Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        31 MAYIS FİLMLERİ

        Banliyö evinin içinde ‘dışarıdan gelen tehdit’i canlandırırken, güvenlik kameralarından, karaltılardan, garip bakışlardan ve çığlıklardan beslenen bir bilimkurgu-korku tanımı yeterli mi? İlk bakışta belki ‘belli oranda’ diyebiliriz. Ama “Karanlıktan Gelen”, çocukların karanlık korkusu üzerinden ilerleyip birçok filmden referans bulundururken modern perili ev motifini dönüştüren yapıtların arasında sivrilmekte zorlanıyor. Ancak her şeye rağmen ‘uzaylı istislası filmi’ tanımına getirdiği yorumla bir gıdım ilgi uyandırmayı ve B tipi evrenine kapılmamızı beceriyor.

        Bilimkurgu ile korku unsurlarını iç içe geçirdiği filmleriyle dikkat çeken, B sınıfla haşır neşir bir yaratıcıdan söz edersek, stüdyoların son yıllarından Scott Stewart hemen yanımızda belirecektir. Kariyerini efektçilikle geçiren ismin aslında dönüştürücü işlerle imza atarken ‘ana akım sinema’yı da ti’ye aldığını söylemek mümkün. Bu yaklaşımın esas kaynağı ise Robert Rodriguez ile Quentin Tarantino’nun aşıladığı cesaret aslında.

        “Kıyamet Melekleri”nin (“Legion”, 2010) mahşer günü muhafazakarlığını hiçe saymasının ardından “Kutsal Savaşçı”da (“Priest”, 2011) teokratik düzenin yapabileceklerine odaklanması ‘Hollywood’da her şeyin yolu ideolojiye çıkıyor’ yorumuydu sanki. Beyin yıkamayı, milliyetçiliği, dinciliği ve emperyalizmi eleştiren ‘anti’ tanımlı melez tür filmleri çekmek onun esaslı amacına dönüşmüştür.

        Bu kez ise yönetmen, kıyamet mizansenindeki zombi, yaratık ve vampir tanımlarının ardından soluğu bir ‘karaltı bilimkurgu-korkusu’nda alıyor. İlk filmindeki alaycı ve külte kayan üsluptan da ikinci filminde anime estetiğine kayan uyarlamanın renklerinden de uzak duran, onlar kadar ‘füzyon’ kavramını abartan bir eser değil karşımızdaki. Hatta ideolojik eleştirileri, tabana indirilmiş darbeleri, köktendincilik hicvini de taşımıyor. Gelebilecek uzaylının ancak dini bir motivasyon aşılayabileceği gerçeği burada üzerine basılmayan bir nokta. Belki bu dramatik unsurun umursanmaması bir ‘püf noktası’ olabilir.

        Perili ev motifini ve karanlık korkusu formülünü kullanıyor

        Ancak “Karanlıktan Gelen” (“Dark Skies”, 2013) banliyö evinin içinde alışılmış perili ev motifinin canlanmasını ne “Karabasan” (“The Entity”, 1982), ne “Kötü Ruh” (“Poltergeist”, 1982), ne “Kuşku” (“Amityville Horror”, 1979), ne “Lanet” (“Sinister”, 2012), ne “Ruhlar Bölgesi”nin (“Insidious”, 2010), ne de “Paranormal Activity”nin (2007) alışkanlıklarıyla örüyor. Kendi bildiğini okuyarak ilerlediği, ‘yukarıdan gelen korku’nun vukuatlarına odaklandığı dramatik yapı grinin tonları ve yakın plan patlamasıyla örülüyor. Bunun üzerine ise çok yetkin durmayan bir kurgu uygun bulunuyor. Güvenlik kameralarının görüntüleri de ‘buluntu film’ namına değil rastgele yerleştiriyor.

        Yol aldığı aşınmış yollarda aslında çok güzel durmayan, albenisi yüksek olmayan bir kapı buluyor. Klişelerle ilerleyip, karakterleri ve dramatik örgüyü son derece özensiz kuruyor. Büyük oranda da “Karanlık” (“Darkness”, 2002), “Darkness Falls” (2003), “Intruders” (2011) gibi çocukların karanlık korkusundan beslenen ‘formül’ü ‘uzaylı istilası’ tanımıyla güncelleyen eseri tam Türkçesiyle ‘Karanlık Gökyüzleri’ ismiyle adlandırıyor.

