Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        KEREM AKÇA / keremakca@haberturk.com

        27 ARALIK FİLMLERİ

        Düşler ülkesiyle bağ kuran hikaye anlatma metotlarıyla dikkat çeken Tolga Örnek, “Senin Hikayen”de sıcak, canlı ve samimi bir üslubun peşine düşüyor. Hamilelik ve çocuk sahibi olma süreçlerine odaklanan akıcı durum komedisi tabanının en önemli mimarları ise, Selma Ergeç, Timuçin Esen, Nevra Serezli ve kurgu tekniklerini kullanma özeniyle seyircinin bu dünyaya temas etmesini sağlayan kurgucu Oğuz Çelik.

        Eğer bir estetik kaygı ile her türlü filmi çekmeye adapte olursanız yönetmenlik esaslarını büyük oranda çözdünüz demektir. ‘Auteur kuşağı’ ayrı olarak tartışılabilir. Ama ticari sinemada her türe ait şablonları veya meselesi olan hikayeleri sinema heyecanına çevirmek bir yönetmenin en önemli uğraşlarından olmalı. Tolga Örnek de kurmaca kariyerinde bu düsturu benimsiyor.

        KALİTELİ BİR DURUM KOMEDİSİ

        “Devrim Arabaları” (2008), “Kaybedenler Kulübü” (2011) ve “Labirent”in (2011) ardından “Senin Hikayen” (2013) de onun farklı bir anlatıya açıldığı ve teknik ekibi sayesinde kalkındırdığı eserlerin bir yenisi. Bu da yönetmenin ismini Hollywood etkili yeni kuşağımızda Abdullah Oğuz’la yan yana anarken, Taylor Hackford ve Ron Howard gibileriyle beraber zikretmemizi sağlıyor. Dönem filmi, radyo filmi, terör gerilimi derken bu kez hedefte bir durum komedisi var.

        Daha ziyade ‘erkek karakterler’le haşır neşir bir yönetmen olsa da Örnek’in burada kadın tiplemeleri de sahiplenmesi değerli. Bu sayede eş Selma Ergeç de, kaynana Nevra Serezli de ‘fazla sekme’ yaşamadan yerine oturuyor. ‘Gelinin Babası’ (‘Father of the Bride’) ve ‘Zor Baba’ (‘Meet the Parents’) gibi seriye dönüşen ‘ailelerin iki kuşağını ele alan komedi filmi’ örneklerinin kalitelisi yamacımızdacanlanıyor.

        HAMİLELİĞİN ÇEVRESİNDE DOLAŞIYOR

        Yönetmen, ilk filminde ilk arabanın yol açtığı başarısızlık hikayesini, ikinci filminde radyonun yeşerttiği alt kültürünün cinsel özgürlüğünü, üçüncü filminde Türkiye’nin ABD politikalarından çıkan ‘cinayet/terör’ algısını mercek altına almıştı. “Senin Hikayen” ise hamilelik, doğum ve çocuk sahibi olma süreçlerine üzerine incelikli bir durum komedisi evreninin sözünü veriyor.

        İçimizi ısıtan bir film olmaya çalışırken, ele aldıklarıyla ilgili de bir şeyler söylüyor. Torun sevgisinin, kaynana-gelin ilişkisinin, yeni evli çiftlerdeki seks arzusunun, çocuk sahibi olmanın zorluklarının üzerinden geçiyor. Sinemada korkudan komediye uzanan çerçevede karşılık bulan ‘hamilelik’in çevresini mizahi rötuşlarıyla örüyor.

        “DOKUZ AY” İLE AKRABALIK SAKLI DEĞİL

        “Dokuz Ay” (“Nine Months”, 1995), “Bebeğimiz Olacak” (“She’s Having a Baby”, 1988) ile akraba gibi gözüken eserin, aslında bunlardan ilkiyle net bir bağ kurup Julianne Moore kıvamında bir Selma Ergeç ve Hugh Grant kıvamında bir Timuçin Esen planladığı kesin. Onların arasındaki ‘cinsiyetler çekişmesi’ misali diyaloglar da eğlendiriyor. Örneğin çocuğun isminin ne olacağı konusundan çıkan espriler veya terapi sekansı keyifli, eğlenceli. Örnek, sululuğa kaçmadan mizah yapmayı bilen ama kahkahalar da attırmayan bir senaryoya imza atmış.

