Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Cannes’da Mungiu, Dardenne’ler gibi Altın Palmiyeli yönetmenlerin filmleri görücüye çıktı. “The Unknown Girl” ve “Bacalauréat”, beklenen beğeniyle karşılanmadı. Öte yandan Mendoza ve Dolan’ın da kariyerlerinde alt sıralara yerleşen filmleriyle yüzleştik: “Ma’ Rosa” ve “It’s Only The End of the World”. Yarışmadaki çekişme ve belirsizlik hızla sürüyor.

        DARDENNE’LER Mİ, MUNGIU MU?

        Seversiniz veya sevmezsiniz, ama Belçikalı Dardenne Kardeşler ile Romen Christian Mungiu minimalist gelenekleriyle takip edilen isimler. Konu Dardenne’lerden açılınca sosyal gerçekçi sinemayı ‘yönetmenci’ hale getiren üslup arayışı bir püf noktasıdır. Bu özgüvene ulaşırken aslında uzun plan alma, az kesme yapma düşüncesi el-omuz kamerasından besleniyor.

        Mungiu’da ise Çavuşesku rejimi arka planlı çarpıcı bir mesele vardır her zaman. Bunun etrafını saran el-omuz kamerası ya da steadicam’in kaydırmalarıdır. Karakterleri öne yerleştiren yönetmen, bolca izleme planı kullanılır. Yönetmenin Dardenne’lerle yolları burada kesişir. Bir bakıma Jancso ve Angelopoulos gibi öncülüğünü yaptığı hareketli/kaydırmalı kamera minimalizmini benimser.

        Açıkçası Mungiu “Bacalauréat”da, “Tepelerin Ardında”da (“Dupa Dealuri”, 2012) dışarı çıkılmasıyla iyiden iyiye devreye giren bu damarı unutuyor. Öne yerleşen oyuncularla Porumboiu’ya yakın bir plan sekans alma, pan hareketinin dışına çıkmama arzusuna kapılıyor. Dardenne’ler ise “The Unknown Girl”de (“La Fille Inconnue”), oyuncu Adèle Haenel’in profesyonellik desteğiyle planların dakikasını arttırıp üslubu ‘tavizsiz’ hale getiriyorlar.

        GÖRÜNTÜ YÖNETMENİ FARKI HİSSEDİLİYOR

        İster istemez hemşirenin suçla ve vicdanla mücadelesi, olabilecek en gerçekçi haliyle veriliyor. Doğal ışık kullanımı derken, kaydırılan kameranın sekanslarda kesinti yapmamasıyla da bir olgunluk ya da ustalık canlanıyor. “The Unknown Girl” neredeyse plan sekanslardan oluşan “Çocuk”tan (“L’Enfant”, 2005) bu yana yönetmenlerin görsel matematik açısından en özenli filmi olabilir (“Bisikletli Çocuk”la beraber).

        “Bacalauréat”da ise Romanya’daki ‘mezuniyet’ probleminin etrafından, bir baba, bir kız ve yasak ilişki üzerinden aile kurumu hedef alınıyor. Kameranın önüne yerleşen ve görsel dili zedeleyecek kadar konuşan karakterler, belki bir kere kaydırmadan destek alıyor. Mungiu’yu taşıyan, ‘kaydırmalı kamera’yı idare eden görüntü yönetmeni Oleg Mutu’nun eksikliği hissediliyor. İç mekan yoğunluğu, “4 Ay, 3 Hafta, 2 Gün”de (“4 Luni, 3 Saptamani Si 2 Zile”, 2007) dışarı çıkıp karanlık melankoliyi besleyen sekanslardan mağdur bırakıyor filmi.

        Açıkçası Romen Yeni Dalgası’nın güncel siyasi olaylardan uzaklaştıkça anlamsız durabileceğini düşünüyoruz. Dardenne’ler kendi ekolünü, Mungiu ise başka şeyleri denemiş bu kez. Biraderlerin sıçramalı kurgudan destek alarak duygusallaştığı, tekdüze durduğu filmlerinden biri karşımıza çıkmıyor. Bir mücadele varsa bana göre bu kez Dardenne’ler’in galip geldiği yönünde… Biraderlerin sürekli aynı görüntü yönetmeniyle, Alain Marcoen ile çalışması, elbette bir istikrar getirmiş.

        MENDOZA VE DOLAN İYİ SINAV VERMEDİ

        Ayrıca “It’s The End of the World” (“Juste la Fin du Monde”) ve “Ma’ Rosa” da görücüye çıktı. Her iki eser de yönetmenlerin kariyerlerinin tersi istikametine gitmeyen işler. Birincisinde Dolan, bir aile yemeğinde, tiyatro uyarlaması bir filme imza atıyor. Her şeyin unutulduğu, işlevsiz ailenin açığa çıktığı atmosfer, neredeyse distopik coğrafyada, Fassbinder ekolüne yakın.

        Ama Dolan, 180 derece kuralını yıkma adına sürekli yakın planlarla bize yorucu bir diyaloglar galerisi sunuyor. Popüler kültür referanslarıyla örülü işitsel yapının katkısıyla gelen Fransızca ve İngilizce şarkılar filmi bir yere taşıyamıyor. Yorucu süreç sayesinde flashback sahnelerindeki iddialı açıların bile bir değeri kalmayabiliyor. Şaşaalı Fransız oyunculardan (Baye’dan Cotillard’a) bile destek alamayan film, adeta gösteriş budalasının kelime karşılığı gibi…

        “Ma ‘Rosa” ise masum gözüken orta yaşlı bir kadının Manila’nın yeraltı dünyasından geçişini anlatıyor. Sanki onun duygusallığını yansıtıp bir şeyler söylediği için yarışmaya alınmış. Ama “Metro Manila”nın (2013) verdiği çöp film duygusu burada da var. Birkaç sekansta uzun planlar için çabalayan Mendoza genel anlamda ışığa bile dikkat etmemiş. Böylece her şey karton duruyor. Suç dünyası da arkada ‘mesaj kaygısı’na destek veriyor sadece. 110 dakikada bu kadar ucuz bir sinematografi ve bu kadar patlayan ışıkla idare etmek de büyük başarı!

        KEREM AKÇA’NIN 69. CANNES FİLM FESTİVALİ YARIŞMASI İÇİN YILDIZ TABLOSU

        AQUARIUS: 5.6

        AMERICAN HONEY: 6.7

        BACALAUREAT: 5.3

        I, DANIEL BLAKE: 3

        IN THE LAND OF THE MOON: 2.2

        IT’S ONLY THE END OF THE WORLD: 4.6

        JULIETA: 5.9

        LOVING: 5.5

        MA’ ROSA: 2.6

        PATERSON 7.5

        PERSONAL SHOPPER: 6.3

        SIERANEVADA: 4.5

        SLACK BAY: 5.2

        STAYING VERTICAL: 2

        THE HANDMAIDEN: 4.5

        THE UNKNOWN GIRL: 6.6

        TONI ERDMANN: 3.1

        Not: Yıldızlar, festival boyunca güncellenecektir.

        Diğer Yazılar