        “Karanlıktan Gelen”i sevenlere “4. Tür”ü öneririm

        Ancak ‘karaltı’ olarak görülebilecek öteki figürünü çabucak açığa çıkarması, baba karakterinin şaşı gözlerinin üzerine vurgu yapması, çocuk karakterine de aynı görünümü yüklemesi biraz alanında ‘acemilik’ kokuyor. Bu formülün içerisinde “Karanlıktan Korkma” (“Don’t Be Afraid of the Dark”, 2011) gibi 80’lerin anlamlı ve kült yaratık filmlerine kadar işi götüren ‘masalsı korku’yu ya da “Mama”daki (2013) orijinal ve dingin paleti sunamıyor.

        Stewart, ‘bilimkurgu’yu öne çıkaran daha renkli eserlerde efekt kullanımıyla öne çıkıyor. Ama burada “4. Tür”ün (“The Fourth Kind”, 2009) ‘buluntu film’den faydalanan ‘uzaylının bir bireyi kaçırması’ meselesinin ya da “Kehanet”in (“Knowing”, 2009) ‘karaltı’lı kıyamet vurgusunun yakınından geçemiyor. Hatta “Ruhlar Bölgesi”ne uygun atmosfer odaklı yönetmenlik tanımının içinde de tutunmayı beceremiyor.

        Kapalı mekanda korkutma konusunda becerikli değil

        Aksine ‘ötekinin aileyi tehdidi’ üzerine yeni şeyler üretmeyi kafaya takıyor. 30. dakikada aydınlanan sürpriz, “Kuşlar” (“The Birds”, 1963) göndermeli jeolojik tehdidi, girişiyle Freddy Krueger’ı hatırlatan J.K. Simmons’ın canlandırdığı klişe bilim adamını ya da temellerine inilemeyen uzaylı tanımlarını ‘işlenmemiş malzemeler’ olarak tanımlıyor.

        Yönetmen atmosfer kuramaması bir yana bunları da içeriye dahil ederken ‘sinemaskop’ formatında sıkıntılar çekiyor. Belli ki kapalı mekanda gerilim yaratmaya açık olmayan sinemacı, biraz Hasan Karacadağ’ın ülkemizde oyuncu kullanmakla yaşadığı zaafları taşımaya başlıyor. “Kıyamet Melekleri”nin çölün ortasındaki kapalı alandaki ‘mizahi’ çatışması ne kadar keyifli ve incelikliyse buradaki korkutma numaraları bir o kadar boyutsuz duruyor.

        “Ruhlar Bölgesi” ve “Lanet” sonrası ‘garip’ duruyor

        Kulağının arkasında iz olmasıyla içine uzaylı girmiş veya kontrol edilen tiplemelerin yürüyüş ve ifade şekilleri en iyi ihtimalle kült karakterler yaratabilir gibi. Görüntü yönetmenin HD’nin katkısıyla griyi öne çıkarmasının yanında kurgunun planları bağlaması da korkuyu arka plana itiyor. Yakın plan ve çok yakın plan patlaması sanki bir ‘pespayelik’i bildirmeye yarıyor.

        Modern korku sinemasında “Ruhlar Bölgesi” ve “Lanet” gibi A sınıfı başarılar sonrası “Karanlıktan Gelen” B sınıf bir işlev üstleniyor. Stewart’ın “Kıyamet Melekleri” ile ‘uzaylı istilası’ ya da ‘kıyamet paranoyası’ üzerinden yaptığını ‘mizah’la alaycılığa çevirip İncil inancını ti’ye alma özelliğini, kendini fazla ciddiye alarak elinden kaçırıyor. İncil’den cümlelerin Arthur C. Clarke lafıyla yer değiştirmesi de ‘formül adına düzgün’ işlenme adına tonu tutmamış bir eseri servis ediyor. ‘Kara gökyüzü’nü bütün o ‘banliyö evi’ndeki ‘korku alt türler’indeki yolculuğu ‘uzaylı tanımı’yla gözden geçirip “Meraklı Komşular”la (“The ‘Burbs”, 1989) da uzak akrabalık kurmasına karşın ‘donuk renkler’ kullanma tutarlılığıyla bu hedefine ulaşamadığını da not olarak düşmeliyiz.