        Rahat, hayatını kurmuş bir alenin çocuk sahibi olmak gibi bir sorunu çözmesinin trajik bir tarafı yok elbette. Eğer bir bit yeniği var ise o da ailelerden kaynaklanıyor. Örnek de bunu bilip oyuncularını öyle yönetiyor, basit planlarla ve renkli bir dünyayla bizi filmin içine çekmeye çabalıyor. Oyuncu yönetimini öne çıkarıyor. Orta halli ailenin vukuatlarına, iş hayatını umursamadığımız iletişim yüklü samimiyetine odaklanıyor.

        FİLMİN YILDIZI KURGUCU OĞUZ ÇELİK

        Bir noktadan sonra Oğuz Çelik’in kurgusu sahne almaya başlıyor. Örnek, parlak renkleri doğallık için kullanırken, herhangi bir masalsılık barındırmıyor. Açılış jeneriğindeki ‘fotoğraf albümü’ ile bir yerde ‘araya attırılmış fotoğraf albümü’ eklemeleri de bir ‘yan süs’ veya ‘keyif arası’ izlenimi yaratıyor. Kurgucunun montaj sekansları ise filmin belini doğrultup ayrı bir tempo kazanmasını sağlıyor. Yönetmenin önceki eserlerinde de çok sevdiği bu anlatı aracını burada ‘capcanlı’ bir dünyanın güm güm atan ‘kalp’i olarak tasarladığı kesin.

        Sinemada fazla görmediğimiz hip hop kurgunun bir-iki yerde bu enerjiye destek vermesi ise dikkatlerden kaçmıyor. Karı-koca ve aile arasındaki geçişlerde genel plan-detay plan tutarlılığında ve devamlılık kurgusu inşaatında bir sıkıntı yok. Çelik, hiçbir şekilde abartmadan, karakterlerden, ailenin iç dünyasından uzaklaşmadan hareket ediyor. Bunun sonucunda da kendine bir yol buluyor.

        ARKA PLANDA PARLAKLIK, MAKYAJDA AŞIRILIK

        Hamilelik sürecinde verilen tepkilerin çiftlere nasıl yansıdığının, bakış açılarının sonuçlarının ve daha fazlasının üzerine gidiyor. Görüntü yönetmeni Münir Gürsoy’un ise bir sekansta evin iki odasına girip çıkarken plan sekans izlenimi bıraktığı uzun plan dikkatlerden kaçmıyor. Soldaki odaya bakış atıp bir anda sağdaki odaya kendini atan steadicam, ‘zaman atlama’ becerisi göstermesiyle de bir ‘imza’ koyuyor. Uyutulan, akışa bağlanan seyirciyi uyandırıyor.

        Onun dışında sinematografiyle ilgili, ‘makyaj aşırılığı’nı ve ‘arka plan parlaklığı’nı gözlemleme dışında iyi şeyler söylemek mümkün değil. Örnek’in bazen konsantrasyonu kaybedip TV dizisi boyutsuzluğunu akla getirmesi (ki bunu en çok “Labirent”te görmüştük) ona da yer yer yansıyor. Bizi üç boyutlu film evreninden koparıp hikayenin samimiyetinden uzaklaştırıyor.

        TOLGA ÖRNEK YİNE İŞİNİ YAPMIŞ

        “Senin Hikayen”, alıştığımız Tolga Örnek usulü başarısızlık hikayelerinden birine de dönüşmüyor. ‘Pür neşe’yi ön plana alıyor. “Devrim Arabaları”nın gerçek öykünün mecbur bıraktığı uzun zaman dilimini rafine bir sürece sıkıştırma becerisine veya “Kaybedenler Kulübü”nün karikatür estetiği devrimine yaklaşamıyor. Ama “Labirent” ile birlikte kendi alanında büyük oranda iyi çekilmiş iki popüler sinema örneğinden birine dönüşmekte de sıkıntı çekmiyor. Bir anlamda Taylor Hackford, Oliver Stone ve Paul Greengrass geleneklerinden sonra burada da yüklenen bir Rob Reiner anlatısı oluyor.

