Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Çek Cumhuriyeti’nin en köklü festivalinde son düzlüğe geldik. 51. Uluslararası Karlovy Vary Film Festivali’nin ödülleri bu gece sahiplerini bulacak. Heyecan dorukta… ‘Kristal Küre’ yarışında “Babamın Kanatları” zafere ne kadar yakın? Hangi isimler ödülü daha çok hak ediyor? Seçki Doğu-Orta Avrupa sinemasının durumunu yoklamak için ideal miydi?

        Karlovy Vary’de 12 film yarıştı. Bunların arasında fazla bir uçurum yoktu, ama üç-dört film daha bir öndeydi. Ana seçkide ise ‘güçlü kadın’ ve ‘çaresiz erkek’ tanımları öne çıktı. Aile hikayelerinin içinde veya başka şekillerde ‘feminist durma’ adına adımlar atan yönetmenler, Çek Cumhuriyeti, Polonya, Almanya, Rusya, Slovenya fark etmeksizin ilgi odağı oldu.

        KADIN TEMSİLLERİ AĞIRLIKTAYDI

        1980’lerde Bratislava’ya gelen bir öğretmen, tutkuya aç ve dinden soğumuş bir Alman kadın, beklenmedik bir kazayla karşılan Sloven bir anne, cinsel arayışını fantezilerle yaşatan ötekileştirilmiş orta yaşlı bir Rus kadın, kuaförlük yapan iki Polonyalı kız ve ara kalan kocasına ‘tuvalet’ giyerek seksi gözüken Romen bir anne… Aslında tüm bunlar her ülkede de karşı cinsin yavaş yavaş erkeğin önüne geçtiği, gerçek aile reisinin kadınlar olduğunu ispatladı.

        Bunun yanında ‘emekçiler’ de arada karşımıza çıktı. “Babamın Kanatları”, üç erkek üzerinden inşaat çalışanlarına bakarken, “Waves”deki (“Fale”) kadın kuaförler bu konuda bir eylem belirlediler. Ama ‘sosyal gerçekçi’ gelenek ilkinde işitsel yapının tasvirindeki özenli ‘genç kuşak’ tanımıyla daha yetkin ele alındı. Türkiye sinemasındaki ‘vizyon’ ortaya çıktı.

        GÖRSEL ZEKA AÇISINDAN ZAYIF BİR SENEYDİ

        Belki de aristokrasiyi ele alan tek film İtalya’dan geldi: “Confessions” (“Le Confessioni”), bir keşişin günah çıkarma seanslarına davet ettiği maliye bakanlarını keşfe çıktı. Lüks otel ve kimi başarılı performanslar dışında filmde bir ahenk göremedik. Tek mekana hapsolan bir diğer filmde, Cassavetes etkili “It’s Not the Time of My Life”da (“Ernellaek Fakaseknal”) bir ailenin dünü bugünü üzerine saklanan sırlar açığa çıkıyordu. İkincisinin yönetmen özeni biraz daha yukarı seviyedeydi. 72’li Szabolcs Hadju’nun daha iyi filmler yapma potansiyelinden emin olduk.

        “We’re Still Together” ve “The Next Skin” (“La Propera Pell”) ise aslında ‘anti-kahraman’ tasvirlerine İspanya ve Kanada’dan baktılar. Ama fazla egzotik veya formülüne uydurulmuş tanımlardı bunlar. Minimalist sinema “By the Rails” (“Dincolo de Calea Ferata”) haricinde net temsilci bulamazken, “Zoology”nin (“Zoologiya”) absürd-kara komedi algısıyla yaptıkları dikkat çekti. Orada olduğu gibi genelde kamerayı sallayıp yakalanan gerçekçilik kolaycılıkla karşılık buluyordu. Dijital teknoloji herkesi kötü yola sokmuş gibiydi.

        YAŞ DEMEK TECRÜBE DEMEK DEĞİL

        Açıkçası iki film dışında ilk işini veren rejisörler sahne almadı. Gregorz Zariczny ve Kıvanç Sezer bu konuda şanslı isimlerdi. Jan Hrebejk Çek sinemasının mizah geleneğini devreye sokarken, Roberto Ando Sorrentino’nun gösterişçiliğine yanaşamıyordu. Sven Taddicken Almanya’daki yabancılaşmayı ‘din, yasak ilişki ve seks’ üçgeninde ‘sibernetik’ anahtar kelimesiyle aydınlatırken, Ivan I. Tverdovskij yine orta yaşlı ama bu kez evine kapanan bir kadının bunalımına ‘kuyruk çıkma’ gibi grotesk bir metaforla bakıyordu.

        Yönetmenlik açısından en olgun isimler Hrebejk, Mitulescu ve Hadju gibi gözükürken, Damjan Kozole, Roberto Ando, Isaki Lacuesta-Isa Campo’nun aynı yaş ve tecrübeye karşın bu kadar becerikli olamaması tartışılmalı. İlkinin Yugoslavya’nın bölünmesi sebebiyle yaşadıkları, ikincisinin 1959 doğumlu olmasına karşın ülke sinemasının duraklama devresinde fazla abartılması, üçüncüsünün ise sonradan bu koltukta bir araya gelmesi bu durumu doğuruyor.

        ÖDÜL ŞANSLARI

        Ama genel anlamda senaryoları geliştirme sıkıntıları bir tarafa, üsluba kafa yormadan kamerayı bir ‘göz boyama’ aracına çevirmek, meseleye yoğunlaşırken her şeyi unutmak bir sıkıntı gibiydi. Bu sebeple ilk film “Babamın Kanatları”nın işitsel yapının yanı sıra horoz dövüşü ve iPad ile de sunduğu işçi sınıfı tasviri görmeye değerdi. Yani birçok filmin görsel dilinden daha vizyon sahibiydi “Babamın Kanatları”. ‘Tecrübe’ taşımamasına karşın ödül alırsa şaşırtmaz. Ando ve Hrebejk ile beraber politik meselesi olan en net eserdi.

        En İyi Erkek Oyuncu’da Samancılar ve Ulrich Tukur başarılı performanslarına karşın net başrol değiller, bu sebeple Toni Servillo’ya kaybedebilirler. En İyi Yönetmen’de Hrebejk, Mitulescu, Hadju ve Taddicken’den biri almazsa haksızlık gibi gözükürken, En İyi Kadın Oyuncu’da çok fazla seçenek var. 25 ve 15 bin dolarlık para ödülüyle taçlandırılan ‘Büyük Ödül’ ve ‘Jüri Özel Ödülü’nün “The Teacher”, “Original Bliss” “Gleißendes Glück”, “Babamın Kanatları” ile “By the Rails”den ikisine gitmesine itiraz etmeyiz.

        KEREM AKÇA’YA GÖRE YARIŞMA FİLMLERİNİN SIRALAMASI

        1-The Teacher

        2-Babamın Kanatları

        3-Original Bliss

        4-By the Rails

        5-Zoology

        6-It’s Not the Time of My Life

        7-The Next Skin

        8-We’re Still Together

        9-Confessions

        10-Nightlife

        11-Waves

        Diğer Yazılar