Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Daniel Brühl, “Colonia”nın dünya prömiyeri sonrası sadece Kerem Akça’ya konuştu

        Elveda Lenin!”le çıkış yapan Daniel Brühl, kısa sürede uluslararası bir oyuncuya dönüştü. En son ülkemizde bir milyon seyirciyi geçen “Kaptan Amerika: Kahramanların Savaşı”nda boy gösterdi. 1978’li oyuncuyla “Colonia”nın dünya prömiyeri sonrası 2015 Eylül’ünde 40. Toronto Film Festivali’nde bir araya geldik. Güncel Alman sinemasının en iyi yönetmeni olarak Fatih Akın’ın ismini vermekten ve “Zafere Hücum”daki performansını es geçen Akademi üyeleri için ‘aşağılık herifler’ demekten gocunmayan bir karaktere sahip kendisi…

        Brezilya’da doğan Alman bir baba ile İspanyol bir annenin oğlu olarak 1978’de Barselona’da dünyaya geldi. Kısa sürede Köln’e göç eden Brühl, 1995’te ‘Forbidden Love’ adlı diziyle oyunculuk kariyerine başladı. 2003’te Avrupa Film Ödülleri’nde En İyi Erkek Oyuncu zaferine ulaştığı “Elveda Lenin!” (“Goodbye Lenin!”) ile şansı açıldı. Ardından “Son Ultimatom” (“The Bourne Ultimatum”, 2008), “Soysuzlar Çetesi” (“Inglorious Basterds”, 2009), “Zafere Hücum” (“Rush”, 2013) gibi filmlerle Hollywood’da boy gösterdi.

        Onu en son “Ben ve Kaminski” (“Ich und Kaminski”, 2015) ile 34. İstanbul Film Festivali’nde, Türkiye’de bu yıl en çok izlenen ikinci yabancı film “Kaptan Amerika: Kahramanların Savaşı” (“Captain America: Civil War”, 2016) ile vizyonda ve “Alone in Berlin” (2016) ile Berlin Film Festivali yarışmasında gördük. Oyuncu yavaş yavaş uluslararası ününü arttıran bir kariyere kaymaya başladı. Bizde vizyona girmeyecek Florian Gallenberger imzalı “Colonia”da ise Emma Watson ve Michael Nyqvist ile beraber rol aldı.

        HİKAYEYİ ÇIKAN YAZILARDAN BİLİYORDUM’

        Colonia”da Pinochet’nin kontrolü ele geçirdiği Şili’nin askeri darbe yıllarına bakıyoruz. Sinemada diktatörlüğü büyük oranda Nazi rejimlerinde görmüşüzdür. Burada ise Bir Alman’ın (Paul Schäfer) Şili’de açtığı gizli toplama kampı ‘Colonia Dignidad’ yoluyla Pablo Larrain’in meşhur üçlemesiyle akrabalık kuruluyor. Bu orijinal projeye ve çarpıcı hikayeye siyasi açıdan nasıl bakıyorsunuz?

        Birçok insanın bilmediği bir öykü... Çekimden önce fazla bilgim yoktu. Almanya’da her zaman birçok yazı, makale oluyordu. Ama yine de her şeyi bilmek mümkün değil. Siyasi arka plan çok önemli. Bir süredir etrafta konuşulan bir konuydu. Ve burada Michael Nyqvist’in canlandırdığı Paul Schäfer sadece Pinochet’yle değil, başka liderlerle de bağlantısı olan korkunç bir adam. Alman politikacılar da onunla ilgili bir önlem almadı. Çok becerikli bir adamdı, bazılarının iş ortağıydı. Florian’dan böyle bir film yapmak istediğini duyduğumda çok sevindim ve ‘anlatılması gereken bir öykü’ dedim.

        Burada ortak senaristliği de üstlenen Florian Gallenberger ile “Son Kahraman” (“John Rabe”, 2009) ve “Honolulu”da (2001) da çalışmıştınız. Onun hakkında ne düşünüyorsunuz? Sinemada popüler dil konusunda sürekli kendini geliştiren bir isim. Bir gün stüdyolara sıçrar mı?

        Planlarını bilmiyorum. Ama iyi bir yönetmen gerçekten. Kendisine sorulması gereken kişisel bir soru bence sorduğunuz…

        Kariyerinizde Alman filmlerinde başrollerde görüyoruz sizi. Hollywood’da ise yabancı aktörler yan karakterlere kayıyor. Buna karşın akılda kalıcı ve parlak yardımcı oyuncu rolleri devreye girebiliyor. Bu bilinçli bir tercih mi, yoksa teklifler mi böyle denk geliyor?

        Gelen teklif önemli. Birçok Amerikan filminde ‘Amerikan’ olduğunu göstermek değerli. Yaşlanma şansı yakalamak püf noktasına dönüşebiliyor. Bu Avrupa’da da var. O kadar stratejik değilim. Ben her zaman beni etkileyen projeler bekliyorum. ‘Büyük’ veya ‘küçük’ olması fark etmeksizin kayda değer bir rol olmalı. Belli bir potansiyeli olan karakterleri oynuyorum. Artık yapımcı oldum. Bir yapım şirketi açtım. Artık istediğim rolleri daha fazla alabilirim. Bir sınır koymayacağım.