        Ergeç, Esen ve Serezli’nin uyumları bu konuda en önemli faktöre dönüşüyor. Sait Genay’dan başlamak üzere diğer oyuncuların filme kattıklarından ise şüpheliyim. Zaten karşımızdaki yapıt, “Kaza Kurşunu” (“Knocked Up”, 2007), “Dikkat Bebek” (“What to Expect When You’re Expecting”, 2012), “People Will Walk” (1951) gibi bu konuda daha yetkin evrensel eserler arasında nasıl bir yere oturur bilemeyiz. Ama Örnek’in hikaye anlatma yetisi buraya da yansırken, değişken anlatıları devam ediyor. Asla da muhafazakar bir söylem için kıvranıp durmuyor. Süreyi tadında bırakarak iyi zaman geçirtmeyi becerip Hollywood’da akrabalık kurduğu isimlerle aynı yolu izliyor yönetmen.

        FİLMİN NOTU: 5.3

        Künye:

        Senin Hikayen

        Yönetmen: Tolga Örnek

        Oyuncular: Selma Ergeç, Timuçin Esen, Nevra Serezli, Sait Genay, İdil Fırat

        Süre: 110 dk.

        Yapım yılı: 2013

        ESKİ KÖYE YENİ ADET GETİREBİLİYOR MU?

        Kazuaki Kiriya’nın 2009’da “Goemon Efsanesi” ile fantezi-epiğin içine transfer ettiği samuray motifini, “47 Ronin” Hollywood’da ucuz efektlerle yeniden böyle bir işleme tabi tutmaya çabalıyor. En fazla da Keanu Reeves ve üç boyutlu olmasa doğrudan video piyasasına düşebilecek oryantalist ve Batıcı bir film niyetine izlenebiliyor.

        Samuray filmleri ya da ülkesinde bilinen adıyla ‘chanbara’, Japonya’nın en eski türlerinden biri. “Yedi Samuray”dan (“Shichinin No Samurai”, 1954) “Harakiri”ye (“Seppuku”, 1962) uzanan bir skalada çokça yönetmenin konusu olmuştur. Kültürel arka planıyla da onur, gurur, iktidar, intikam ve insanlık öykülerinin ana mevzusuna dönüşmüştür. Bu kültürel kılıç dövüşü türünün, ‘Vahşi Batı’ temsili olarak görülebilecek kimi westernlerin dayanak noktası olması da şaşırtmamıştır. 70’lerin sonundan itibaren ise dönüşüm geçirip adetlerini yenilediği bilinir. ‘Jidaigeki’ furyasına dahil edilip feodal Japonya’da, genelde Edo döneminde geçme özelliğini ‘gendaigeki’ kavramıyla günümüze transfer etmiştir.

        FANTEZİ-EPİĞE EVRİLEN BİR SAMURAY HİKAYESİ

        Carl Rinsch’in “47 Ronin”i (2013) 1930’lardan bu yana beş beyaz perde uyarlaması görmüş ‘47 Ronin’ efsanesine odaklanıyor. Bir samuray çetesinin yerler altında kalan onurunu kurtarırken, askeri lidere ya da dönemsel lehçeyle ‘shogun’a karşı açtıkları savaşa odaklanıyor. İngiliz denizci ile Japon köylünün oğlu Kai ise onlara katılarak bu intikam mücadelesine eşlik ediyor.

        Üç boyutta bir ‘jidaigeki’ evreni sunan eserin 17. yüzyıl Japonya’sındaki feodal düzenin alegorik anlamlarına kafa yormadan ‘fantezi’yi hareket geçirdiği söylenebilir. Bu da Akira Kurosawa’nin ‘evrensel’ derinlik kattığı, Shakespeare metinleriyle doyurduğu tür sinemasında daha farklı bir boyutu, Peter Jackson’ı andıran bir mizansenle devreye sokuyor.

