni La Terre”), Fransa’nın ‘sallanan el kamerası’nı sömüren ‘sanat filmi’ algısını karşılamak içindi. İlkinin Garrel’in beceriksizliğini kanıtlaması ise şaşırtmadı. Noé’nin en kötüsü “Aşk 3D”nin (“Love 3D”) Fransız sinemasının örneklerine meydan okuyabilmesi trajikti.
“Çocuk ve Canavar”da (“Bakemono No Ko”, 2015) Mamoru Hosoda önceki iki animasyonunun seviyesine ulaşamazken kendi sinemasının ‘fantastik şubesi’ne imza attı, daha ziyade Miyazaki’nin ikinci dönemine benzetildi. “Belirsizlik Teorisi” (“Theory of Obscurity”), “Benim Adım Malala” (“He Named Me Malala”) gibi ilginç belgesellerle yüzleşmek sevindiriciyken, “Yallah Underground”, “Sonita”, “Hızın Kızları” ise Ortadoğu’dan ayrıksı karakterlere dair sadece meselenin ‘canlılığı’ ile dikkat çeken denemelerdi.
Almanya’dan iki eğitim meselesini anlatan rahatsız edici filmin üretilmesi şaşırtıcıyken, “Dört Defa”dan (“Le Quattro Volte”, 2010) sonra İtalya’daki sosyal gerçekçi ezberi yıkan bir filmin daha, “Kayıp ve Güzel”in hakkıyla Aşk ve Başka Bi’ Dünya ödülüne ulaşması sevindirdi. En dikkat çekici çıkışı “Ma” ile Celia Rowlson-Hall’un yapması ise aslında festivale yakışan bir ‘deneyci feminist sinema’ tanımı getirdi. Şaşırtıcı keşif ise Türkiye’den çıkan “Gizli” oldu. Klasiklerin ve Amerikan bağımsız sinemasının öne çıktığı etkinlikte bilimkurgu ve animasyonun zayıf kaldığını eklemek şart.
En iyi 10 kurmaca film (yarışma hariç)
1-Şov Dünyası
2-Suikastçı
3-Der Nachtmahr
4-Sığınak
5-Kayıp ve Güzel
6-Bir Genç Kızın Gizli Defteri
7-Aşk 3D
8-Yeryüzünün Kraliçesi
9-Tilki Perisi Liza
10-Gök Gürülder, Dünya Korunmuştur ve İki Göz Birbirinin Kardeşi Değildir
Keş!f yarışmasının en iyi 5 filmi
1-Ma
2-Kırıntılar
3-Gizli
4-Cennet
5-Kaili Blues
En iyi 5 belgesel
1-Masumiyet Müzesi
2-Dinle Beni Marlon
3-Belirsizlik Teorisi
4-Yallah Underground
5-Benim Adım Malala
En büyük sürpriz
Gizli
En iyi ilk film
Ma
En iyi kadın yönetmen
Celia Rowlson-Hall
En iyi LGBT filmi
Arzu Seni Özgür Bırakacak
En büyük hayal kırıklığı
Sen Benimsin
En çok umut vaat eden yönetmen
Marielle Heller
Kültleşme ihtimali en yüksek film
Tilki Perisi Liza
En çabuk vizyona giren film
Yeniden Başla (Demolition) (1 Nisan)
En ilginç fikir
Aaaaaaaaah!
En fazla seyircinin yarısında terk ettiği film
Suikastçı
En kült an
Mahrem Eros: Bir Aşk Şarkısı’nın tek plan çekilmiş canlı doğum sahnesi
En kitsch (bayağı) an
Kung Fury’nin tamamı
En gore (kanlı) sahne
Naciye’nin cinayet sahneleri
En iyi seks sahnesi
Aşk 3D’de Murphy ile Electra’nın ilk seks sahnesi
En rahatsız edici an
Annenin çocuğunun yanında kendini tatmin etmesi (Sığınak)
En kült erkek karakter
Öğrenci (Pit Bukowski) (Sığınak / Der Bunker)
En kült kadın karakter
Krisha (Krisha Fairchild) (Krisha)
En derin karakter
Catherine (Elizabeth Moss) (Yeryüzünün Kraliçesi / Queen of Earth)
En kötü film
Kara At Hatıraları