Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Yeni Alman Sineması’nın sıra dışı başyapıtlarla bilinen ustası Werner Herzog, son 20 yılda yönünü kaybettiğinin farkında mıdır? Bu durum onun ‘sistem karşıtı’ iken ‘sistemin esiri’ filmlere imza atmasını, kült anti-kahramanlarından kopmasını sağlıyor. “Çöl Kraliçesi”ndeki Gertrude Bell de dişi Aguirre, dişi Brian Sweeney Fitzgerald olamıyor. Yönetmenin kurmacadaki düşüşü; kendini Amerikan hegemonyasının kollarına bıraktığı, sadece ‘seraplar’ ve ‘ilginç belgeseller’le anıldığı çöküş dönemi sürüyor. 2015 Şubat’ında Berlin’de Altın Ayı için yarışan film, Cuma vizyona girdi.

        Birçok yönetmen için bir tane bile başyapıta imza atmak önemlidir. Ama şu an 70 yaşını geçen bir sinemacının bu seviyede en az 3-4 filmi olması da çok rastladığımız bir durumdur. Fakat çoğu yönetmen, belli bir dönemden sonra eski reflekslerini kaybedebilir. Bunun birçok sebebi olabilir: Birincisi dünyaya bakışının değişmesi, ikincisi başka bir ülkeye göç etmesi, üçüncüsü siyasi arka planın farklılık göstermesi, dördüncüsü ekip arkadaşlarının değiştirilmesi, beşincisi yaşlanması.

        SAYISIZ BAŞYAPITA İMZA ATMIŞ SIRA DIŞI BİR AUTEUR

        Yeni Alman Sineması’nın belirleyici ve çılgın ustası Werner Herzog için bunların hepsini birden düşünebiliriz. Fakat gerçek şu ki hiçbir zaman 1970’lerdeki, içinden “Even Dwarfs Started Small” (“Auch Zwerge Haben Klein Angefangen”, 1970), “Aguirre: Tanrının Gazabı” (“Aguirre, Dern Zorn Gottes”, 1972), “The Enigma of Kaspar Hauser” (“Jeder Für Sich Und Gott Gegen Alle”, 1974), “Heart of Glass” (“Herz Aus Glas”, 1976) gibi benzersiz başyapıtlar geçen zinde dönemine geri dönemeyecek.

        Yönetmenin Klaus Kinski adlı kült bir oyuncu yaratması bir yana, çekimlerde onunla yaşadığı olayların da sinema muhabbetlerine konu olması ayrı bir özelliktir. Temelde aşina olmadığımız yüzyıllardan, ülkelerden ve doğalardan ‘egzotik’ manzaralar sunma hedefiyle yola çıkıp, bunun etrafını net ‘anti-kahramanlar’ ile donatmayı hedefler. Bunlar cüceler, büyümeyen adamlar, haydutlar, camdan kalpli insanlar, vampirler olabilir. En tuhaf ‘Nosferatu’ filmlerinden biri onun kariyerindedir.

        Ama böylesi tiplemeleri anlatmak için klasik bir anlatı yöntemi kullanmaz. Aksine uzun kamera kaydırmalarına destek veren dengeli sanat yönetimi ve araya giren hipnotize edici kareler onun dünyasını açığa çıkarır. Bir iddia sebebiyle “Fitzcarraldo” (1982) gibi bir film, bir aristokrasi eleştirisi de çekebilir. Fakat genelde onun başroldeki ‘erkek öteki’ye odaklanan bir dünyası, ‘anti-macera filmi’ olarak anılabilecek her açıdan şaşırtan bir tür ezberi vardır. Eşsiz filmleriyle kendi akımında nev-i şahsına münhasır bir yere oturmuş, Wenders, Von Trotta, Schlöndorff, Fassbinder gibilerinden daha özgün durmuştur. Belki de sinema tarihinde Jodorowsky, Zulawski, Haneke, Trier gibi ‘sıra dışı yönetmenler’ arasında onun da adı anılır.

        GERİYE SADECE ‘HERZOG SERAPLARI’ KALIYOR

        Özellikle son 15-20 yılda, 2005’te Sundance’te gösterilip beğeni toplayan, tuhaf ‘ayıyla konuşan insan’ belgeseli “Grizzly Man” (2005) Herzog’un kariyerini belgesellerle anılır hale getirdi. Ama araya İngilizce kurmaca filmler de girdiğinde sadece ‘Herzog serapları’ gördüğümüz, bütün olarak tatmin etmeyen, Amerikan milliyetçiliğini pohpohlayabilen ısmarlama işlerini görüyoruz.

        “Little Dieter Needs to Fly” (1997) belgeselini Vietnam Savaşı’ndan bir kahraman pilot yaratmak için kullanan “Şafak Harekatı” (“Rescue Dawn”, 2007), kirli polis polisiyesi başyapıtının anlaşılmaz yeniden çevrimi “Kötü Dedektif” (“Bad Lieutenant: Port of Call New Orleans”, 2009), David Lynch çakması “Benim Güzel Oğlum, Ne Yaptın Sen?” (“My Son, My Son, What Have Ye Done?”, 2009) derken romantik-macera “Çöl Kraliçesi” (“Queen of the Desert”, 2015) de şaşırtmıyor.