        YÖNETMEN SIKINTISI EGZOTİZMİ HAREKETE GEÇİRİYOR

        Ancak destansı sıfatının Carl Rinsch gibi en fazla bilgisayar oyunu uyarlamasına imza koyabilecek tecrübesiz bir isme emanet edilmesi projenin sonunu hazırlıyor. Oyuncuların konuşmalarına ayrılan bölümlerden kaydırma geçişlerinin süresine kadar her konuda ortaya çıkan zamanlama sorunları, aksiyonu da destansılığı da doyuramıyor. Japon oyuncuların aksanlı İngilizce konuşmasının kabalığı, bir ‘B sınıf omurga’yı aktif hale getiriyor.

        Keanu Reeves’in uzun saçlarıyla ‘samuray ruhu’na uyum sağlayamayıp fazla ‘pespaye’ durması proje bazında ‘egzotik Japonya’ görüntüsüne oryantalist bakış atma sevdasını canlandırıyor. “Son Samuray”da (“The Last Samurai”, 2003) Edward Zwick’in Yunan mitolojisinden ve tarihi epik klasiklerinden beslenerek oluşturduğu ’19. yüzyıl Japonya’sında bir Amerikalı’ yorumu burada o kadar keskin ve iyi yontulmuş değil.

        “GOEMON EFSANESİ” BİR KAPI AÇMIŞTI

        Bu durumun da en önemli sebeplerinden biri, yeşil ekran teknolojisinin mimarı Kazuaki Kiriya’nın “Goemon Efsanesi” (“Goemon”, 2009) ile samuray motifini fantezi-epiğe geçirip çoktan devrim yapmış olması. Bu durum aradan dört sene geçmesine karşın Amerikan sinemasının olmasa da Keanu Reeves’in zihin yapısının biraz fazla ‘geride’ kaldığını kanıtlıyor. Bu da büyük oranda “Goemon Efsanesi”nin değerini arttıran, ileride klasiğe dönüşeceğini müjdeleyen bir gözleme yol açıyor.

        Ancak buradaki büyüyle doldurulan mizansenlerden ejderhalara uzanan dünya ayrıca ‘kitsch’ (bayağılık estetiği) bir iz de bırakıyor. Bunun yanında ‘47 Ronin’in beş uyarlamasından özellikle usta minimalist yönetmenin Kenji Mizoguchi’nin kalıcı 1941 tarihli versiyonunun 240 dakikadaki ağır tempolu başarısı görmezden geliniyor. Onun uzun planlarından burada eser olmaması, samuray kültürünün ‘2013’te nefes almayan’ omurgasına bir şey katmıyor. Aksine dramatik ve sinemasal derinliğinin, bilgisayar oyunu jenerasyonunun ağzına ‘kolay lokma’ olarak atılmasını sağlıyor.

        DİJİTAL BİR TURİSTİK GEZİ KIVAMINDA

        En fazla bilgisayar veya konsol başında İngilizce konuşan Japon karakterlerle oynanan bir strateji oyunu veya Japonya’da yapılan dijital bir turistik gezi niyetine döneme odaklanabiliyoruz. 47 savaşçının, intikam ışığında doyuma ulaşmaması da bundan kaynaklanıyor. “Warrior’s Way” (2010), “Samurai Assasin: The Blind Wolf” (2009) gibi Amerikan işi melez ve başarısız samuray filmlerinden farkı olmayan bir bütün canlanıyor.

        Tek değişiklik türün bu gibi eserlerle artık modern dünyaya adapte olup Tarantino gözlemine tutunması. Bu da “47 Ronin”in ‘jidaigeki’ inadıyla ‘zamanı geçen’ değerlerle yol aldığını kanıtlıyor. Kültürel türlerin ‘Tarantino sonrası’ değerlerine hiçbir yenilik getirmemesini sağlıyor. Hatta bu konudaki vukuatlarıyla Chris Morgan-Hossein Amini ikilisinin metninden de herhangi bir güç alamadığı kesin. Ne yalan söyleyelim, yönetmenlik ve senaristlik koltuğunda Tarantino ismini mumla arıyoruz.

        FİLMİN NOTU: 3.3

        Künye:

        47 Ronin

        Yönetmen: Carl Rinsch

        Oyuncular: Keanu Reeves, Hiroyuki Sanada, Kô Shibasaki, Tadanobu Asano

        Süre: 119 dk.