        FİLMİN NOTU: 3.8

        Künye:

        Karanlıktan Gelen (Dark Skies)

        Yönetmen: Scott Stewart

        Oyuncular: Keri Russell, Josh Hamilton, Dakota Goyo, J.K. Simmons, Jake Brennan

        Süre: 97 dk.

        Yapım yılı: 2013

        Geceden kalma durumunun boyutlarını ekip mizahıyla yoğurma becerisiyle kimilerine göre fenomene dönüşen bir seri... ‘The Hangover’ın üçüncü ayağı “Felekten Bir Gece III”, köklerinden kopup savruk, boyutsuz ve tehlikeli bir koşuşturmacayla sınırlı kalıyor. Galifianakis namına aşkla, mizaçla ve garip anlarla mizah aşılamayı becerse de bütün olarak ‘derme çatma skeçler’den ve ‘senaryosuz taban’dan kurtulamıyor. Serinin son halkasında fark yaratma veya eteklerdeki taşları dökme arzusu belli ki tutmamış.

        2000’lerin en kârlı komedi serilerinden, ilk iki filmi dünya çapında 1 milyar doları, ülkesinde 500 bin doları aşkın gişe yapan ‘The Hangover’, ‘son nokta’yı koyma konusunda o kadar kararsız kalmış gibi ‘üç noktalar’ın arasında kaybolup gitmiş. Peki ama her şeye rağmen “Felekten Bir Gece III” (“The Hangover Part III”, 2013), Jon Lucas ile Scott Moore’un hınzır zihninin ürünü ‘geceden kalma durumu’ mizahının yamacında dolaşıyor mu? Orası tartışılır. Zira sanki bu sefer fenomene dönüşen serinin ilk iki halkasının ‘aynı’sı olmasın diye işin inada bindirildiğini görebiliyoruz.

        Galifianakis’in bölümü olunca diğer karakterler hiç umursanmamış

        Bu durum hayvan ve insan hakları savunucularını kızdıracak bir kısım skeci art arda karşımıza getiriyor. Açılıştaki CGI kokan zürafalı bölümün ‘yok artık!’ dedirten tavrı, ‘pespaye’lik rekoru da kırma konusunda bir hayli iddialı. Hatta itiraf edelim, bu görüntü karşısında bir süreliğine de olsa ‘Madagascar’ serisi zihnimizde canlanıyor. Ancak bu bölüm, daha ziyade girizgahtan itibaren Zach Galifianakis’in bölümü olması için uğraşmış gözüküyor.

        Bunun sonucunda da ‘HD’ çekim bir tarafa aslında Galifianakis’in koşturacak yer bırakmaması, aşina olduğumuz karakterlere ne olduğunun ‘merak unsuru’yla da çerçeveleniyor. Cooper-Bartha-Helm üçlüsünün yüz ifadelerinden tenlerine kadar sanki yaz tatili için gelmiş gibi durmaları ise bu konuda işi daha da yokuşa sürüyor açıkçası. Belli ki inat seriye pek yaramamış.

        Aşk ilişkisinden yan bölüm çıkarılması gerekirmiş

        Galifianakis’in fazla rahat, umursamaz, ağzı bozuk, içici, sakallı ve absürt tiplemesinin kültleşme ihtimali yüksek. Hatta burada Melissa McCarthy ile girdiği ‘ilişki’ de bu durumu garantiliyor. Bunun da katkısıyla karşımızda bir ‘yan bölüm’ olmasını diliyoruz. Ancak ne hikmetse Phillips ‘durum komedisi’nin tabanını ‘kara komedi’ye kaydırıp ilk filmdeki bir detayı incelemeyi seçmiş. Böylece durumdan ziyade uyuşturucuyla, belden aşağı esprilerle ve kabalıkla güldürme hedefi canlanmış ister istemez.

        Bu da Craig Mazin ile Phillips’in yani kalitesiz parodileriyle bilinen bir isim ile ‘Old School’ ve ‘Road Trip’ gibi başarısızlık abidelerinin ‘diyalog temsilcisi’ni ‘senarist koltuğu’nda bir araya getiriyor. Böylece ikinci filmde Lucas-Moore ikilisinin ortadan kaybolmasıyla ortaya çıkan zafiyetler burada tavan yapıyor. Tabiri caizse saatin yelkovanı nereyi gösterirse oraya doğaçlama giden bir eser çıkmış karşımıza.