        LUCY HARKER NERE, GERTRUDE BELL NERE

        Üstüne üstlük, burada yönetmenin hiç olamadığı şeyi olma çabası var. Arkeolog, gezgin, kartograf ve yazar Gertrude Bell’in gözünden bir ‘biyografik çöl macerası filmi’ akıyor. Yani memur yönetmenliğin devreye girmesi gerekiyor. Üstüne üstlük onda buradaki Kidman gibi kusursuz ve güzel bir kahraman görmeyiz. “Vampir Nosferatu”nun (“Nosferatu: Phantom der Nacht”, 1979) Isabelle Adjani’nin çekmiş gibi gözüken bembeyaz karakteri Lucy Harker, sinemacının kariyerinde geri plana itilen ve dışlanan kadın prototipinin önemli bir örneğidir. Burada ise ‘defolu’ ile ‘pürüzsüz’, ‘çirkin’ ile ‘güzel’, ‘geren’ ile ‘rahatlatan’ sıfatları yer değiştiriyor.

        Ama 19. yüzyılın başlarında Osmanlı İmparatorluğu zamanlarında Arabistan Çölleri’ne yapılan yolculuk, sömürgeci İngilizlerin isteklerini yansıtmak için konumlanıyor. Issız çöl üzerinde okunan yapay ezandan da bir çeşit ‘Ortadoğu egzotizmi’ yaratma hevesi yönetmene ağır geliyor. Üstüne üstlük projenin James Franco, Robert Pattinson, Damien Lewis ile birlikte “Rüzgar Gibi Geçti” (“Gone with the Wind”, 1939) olma hevesi de açığa çıkıyor. Bu durum zaman-mekan uyumunu yıkıyor.

        SİSTEM KARŞITI İKEN SİSTEMİN ESİRİ OLMAK

        Yönetmenin, hipnotize edici parçaları, egzotik doğası “Çöl Kraliçesi”nde var aslında. Olup bitenler kendinden geçmiş Nicolas Cage’in hayallerine giren “Kötü Dedektif” kadar trajik değil. En azından aradığı mekanı bulan Herzog’un serapları daha belirgin. Ama sözgelimi, bunları birleştirirken günümüzde olduğunu belli eden bir iç mekan, bilinçsizce Greenaway dokunuşu içerebiliyor.

        Bunun ötesinde Bell’den bir dişi Aguirre, bir dişi Francisco Manoel da Silva (“Cobra Verde”) yaratılmıyor. Kinski’nin Brian Sweeney Fitzgerald’ının (“Fitzcarraldo”) inatçı, çılgın ve idealist karakterinden enstantaneler dahi göremiyoruz. ‘Anti-macera’ damarı, Kidman’la iletişimin insaniliği sebebiyle baltalanıyor. Onun polyannacı içsesi, ‘sistem karşıtı’ Herzog’u ‘sistemin esiri’ne dönüşüyor. Karakterler ve motivasyonlar da Pattinson’ın “Arabistanlı Lawrence”a (“Lawrence of Arabia”, 1962) gönderme yapan karakterini de ekleyince tuhaf öğelerle yamanıyor.

        RUHSUZ ÇÖKÜŞ DÖNEMİ

        “Çöl Kraliçesi”, sanki Herzog’un artık ısmarlama işlere kayacağını, 70’lerdeki kıvrak zekasını, gençlik heyecanını barındırmadığını ispatlıyor. Özellikle yeni milenyumla birlikte belgesellerdeki başarısı daha net hale geliyor üstadın. Bu sayede ister istemez Lars Von Trier’nin de 2020’lerde bu moda girebileceğinden korkuyoruz (ki “Melankoli” ve “Nymphomaniac”ta bunu hissettirdi).

        Herzog, anti-kahramanları, egzotik doğayı, bilmediğimiz coğrafyaları ve hipnotize edici bir yapıyı sıra dışı filmlere malzeme etmesiyle, ‘camdan kalpli insanlar’dan ‘uzaylılar’a uzanan bir ayrıksı karakterler galerisi oluşturmuştu. Ama böyle giderse kült tiplemeleri (bu devirde Michael Shannon dışında kendine uygun oyuncu bulamadı) daha da azalacak. Her şey ruhsuz çöküş dönemine sıkışacak. ‘Belgeselleri daha iyi’ tümcesinin altı daha da çizilecek. Aynen kendi jenerasyonundan Wenders’in günümüzdeki durumu gibi…

        FİLMİN NOTU: 4.2

        Künye:

        Çöl Kraliçesi (Queen of the Desert)

        Yönetmen: Werner Herzog

        Oyuncular: Nicole Kidman, James Franco, Robert Pattinson, Damian Lewis

        Süre: 128 dk.

        Yapım yılı: 2015

        Diğer Yazılar