        Yapım yılı: 2013

        68 RUHU ATEŞLENDİ

        Fransa’da yaşanan 68 öğrenci olaylarının çevresinde çekilen filmlerin bir yenisine ülkenin memur sanat filmi yönetmeni Olivier Assayas el atıyor bu kez. “Direniş Günlerinde Aşk”, 18 yaşındaki bir kızın cinsel arayışına odaklanırken, dönemin isyankar ve özgürlükçü ruhunu tüm ‘çıplaklık’ığla kavrama becerisiyle dikkat çekiyor. Ancak yeni milenyumda bu tarihi, siyasi olaya odaklanan “Düşler, Tutkular ve Suçlar” kadar kalıcı bir esere dönüşemiyor.

        Son 20 senede herhalde elini atmadığı şey kalmayan Olivier Assayas’nın senaryolarını da kendi yazması ilginç. Onu gören ‘auteur’ zannedebilir. Ancak bana kalırsa bu iddiada bulunmak biraz garip olur. “Irma Vep” (1996) ve “Clean” (2004) dışında tutarlı bir esere imza atamayan, genelde de ‘Fransız ruhu’ ile hareket eden bir isim kendisi. Siyasi duruşu da, felsefi bakışı da, ritim duygusu da o yönde seyrediyor.

        ABD’DE VİDEO FİLMİ KADAR DEĞERİ VAR

        En sonunda “Kaçış Yolu” (“Boarding Gate”, 2007) gibi bir Amerikan video filminde Michael Madsen-Asia Argento ikilisinin arasında pespaye bir mekik dokuma gerçekleştirmesi de zaten Assayas isminin zafiyetini ortaya koydu. Zira kendisi eline ne verilirse atlayan, adeta bir sanat sineması memur yönetmeni. Ancak o damardan en azından anlamlı eserler çıkarmak söz konusu olduğunda bunu beceremiyor. Hatta yeri geldiğinde “Demonlover” (2002) gibi sinema tarihinin en anlamsız filmlerinden birine de imza atabilen, ‘güven’ konusunda ters köşe yapma oranı yüksek bir isim.

        Burada ise Assayas 1968 öğrenci olaylarının göbeğinden özgürlükçülüğe, isyankarlığa adapte olma hikayesi sunuyor. Filmin 122 dakikayı bulan süresiyle sarkmalar yaşadığı şüphesiz. Ancak 18 yaşındaki Clément Métayer ile “Bluebeard” (“Barbe Blue”, 2008) ve “Elveda İlk Aşk”tan (“Un Amour de Jeunesse”, 2011) tanıdığımız 19’luk Lola Créton’un çekiciliğine ve içtenliğine çok şey borçlu. Bu sayede dönemin ruhuna uygun müziklerin katkısıyla kimi sahneleriyle etkileme şansını yakalayan bir esere imza atıyor. Bu siyasi damara tutunan “Zabriskie Noktası” (“Zabriskie Point”, 1970) ve “Düşler Tutkular ve Suçlar” (“The Dreamers”, 2003) gibi eserlerin yanına yanaşmadan elbette.

        KAÇINILMAZ BİR MEMURİYET

        “Direniş Günlerinde Aşk” (“Après Mai”, 2012), henüz 18’inde cinsel devrimi tadarken resim sanatını da icra eden Gilles’in entelektüel karakterinin üzerine giderken fazlaca cesaret depoluyor. Onun cinsel arayışının ve varoluş sürecinin 68 olaylarıyla çakışmasını gayet iyi bir şekilde, yüksek çıplaklık oranıyla perdeye aktarıyor. Ancak bunu Godard’ın o dönemde yaptığı gibi yapıbozucu bir yönetmenlikle taçlandırmaktan ziyade her zaman olduğu gibi her şeyi akışını bırakıyor.

        Bu da kimi etkileyici planlarla iz bırakma şansına kapılsa da genelde sallanan kamera-sabit kamera arasında yalapşap ilerleyen, soyut anlamlara girme şansına kavuşunca anında duygusal şarkılar patlatan bir eser var. Bu da Assayas’yı bir kez daha memuriyetin doyumsuz kollarına teslim ederken filmin ‘keyifle tüketilme’ deneyimini ‘100 dakika olsa daha iyi olurdu’ ile noktalıyor.