        Fark yaratmak kökeni tamamen yok etmek midir?

        Onca uyuşturucu komedisi ve kara komedi örneği etrafta cirit atarken ‘aşk kıvılcımı durumu’nun komikliği dışında burada ne gereği var? Onu anlamak güç. ‘Destansı final’ ya da ‘son nokta’ adına bu kadar kasmanın nelere yol açabileceği çok açık. ‘The Hangover’ın da sanki otomatik olarak açığa çıkan ‘şamata ihtiyacı’nı giderme yetisi, ana özelliğini kaybedince bir çırpıda yok oluyor.

        Geceden kalma durumunun filmin farklı bir noktasına (sürprizi bozmayalım) yerleştirilmesi ise kurtarıcı olamıyor. ‘Fark yaratacağım’ demek bazen ‘samimi-çekici köken’den kopup aşıyı tutturamamak anlamına gelebilir. Filmin esas sorunu da bu sanki.

        FİLMİN NOTU: 2.9

        Künye:

        Felekten Bir Gece III (The Hangover Part III)

        Yönetmen: Todd Phillips

        Oyuncular: Zach Galifianakis, Bradley Cooper, Ed Helms, Justin Bartha, Melissa McCarthy, Heather Graham

        Süre: 100 dk.

        Yapım yılı: 2013

        Fantastik orman macerasını ‘Şrek’ jenerasyonundan ‘post-it’lerle onarmaya çabalayan, buna paralel olarak krallık düzeniyle ilgili de bir şeyler söyleyen çevreci ve anti-kapitalist bir animasyon. “Doğal Kahramanlar”, şiirsel ve hipnotik taraflarını didaktizmden ziyade sevimli yaratık tasarımlarıyla dolduruyor. Ormanın derinliklerinde kendimizi başka bir gezegende hissetmemizi sağlayan küçük insanların çok boyutluluğuyla ise Blue Sky Studios’un artık paslanan ‘Buz Devri’ markasıyla zaman kaybetmektense farklı dünyalara açılması gerektiğini ispatlıyor.

        Doğayı mekan olarak kullanan animasyonlar neredeyse nesiller boyu karşımıza çıksa da, ilginçtir halen o katmanda bir ‘heyecan’, bir ‘etkileşim’ yakalamak mümkün olabiliyor. Ancak bu konuda esasen bu konsepti ‘hayvan animasyonu’nun ötesinde değerlendirmek şart olmalı. Yoksa serüven algısı, daha başlamadan sonlanıp ‘bayat bir seyirlik’i zorunlu kılabilir. ‘Buz Devri’nin (‘Ice Age’) ve “Robotlar”ın (“Robots”, 2005) yaratıcısı Chris Wedge de belli ki bir fark arıyor. Mary Norton’ın defalarca kez sinemaya uyarlanan ‘The Borrowers’ romanındaki ‘küçük insanların macerası’ açılımıyla akrabalık kuran William Joyce’un ‘Yaprak Adamlar ve Cesur İyi Böcekler’ romanının sayfalarını aralıyor.

        Çalılıkların arasında küçükler, büyükler ve daha fazlası

        Bir krallığın hüküm sürdüğü ‘çalılıkların arası’, genel anlamda bir fantastik maceraya ev sahipliği yapıyor. Ama orada yaprak adamlar ve düşmanları bir mücadele içine girmesin? Elbette o zaman da karşımıza çekici referanslarla örülü bir ‘Şrek jenerasyonundan orman animasyonu’ çıkıyor. 80’ler ruhuyla yüklenen fantastik geleneğini “The Devil-Doll” (1936) ve “Incredible Shrinking Man”in (1957) ‘küçük insanlar-büyükler’ mücadelesi efektlerine benzer bir ‘çerçevenin önü-arkası’ ilişkisiyle harmanlıyor.