        OSCAR YARIŞINDA OLANLARI GÖRÜNCE HAYAL KIRIKLIĞINA UĞRADIM’

        Quentin Tarantino ve Ron Howard gibi Amerika’da kendini kabul ettirmiş isimlerle Wolfgang Becker ve Hans Weingartner gibi Alman sinemasının popüler kanadından yönetmenlerle çalışmanın arasındaki farklar nedir?

        Kültürel farklar çok bariz. Ama karakter özellikleri de değişkenlik gösterebiliyor. Sözgelimi Howard ve Tarantino’yı aynı kefeye koymak, elmalar ile armutları birbirine karıştırmaktır. Amerikalılar film çekmekte çok başarılı. Çok deneyimliler. Otorite ve sinematografik ritim çok etkili. Amerikalı yönetmenlerin coşkulu bir enerjileri var. Almanya’da daha az tutkuluyuz, ama fazlasıyla ciddiyiz. Seviyorum bunu. Çünkü film çekmek sabır, çaba ve eylem gerektirebiliyor.

        İşbirlikçi yönetmenler mi?

        Evet.

        Zafere Hücum”daki (“Rush”) performansınız çok iyiydi. Oscar’da görmezden gelinmesi hiç hakkaniyetli değildi.

        Aşağılık herifler! (gülüyor)

        Bir daha böyle etkili bir rol yakalayabilir misiniz?

        Dürüst olarak söylemek gerekirse bu konuyla ilgili düşünmedim. Gelecekte böylesi ilginç roller neden bulamayayım, hele ki ortada bu kadar yetenekli yönetmen varsa… Benim öğrendiğim kadarıyla bir filmin ödül alması için birçok şeyin bir araya gelmesi gerekiyor. Ürettiğiniz eserin iyi olması yetmiyor. Para kazanması, siyasi açıdan doğru durması, bildik formülleri uygulaması ve stratejik aşamaları zekice aşması da gerekiyor. Elbette ki bu işin gerçek yolunu görünce etkilenmedim ama hayal kırıklığına uğradım. Ben olabilirdim, olmadım. Ama şirket bununla, bu gibi şeyler ilgili düşünebilirdi.

        Film çok ustalıklı idi. Ama sevmediler.

        Sağdan soldan, ne taraftan baktığınız önemli! Bazen filmlerle ilgili aynı fikirde olursunuz, bazen ise ‘nasıl yani?’ dersiniz.

        BUGÜNLERDE EN ÖNEMLİ YÖNETMENİMİZ BİR TÜRK’

        2002’de Türk yönetmen Züli Aladağ’ın yönettiği, Erhan Emre, Hilmi Sözer, Ali Çakır gibi oyuncuların da rol aldığı “Elefantenherz”de rol aldınız. Alman sinemasında kariyer yapan Türk sinemacı ve oyuncularla ilgili ne düşünüyorsunuz?

        Almanya, Türk oyunculara bağımlı günümüzde. Bugünlerde bizim en önemli yönetmenimiz Türk: Fatih Akın. Müthiş Türk asıllı oyuncularımız var. Türkler ile Almanlar arasında kuvvetli bir bağ oluştu. İspanyol tutkusuyla, benim diğer tarafımla da alakalı bu!

        Alman sinemasının durumu nasıl sizce? Geçmişte Yeni Alman Sineması vardı. Yeni milenyumda bir Berlin Okulu lafı çıktı. Ama 90’larda Tom Tykwer ve Dani Levy ile ana akım filmlerde bir hareketlenme oldu. Fatih Akın da belli ki ülke sinemasının popüler kanadının getirdiği cesaretten beslendi.

        Ben 15 yıl önce bir yükseliş varken piyasaya girdim. Şimdi birçok komedi filmi var, onları anlayamıyorum. Popülerler tamam da… Wolfgang Becker ile yaptığım “Elveda Lenin!”, çok hızlı bir film değildi. Ama ana akımdı. Fazlasıyla Avusturya usulü bir mizah vardı orada. Benim geçmişe dönme arzum var. Ana akım filmlerin sayısının azalmasını istiyorum.

        Bugünlerde özellikle Christian Petzold ismi unutulmamalı bence… “Colonia”daki rol arkadaşınız Emma Watson da Harry Potter ile tanındı. Onun öyle bir kimlikle anılması kariyerine zarar verir mi?

        Çok disiplinli, konsantre ve fazlasıyla deneyimli... Başarılı bir oyuncu…

        Philip Seymour Hoffman’ın acı vefatı öncesi son filmlerinden birinde onunla karşı karşıya geldiniz. “İnsan Avı”ndan (“A Most Wanted Man”, 2014) geriye ne kaldı?

        Philip kusursuz bir oyuncu. Ama onunla fazla karşılaşmadık filmde. Ben de çok üzüldüm bu vefata.

        Diğer Yazılar