        PERFORMANSLAR VE CİNSEL İÇERİK DÖNEME UYGUN

        Böylece 60’ların sonu ve 70’lerde üretilen politik dolgulu ‘Fransız Yeni Dalga sonrası’ eserlerin bir başka yorumunu izlerken, fazla beyaz depolayan renk tonuna şaşmıyoruz. Ancak kimi özgürlüklerin abartısında çekici anlar bizi bekliyor. Nihayetinde Bertolucci’nin “Düşler, Tutkular ve Suçlar” (“The Dreamers”, 2003) ne de Philippe Garrel’in “Regular Lovers”ı (“Les Amant Réguliers”, 2005) kadar ayakları üzerinde durabilen bir eser yok karşımızda.

        Bu da yönetmenin her şeyi ‘oldu bitti’ye getirip sanat sineması kitlesinin istediğini burada da bir ‘politik cümle’ ve ‘zaman dilimi’ ile canlandırmasından kaynaklanıyor. Duygulara hitap eden bir öğrenci olayları filmiyle çıkageliyor. Dolgun göğüslü kimliğiyle Créton’un çıtı pıtı hallerine, nü resim çizmeden yatakta çıplaklığın abartılmasına kadar o dönemin doğasına dair ‘ergenlik öyküsü’ ise aslında 18-20 yaş aralığından oyuncuların sahiciliğiyle canlanıyor. Bu da ‘özgürlükçü’ ve ‘isyankar’ geleneği ayağa kaldırmaya, beslemeye, enerjiyle doldurmaya yarıyor aslında.

        FİLMİN NOTU: 5.4

        Künye:

        Aşk Kokusu (Après Mai / Something in the Air)

        Yönetmen: Olivier Assayas

        Oyuncular: Clément Métayer, Lola Créton, Felix Armand, Carole Combes, India Menuez

        Süre: 122 dk.

        Yapım yılı: 2012

        MUHAFAZAKAR HAYAT KADINI FİLMİ

        Reşit olmadan hayat kadınlığı yapan bir kızın varoluş sürecine odaklanan “Genç ve Güzel”, tartışmasız Ozon’un kariyerinin en zayıf halkası ve yılın en büyük hayal kırıklıklarından biri. Sanki yönetmenin eşcinsel kimliğini kaybedip ‘heteroseksüel bir teşhirci’ ya da ‘muhafazakar/ahlakçı bir baba’ olmak istediğini düşünüyorsunuz filmi izlerken.

        17 yaşındaki genç ve güzel bir kızın dört mevsim ve dört şarkıya bölünmüş reşitliğe geçerken son virajı dönme öyküsü… Baştan bakınca “Beş Kere İki”ye (“Cinq Fois Deux”, 2004) benzer bir hikaye kurgusu dehası geliyor diyebilirsiniz. Ancak işin esası öyle değil. Ozon, cinsel özgürlüğe öyle bir bakış atıyor ki sanki “Kızgın Taşlara Düşen Su Damlaları”nı (“Les Gouttes d'eau sur Pierres Brûlantes”, 2000) başka biri çekmiş. Ya da o zamanlar eşcinselmiş, sonradan biseksüel veya heteroseksüel olmuş gibi hissediyorsunuz.

        AHLAK DERSİ İÇİN HER ŞEY HAZIR

        Karşımızda ergen bir kızın hayat kadınlığından para kazanma sürecinin sinemasal karşılığı var. Öykünün içeriğine bakınca “Gündüz Güzeli” (“Belle de Jour”, 1967) veya “Güzel Bebek” (“Pretty Baby”, 1976) aklınıza gelebilir. Yapısal açıdan ise Godard’ın “Hayatını Yaşamak”ı (“Vivre Sa Vie”, 1962) gözünüzün önünde canlanabilir. Ancak işin ucu her iki noktaya da açılmıyor. Ozon, Fransız Yeni Dalgası’nın ahlaki yapısından uzaklaşmak için her şeyi yapıyor. Sanki içindeki Paul Schrader’ı harekete geçiriyor.