        Uzaydaki krallık mücadelesini aşağıya taşıyan ‘Yıldız Savaşları-Avatar’ kırması evren yüksek bir renk paleti detaycılığıyla, yeşilin tonlarıyla sarılıyor. Luc Besson’un ‘Arthur ve Minimoylar’ (‘Arthur and the Minimoys’) serisinin daha elle tutulur ve yüzde yüz animasyon temsili böylece çevreci bir sürece kavuşuyor. Zeki orman yaratığı yaratımlarının izinde kâh eğlenceli, kâh seviyeli, kâh fantastik bir yaklaşım bizleri bekliyor.

        Bu orman animasyonunda iş var

        “Doğal Kahramanlar”a (“Epic”, 2013) tutunmak böylece fazlaca mümkün hale geliyor. Şiirsel ve hipnotik tarafları da olan fantastik macera büyük oranda satıyor. Çok katmanlı senaryo ekibinin katkılarıyla da bu orman animasyonunda ‘iş var’ dedirtiyor. Blue Sky Studios’un “Robotlar” ve “Horton”dan (“Horton Hears a Who!”, 2008) beri en yaratıcı işine dönüşmesiyle de, animasyon üretiminde yarışı geriden takip etmesi konusunda bir ‘uyarı’ya dönüşüyor. Ama sanki ‘insan ana karakter’in devre dışı bırakılmasıyla oluşabilecek ‘orman canlılarının arasındaki etkileşim’, daha kalıcı ve özgün olabilirmiş.

        Hikayenin bu ‘stüdyoya ayak uydurup özdeşleşmeye alan açan bir karakter üretme’ zaafına karşın fantastik orman macerasının 80’ler ruhlu Yıldız Savaşları etkileti anlaşılır kılınıyor. Sinemaskopta üç boyutun da katkısıyla bu perde heyecanından kopunca kendinizi adeta farklı bir gezegende hissediyorsunuz. Krallık düzeninin hüküm sürüp kapitalizmi, demokrasiyi hedef aldığı bu durum da büyük oranda keyif veriyor. Alegorik bir açılımı beraberinde getiriyor.

        FİLMİN NOTU: 5.8

        Künye:

        Doğal Kahramanlar (Epic)

        Yönetmen: Chris Wedge

        Seslendirenler: Colin Farrell, Josh Hutcherson, Beyoncé Knowles, Amanda Seyfried

        Süre: 105 dk.

        Yapım yılı: 2013

        İtalyan Yeni Gerçekçiliği’nin gerçek insanları kullanıp doğallığın köklerine odaklanma arayışını Taviani Kardeşler’in ‘kasaba-köy’ kullanımıyla gözden geçiren bir eser. “Devir”, doğaçlama, mitoloji, gerçeküstücülük ve taşra tanımı üzerinden doğa-insan ilişkisinin katmanlarında yolculuğa çıkıyor. Artık devrin değiştiğini, hayvan zulmünün ‘boyayarak yarışmaya sokma’ geleneğinin yerini aldığını duyurup uyarısını yapıyor.

        Derviş Zaim’i, dünya sinemasını ve sinemayla akraba sanatları takip ederek ‘entelektüel’ bilinci yüksek eserler çeken bir yönetmen olarak biliyoruz. Minyatür, hat ve gölge oyunu estetiğine imza attığı üçlemesinin ardından ‘belgesel’e ya da ‘docudrama’ya bir konseptin yanına yanaşıyor burada. Belki de Kürt sinemasının eğilim gösterdiği ‘cinema vérité’ düşüncesiyle akrabalık kuran bu eser, büyük oranda o yolda kendi kimliğini oluşturma sevdalısı...

        Taviani Kardeşler’in işlerini akla getiriyor

        “Devir”, çobanların hikayesine odaklanırken, koyun yarışının gelenek olduğu Burdur’un Hasanpaşa köyünü mesken tutuyor. Doğanın güzelleme ile sarılmasından hayvan zulmüne uzanan küresel dönüşümü akılcı bir yönetmen dokunuşuyla kavrıyor. Minimalist görünümlü sinema anlayışının doğal renkleri, ‘gerçek insanlar’ ile ‘kurmaca karakterler’i bir araya getiriyor.

        Metropol ile taşra arasındaki farkları, birbirini yiyip bitirme ayrıcalığı ile gözden geçiriyor. Mitolojik tanımları, gerçeküstücü kareleri de hikayeye dahil etmesi ise bir anlamda İtalyan Yeni Gerçekçiliği’nin yaklaşımını kendine göre harmanlayan 70’lerin İtalyan sinemasından Taviani Kardeşler’i akla getirmesine yol açıyor.

