Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Cannes’da dün “American Honey”nin galası vardı. Andrea Arnold’un olgunlaştığını kanıtlayan yol filmi, adeta gösterilen ilk yedi filmin yaratıcılarına bir yönetmenlik dersi verdi. ‘En İyi Yönetmen’ dalındaki iddiasını kanıtladı. Ayrıca Park Chan-Wook’un tartışmalar yaratacak tarihilezbiyen ilişki gerilimi “The Handmaiden” ve Nicole Garcia hayranlığının ucuz sonucu “Mal de Pierres” de görücüye çıktı.

        FEMİNİST, SAHİCİ VE DİNAMİK BİR YOL FİLMİ

        İlerleyen dönemde Arnold’un, Sam Mendes’in “Amerikan Güzeli”ne (“American Beauty”, 1999) cevabı denir mi bilinmez. Ama İngilizlerin, Amerikalıların hikayelerini çekmeleri rastlanan bir durum. Arnold, “American Honey”de (2016) 20'lerinde, kapıdan kapıya dergi dağıtan, özgürlükçü bir kızın izini sürüyor.

        Her zaman olduğu gibi başrole tanınmamış Sasha Lane’i yerleştiriyor. Onu bir fanusun içine sıkıştırarak, 1.33:1’deki zoom lens veya teleobjektiflerle bizi bir yolculuğa çıkarıyor. Bakış açısı, omuz üstü planlarının, sıçramalı kurgunun hakim rolü derken onun yorumuyla bir ‘Amerikan rüyası’ var. Ama kızın ağzından çıkan ‘Kansas City’ arayışıyla, bir çeşit gerçekçi ‘Dorothy’ canlanıyor.

        Ama Lynch’in bu kaynağa “Vahşi Duygular”daki (“Wild at Heart”, 1991) yaklaşımı kadar devrimci bir şekilde değil bu. Hatta bu sulara giriş çok basmakalıp gözüküyor. “American Honey”de Arnold, başyapıtı “Uğultulu Tepeler”deki (“Wuthering Heights”, 2011) kadar ileri gitmemiş, ‘alt sınıfın hipnotik haykırışı’na kaymamış. Fakat yine fakir bir kesimin, para ihtiyacının yol açabilecekleri sömürülmeden, enerjik bir üslupla işleniyor. ‘Kitchen sink drama’nın kalıpları temelinden kopartılıp canlı öğelerden destek alıyor. 70’lerin sistem karşıtı yol filmleri akla geliyor. En çok da “Kanlı Topraklar” (“Badlands”, 1973)…

        Lane’in (Star) yola çıkmasıyla birlikte Amerika’nın alışık olduğumuz tabuları yavaş yavaş yıkılıyor. Ama teşhirci bir durum da izlemiyoruz. Shia LaBoeuf’un devreye girmesiyle gerçekçi bir aşk yan hikayesi ortaya çıkıyor. Film onunla birlikte, neredeyse gerçek zamanlı iki cesaretli sekansa da ‘anlamlı yerler’ açıyor.

        Aslında devreye giren popüler ve tempolu şarkılar, hızlanan kurgu, yalıtılan ışık ve hayvanlar, natüralizmi stille kaynaştıran üslubun keyfine varmamızı sağlıyor. Filme ismini veren ‘bal’ın renginin, doğa ve ışık kullanımıyla yakalanması, Arnold’un dünyasına ayrı bir tat katıyor. Lynne Ramsay ile Cate Shortland’in yakın akrabası yönetmenin başarılı geri dönüşleri bunlar. Bu dil, eşsiz bir sahicilikle Star’ın etrafını donatıyor. “American Honey”, ABD’nin unutulan yüzüyle ilgili görmediğimiz konuları ele almıyor. Ama rejisiyle bir olgunluk sınavı veriyor.

        ‘THE HANDMAIDEN’, FORMDA BİR CHAN-WOOK DEĞİL

        Park Chan-Wook’un Viktoryen dönemde geçen bir romandan, Sarah Waters’ın ‘Fingersmith’inden uyarladığı “The Handmaiden”ı (“Ah-ga-ssi”, 2016) aslında klasik bir lezbiyen sinema örneği değil. Ama Masumura’nın “Manji”si (1964) ile “Yurttaş Kane”i (“Citizen Kane”, 1941) birleştirdiği de iddia edilebilir. Aslında hizmetçi fantezisi Losey’nin “Hizmetçi”sinden (“The Servant”, 1963) bu yana var belki de. “Hizmetçi” (“Hanyo”, 2010) gibi güncel zamanda geçen başarılı bir Kore filmi de çekildi.

        Ama burada yönetmen 30’lar Kore’sinde alıyor soluğu. Bizi içine soktuğu dünyada ise zoraki ‘epizodik’ duran, sadece öyle olsun diye bakış açılarına bölünen, sanat yönetimi, içses kullanımı ve daha nicesiyle dizi işçiliğine kayan bir çalışma izliyoruz.

        Chan-Wook, kimi etkileyici kamera kaydırmaları bir yana, seks sahnelerinde şaha kalkıyor esasen. Lezbiyen ilişkiyi, yatak kimyasını, cinsel tutkuyu müthiş bir gerçeklikle ve cesaretle kavrıyor. Ama bir “Mavi En Sıcak Renktir” (“La Vie d’Adele”, 2013), bir Carol” (2015) yaratamıyor. Entrikaların bayağı durması, dilin zorlaşması ve reflekslerin eskisi gibi işlememesiyle bir ‘ahenk’ sorunu yaşıyor.

        COTILLARD DİRENİYOR

        Fransız filmleri yarışmada seviyeyi düşürme sorumlu haline gelmeye başladı. “From the Land of the Moon” (“Mal de Pierres”, 2016), sanki Ersin Pertan’ın ya da Ali Özgentürk’ün çektiği ucuz ve boyutsuz bir dönem filmi gibi. Louis Garrel’in tekerlekli sandalyedeki halini uzun süre unutmamak doğal bir gelişme olur. Cotillard özellikle ilk 20 dakika çok iyi. Ama sonra ‘takıl sen!’ gibi bir oyuncu yönetimi numarasıyla köşeye sıkışıyor.

        Croisette’de üçüncü yarışma heyecanını yaşayan Garcia, yönetmen değil, filmde de bir görüntü yönetmeni yok. Bu sebeple çamur gibi görüntüleri tuhaftır sinemaskop formatında deneyimliyoruz. Duygusal eylemlerin eğlenceli durması, yanlış hamlelerin sonucu gibi. Filmin ismine ‘taş hastalığı’nı alması net bir dalga geçme malzemesine dönüşüyor zamanla... Sürenin uzaması gereksiz sekansların eklenmesini sağlarken destansı aşk damarını da devreye sokabiliyor.

        KEREM AKÇA’NIN 69. CANNES FİLM FESTİVALİ YARIŞMASI İÇİN YILDIZ TABLOSU

        AMERICAN HONEY: 6.7

        I, DANIEL BLAKE: 3

        IN THE LAND OF THE MOON: 2.2

        SIERANEVADA: 4.5

        SLACK BAY: 5.2

        STAYING VERTICAL: 2

        THE HANDMAIDEN: 4.5

        TONI ERDMANN: 3.1

        Not: Yıldızlar, festival boyunca güncellenecektir.

        Diğer Yazılar