        45 dakikada 50 yaş üzeri adamlarla ilişkiye giren kızın öyküsünü, sübyancılığa direnişini, genç kadın-olgun erkek ilişkisine girişini zamanla daha yüksek tempoya oturtuyor. Montaj sekanslar derken hayali dünyaya geçiş de bir ‘ölüm’le veya ‘cinayet’le ‘deus ex machina’ hamlesinin en ilkel halini harekete geçiriyor. Ancak o ‘aşama atlama’dan sonra sanki her payda, her planlama, her tokat bir başka ‘ahlak dersi’ için canlanıyor gibi.

        MUHAFAZAKAR BİR FİLM

        Öyle ki annenin şablon hali, babanın durumu derken, Ozon’un ‘Tanrı’ yerine geçtiği bir muhafazakar bakış izliyoruz. Kızın anne-babasının ayrılmış olması sebebiyle gerçek bir sevgi görememesi bir tarafa ‘50 yaş üstü erkekleri sevmesi’ anlaşılabilecek bir durumken bu püf noktasına asla odaklanmıyoruz. Aksine 60 yaşındaki bir amca hikaye anlatıp çocuklarını doyuruyormuş izlenimi yaratıyor!

        “Havuz” (“La Piscine”, 2002), “Kızın Taşlara Düşen Su Damlaları” ve “Katil Aşıklar” (“Les Amant Criminels”, 1999) gibi eserlerde dörtlü ilişkiye de kayan bir cinsel özgürlük, ahlak incelemesi yapan Ozon’un böylesi bir filme imza atması şaşırtıcı. Oralardaki ‘eşcinsel’ referansları, cinsel kimlik meselesini bırakın anadan üryan bir görüntüye izin vermeyip kimseyi karşısına almamak için inat etmesi kabul edilir gibi değil. Minimalizm geleneğinden çıkıp özellikle son 10 yıl özelinde görüldüğü üzere ‘plastiklik’i tercih etmesi, böylesi filmlerde görülen geleneksel kitleyi kaybetmeme hamlesi gibi duruyor.

        “UYUYAN GÜZEL”İ ÖNERİRİM

        Aklımıza Julia Leigh’in Rohmer etkili “Uyuyan Güzel”indeki (“Sleeping Beauty”, 2011) Rohmer etkili uzun planlar ve sabit açılarla canlanan ‘15-20 yaşlarındaki genç kızın tavizsiz hayat kadınlığı incelemesi’ gelmiyor değil. Orada Lucy’nin ‘orta yaş üstü erkeklerle grup sekse ve bireysel seks’e girip çıkışsızlığa, karamsarlığa açılması varken “Genç ve Güzel” en fazla onun değerini arttırmaya yarıyor.

        Günümüzde ergen hayat kadını varoluşu böylece tadılmamış oluyor. Marine Vacth’ın durumu aslında bir çaba ve seksilik getiriyor. Yönetmenin Ludivine Sagnier gibi bir ismi daha sinema piyasasına fiziksel güzelliğiyle emanet etmesini sağlıyor.

        AMERİKAN SİNEMASINA MI AİT?

        Ancak onun ötesinde Ozon’un elinde ilk 40 dakikada bir Fransız Yeni Dalgası projesi, ikinci 50 dakikada bir Amerikan gençlik filmi kriterleri var. Hepsini toplayınca da cinsellik oranı günümüz Amerikan tür filmlerinin çok da üzerinde değil. Bu durum garip dururken, aslında kriterlerin, ideolojik sarsılmaların bu noktaya kayması asla şaşırtmıyor. Aksine ‘tabii ki olmalıydı’ dedirtiyor.

        Ozon’un minimalizmden şaşıp “Kumun Altında” (“Sous le Sable”, 2000) gibi orta yaş psikolojisine bakışını ergen dünyasına transfer eder gibi gözükmesi ise üzücü. Arabesk müzik araları vererek ‘seni seviyorum’a, ‘seni seviyorum’lu bir karaoke misali şarkıyla karşılık vermesi de aslında çok trajik durumlara yol açıyor. Somutu illa da gözümüze sokma arzusu hafif plastik hayalciliği en iyi ihtimalle muhafazakarlıkla süslüyor. Vacth’ın çıplaklık adına tüm cüreti de boşa gidiyor. Ne tarafından bakarsanız bakın gerçek bir başarısızlık abidesi olarak tanımlanabilecek “Genç ve Güzel”, yönetmenin kariyerinin en zayıf halkası.