        Pastoral görüntüleri ve natüralizmi kendine göre yorumluyor

        “Yer Sarsılıyor”un (“La Terra Trema”, 1947) “Babam ve Ustam” (“Padre Padrone”, 1977) görmüş hali olarak yorumlanabilecek “Devir”, pastoral görüntüleri ve natüralizmi kendi amaçları doğrultusunda yontarak köy yaşamının ya da doğallaşmanın sonucunu bir katliamla açıklıyor. Günümüzdeki yozlaşmaya ve umursamamazlığa, çevreci bir nokta koymaya çabalıyor. Şehir ile köyü umursamadan bu amacını katmanlı hale getiriyor.

        Zaim için “Gölgeler ve Suretler” (2010) sonrası ‘iyi’ ama genel anlamda ‘öne’ bir adım olmasa da bir anlamda doğanın geldiği durumla ilgili keskin gözlemler bulunduruyor. İtalyan sinemasının geçmişi ile orta damarı arasında köprü kurarken, bizde çok sevilip furyaya dönüşen bir alanla da paralellik kuruyor. Ama kendi kariyerinde “Tabutta Rövaşata”nın (1996) yaklaşımına geri dönüyor büyük oranda.

        FİLMİN NOTU: 4.9

        Künye:

        Devir

        Yönetmen: Derviş Zaim

        Oyuncular: Ali Özel, Mustafa Salman, Ramazan Bayar

        Süre: 78 dk.

        Yapım yılı: 2012

        Francis Ford Coppola’nın oğlu, Sofia Coppola’nın ağabeyi Roman Coppola’nın ikinci yönetmenlik denemesi, yine bilinçaltında gezinen reklam parçalarının dışına çıkamıyor. Böylece ortak senaristlik ve yönetmen yardımcılığı koltuğunda ‘kimlik sahibi sanatçılar’ın işlerine destek olan bir isim daha ‘yönetmenlik bambaşka bir şey’ deyişiyle geri çekiliyor. “Erkek Aklı”, aklından film bütünü değil de eğreti reklam parçalarından oluşan skeçler geçen ucuz, sanrısal, başıboş ve anlamsız bir video-art çalışması kıvamında.

        Roman Coppola’nın “Sekiz Buçuk”u (“8½”, 1963) olarak anılabilir belki. Ancak bu sözünü ettiğimiz isim, çok da yetkin bir yönetmen olmayınca bu afili tanım da iyiden iyiye anlamını yitiriyor. “Erkek Aklı” (“A Glimpse Inside the Mind of Charles Swan III”, 2012), büyük oranda böyle bir film. “CQ”da (2001) alegorik ve isimsiz “Barbarella” (1968) setindeki ‘yönetmen alter egosu’yla ilk sinema filmine imza atan Roman Coppola, bu kez mekan ve kimlik algısını değiştiriyor.

        Kötü bir Michel Gondry filmi gibi

        Metafilmden kurtulup soluğu bir grafik sanatçısının zihninde alıyor. Ancak bu yüzde 70’i cinsellikle dolu, seksist beynin hiç de sinemasal yollar açtığı söylenemez. Aksine 1.85:1 oranında reklam parçalarından oluşan halüsinatif skeçler izliyoruz. Gerçeküstücü ve kitsch (bayağılık estetiği) bir rüyadan ibaret kalan görüntüler de sanki keyfine varmadan tükenmeye odaklanmış gibi duruyor.

        Böylece adeta kötü bir Michel Gondry filmi gözümüzün önünde canlanırken, Coppola bir kez daha kendi alt benliğini yaratıyor. Hayal-gerçek arasında gidip gelirken de karşımıza büyük oranda gereksiz ve anlamsız sahneler çıkarıyor. Tek fark Jeremy Davis’in Charlie Sheen’le yer değiştirip bir anlamda ‘yaş grubu’nun değişime uğraması sanki. İşin daha da trajiği bunların bir kısmının ‘kaba komedi’ye kaykılırken Wes Anderson’ın postmodern komedi geleneğinin yakınından geçmemesi, doğuştan karikaritüze, poker surat (deadpan) ve entelektüel duran Jason Schwartzman’a da zarar veriyor gibi.

        Aile bireylerinin yer aldığı bir ev videosu ile karıştırabilirsiniz

        Charlie Sheen’in miyadını çoktan doldurmasına karşın adeta ‘aydan dünyaya inmiş’ izlenimi yaratması ise 1960’lar dokulu kitsch atmosferi besliyor. Hatta onun peruklu hali de bir hayli kült. Ancak Coppola’nın esas sorunu bu tanımı hak edecek kişisel filmler üretmesinde sanki. Onun beynindeki kadınlar, anneler veya tasarımlar da sanki ‘ev videosu’na ve ‘aile bireyleri’ne daha uygun gibi.

        Ancak 2001’de de gözlemlediğim gibi yönetmenin Wes Anderson, Sofia Coppola veya Francis Ford Coppola’nın yanında çalışmak dışında bir sinema benliği taşıması zor. Burada da bu egoya yenik düşerken finaldeki dördüncü duvarı yıkma düşüncesi de asla tutmuyor. Büyük oranda canlananlar basit, çabuk unutulmak istenecek bir rüyadan, bayat bir hologramdan öteye gitmiyor.

        “Erkek Aklı”nın aklından sinema filmi olmak hiç geçmiyor

        Absürt komedinin, deadpan komedinin patladığı bir devirde “Napoleon Dynamite”daki (2004) mizahın arkasında kalan bayağı duygu, yönetmen dokunuşsuz mizansenlerle bütünleniyor. Bu durum “The Rocky Horror Picture Show” (1975) yaratma uğruna eklenmiş gibi duran müzikal sahnesini de ‘kenar süsü’ haline getiriyor. “Erkek Aklı”nın bir parçasını görseniz inadına camp tasarımlarıyla sevebilir veya iğneleyici karakterlerine kapılabilirsiniz. Ancak sinema filmi bir bütün anlamına geliyor.

        Böylesi bir ‘plan programlılık’ filmin aklının bir ucundan bile geçmiyor. Uzay üssü gibi duran şekilsiz setine boyutsuz karakterler serpiştirmek esas yapmak istediği gibi. Bunun devamında Coppola bu kez sadece 11 sene değil ömür boyu yönetmenlik koltuğundan uzak kalacak gibi gözüküyor.

        FİLMİN NOTU: 3.5

        Künye:

        Erkek Aklı (A Glimpse Inside the Mind of Charles Swan III)

        Yönetmen: Roman Coppola

        Oyuncular: Charlie Sheen, Jason Schwarztman, Bill Murray, Patricia Arquette

        Süre: 87 dk.

        Yapım yılı: 2012

        ‘PRESTİJ’İN AKSİYON GÖRMÜŞ KARDEŞİ

        ‘Ocean’s Eleven’dan beri gelmiş en zeki suç/soygun ekibinin maceraları, “Prestij”in izinde üretilmiş bir caper/dolandırıcılık aksiyonu ya da Harry Houdini alışkanlığını David Copperfield’a çeviren bir sihirbaz filmi olarak özetlenebilir. “Sihirbazlar Çetesi”, belki de yaz sezonunun en orijinal senaryosunu ‘sihirbaz’ ve ‘dolandırıcı’ karakterlerle oluşabilecek bütün motifleri bir araya getirerek keyifli bir karışımın parçası haline getiriyor. Aksiyonu, temposu, mizahı, fantastikle ilişkisi ve zeka yapısıyla da herhangi bir anında es vermeden, Hollywood alışkanlığının ve estetiğinin dışına çıkıp kaybolmadan kendini izletmeyi beceriyor.

        FİLMİN NOTU: 6.5

        Künye:

        Sihirbazlar Çetesi (Now You See Me)

        Yönetmen: Louis Leterrier

        Oyuncular: Jesse Eisenberg, Woody Harrelson, Morgan Freeman, Isla Fisher, Mark Ruffalo, Mélanie Laurent, Dave Jones

        Süre: 116 dk.