        FİLMİN NOTU: 3

        Künye:

        Genç ve Güzel (Jeune et Jolie / Young & Beautiful)

        Yönetmen: François Ozon

        Oyuncular: Marine Vacth, Géraldine Pailhas, Frédéric Pierrot, Fantin Ravat, Charlotte Rampling

        Süre: 95 dk.

        Yapım Yılı: 2013

        KEREM AKÇA’NIN VİZYON FİLMLERİ İÇİN YILDIZ TABLOSU

        Arada Kalan (What Maisie Knew): 3.4

        Arınma Gecesi (The Purge): 7.5

        Arkadaşlar Arasında: 2.3

        Aşk Ağlatır: 2.1

        Aziz Ayşe: 4

        Başka Söze Gerek Yok (Enough Said): 5.7

        Behzat Ç. Ankara Yanıyor: 2.9

        Benim Dünyam: 3

        Bir Hurdacının Hayatı (Epizoda u Zivotu Bereca Zeljeza / An Episode in the Life of an Iron Picker): 3.8

        Bir Vampir Hikayesi (Byzantium): 6

        Bu İşte Bir Yalnızlık Var: 4.4

        Buraya Kadar (This is the End): 4

        Carrie: Günah Tohumu (Carrie): 3

        Çılgın Hırsız 2 (Despicable Me 2): 6

        Danışman (The Counselor): 5.3

        Dinozorlarla Yürümek (Walking with Dinosaurs): 0.7

        Düğün Dernek: 3.9

        Erkek Tarafı: Testosteron: 1.8

        Erkekler: 3.5

        Frances Ha: 4

        Gözümün Nûru: 6.8

        Günce: 2.8

        Hayatboyu: 7

        Hobbit: Smaug’un Çorak Toprakları (The Hobbit: The Desolation of Smaug): 5.9

        Hükümet Kadın 2: 2.5

        İki Kafadar: Chinese Connection: 1.9

        Kahraman İkili (Free Birds): 3.2

        Kalbim Sende (Don Jon): 4

        Kaptan Phillips (Captain Phillips): 4

        Kedi Özledi: 4.7

        Kesişen Hayatlar (Krugovi / Circles): 4

        Kim Ki-Duk’tan (Moebius): 6.5

        Küf: 6.5

        Last Vegas: 5

        Mavi En Sıcak Renktir (La Vie d’Adele: Chapitres 1 & 2): 8

        MC Dandik: 3.5

        Onur Savaşı (Jagten / The Hunt): 5.5

        Ölümsüz Aşk (Ain’t Them Bodies Saints): 5.9

        Özür Dilerim: 2

        Popüler (Populaire): 6.1

        Ruhlar Bölgesi: Bölüm 2 (Insidious: Chapter 2): 5.8

        Saroyan Ülkesi: 5

        Sen Aydınlatırsın Geceyi: 8.7

        Sev Beni: 4.5

        Son Durak (Fruitvale Station): 6

        Sona Doğru (All is Lost): 2

        Su ve Ateş: 2.9

        Sürgün: 2.9

        Şevkat Yerimdar: 4.5

        Tamam Mıyız?: 4

        Thor: Karanlık Dünya (Thor: The Dark World): 3.8

        Ustura Dönüyor (Machete Kills): 4

        Uzay Oyunları (Ender’s Game): 3.9

        Üç Yol: 4.3

        Yarım Kalan Mucize: 2.5

        Yarım Kalan Şarkı (Unfinished Song): 5.2

        Yerçekimi (Gravity): 3.8

        Yılın Savaşı (Battle of the Year): 1.6

        Yozgat Blues: 6.5

        Zafere Hücum (Rush): 7.5

        Zamanda Aşk (About Time): 6.7

        Not: Yıldızlar, 10 üzerinden verilmektedir.

        Diğer Yazılar