        Yapım yılı: 2013

        KEREM AKÇA’NIN VİZYON FİLMLERİ İÇİN YILDIZ TABLOSU

        Acı Reçete (Side Effects): 5.5

        Aklımı Oynatacağım (Los Amantes Pasajeros / I’m So Excited): 4

        Aşk Kırmızı: 3.5

        Aşk, Şimdi (Now is Good): 4

        Aşkın İzleri (To the Wonder): 8.3

        Bahar İsyancıdır: 3.9

        Bahar Tatili (Spring Breakers): 7.4

        Barfi: Aşkın Dile İhtiyacı Yoktur (Barfi!): 5.9

        Ben ve Sen (Me and You): 5.5

        Bernie’nin Suçu Ne? (Bernie): 2.5

        Bir Gevrek, Bir Boyoz, İki de Kumru: 1.3

        Bir Hikayem Var: 3.5

        Büyük Umutlar (Great Expectations): 4.1

        Crood’lar (Croods): 3

        Çanakkale: Yolun Sonu: 5.5

        Çılgın Doğumgünüm (21 & Over): 2.8

        Çocuklar (Djeca / Children of Sarajevo): 6.9

        Dev Avcısı Jack (Jack the Giant Slayer): 5.9

        Dörtlü (Quartet): 3

        Eksk Syflr: 4.4

        El Cin: 0.7

        Eski Dostlar (Stand Up Guys): 1.9

        Evde (Dans La Maison): 6.5

        Eve Dönüş: Sarıkamış 1915: 4.6

        G.I. Joe: Misilleme (G.I. Joe: Retaliation): 4.6

        Gazeteci Çocuk (The Paperboy): 6.5

        Gelmeyen Bahar: 2.5

        Göçebe (The Host): 7.5

        Günlerin Köpüğü (L’écume des Jours / Mood Indigo): 7.5

        Güzelliğin On Par’ Etmez...: 2.4

        Hayat Avcısı (The Imposter): 5

        Hazine Avcısının Maceraları (Los Aventuras de Tadeo Jones): 5

        Herkes Ölecek (No One Lives): 1.2

        Hızlı ve Öfkeli 6 (Furious 6): 3.8

        Hile Yolu: 5.2

        Hitchcock: 5.5

        Hititya: Madalyonun Sırrı: 4.6

        Iron Man 3: 5.2

        İntikam Benim (Dead Man Down): 3.8

        Jin: 7.5

        Kadınlar (Elles): 7.5

        Kimlik Hırsızı (Identity Thief): 3

        Kod Adı: Olympus (Olympus Has Fallen): 3.5

        Koğuş Akademisi: 2.9

        Koleksiyoncu 2 (The Collection): 1.7

        Kollarımda Kal (À coeur ouvert / An Open Heart): 4.5

        Korkunç Bir Film 5 (Scary Movie 5): 4.7

        Koşulsuz Sevgi (Broken): 5.5

        Kötü Ruh (Evil Dead): 5.5

        Kuma: 4.5

        Lanet (Sinister): 7.7

        Mahmut ile Meryem: 3.8

        Muhalif Başkan: 1.8

        Muhteşem Gatsby (The Great Gatsby): 7

        Muhteşem ve Kudretli Oz (Oz: The Great and Powerful): 6.9

        Muhteşem Yaratıkları (Beautiful Creatures): 5.5

        Mutluluk (Glück / Bliss): 4.2

        Neredesin Supermen? (Bekas): 3.5

        Oblivion: 4.2

        Öldüren Tutku (Passion): 6.5

        Pas ve Kemik (De Rouille et D’Os): 6.2

        Sabit Kanca: 1.7

        Sadece Aşk (Den Skaldede Frisør / Love is All You Need): 4.8

        Sefiller (Les Misérables): 6

        Selam: 2

        Sıcak Kalpler (Warm Bodies): 6.2

        Son Ayin: Bölüm II (The Last Exorcism Part II): 3

        Suç Ortağı (Stolen): 4.5

        Şeytanın Ormanı (The Barrens): 1.7

        Vazgeçmem Senden (Celeste & Jesse Forever): 5.4

        Yabancı: 3.5

        Yalnız Gezegen (The Loneliest Planet): 5.5

        Yedi Psikopat (Seven Pyschopaths): 6.2

        Yolda (On the Road): 4

        Yük: 5.4

        Zerre: 5.6

        Zoraki İkili (De l'autre côté du Périph / On the Other Side of the Tracks): 2.8

        Zoraki Radikal (The Reluctant Fundamentalist): 6.1

        Not: Yıldızlar, 10 üzerinden verilmektedir.

        Diğer Yazılar