Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        “May” ve “The Woods” ile tanınan ve korku/gerilimde kadın karakterleri ele almasıyla dikkat çeken Lucky McKee, bu sefer “The Woman” ile önümüze dikiliyor. Jack Ketchum’ın ‘Ölü Nehir’ serisinin dokuzuncu kitabından uyarlanıp, ‘Leatherface’ ile de akrabalık kuran kadın yamyam filmi tüm kabalığıyla canlanıyor. Kırsal kesimde yaşayan Amerikan ailesinin yozlaşmasına, ataerkil toplumun şiddete ve sapkınlığa yönelimine darbe indiren feminist ve sert bir eserle yüzleşiyoruz.

        Yamyam filmlerinin tarihine baktığımızda aslında ilk olarak İtalyan korku sinemasında 70’li 80’li yıllardaki furyaya odaklanmamız gerekir. Ülkede giallo filmlerine (İtalyan kesme-biçme filmleri) paralel olarak çıkışa geçen bu alt tür, B sınıf bir alana hapsedilip her daim ‘istismar filmleri’nin içinde anılmıştır. Önemsenmeden ‘insan da yenir mi?’ önyargısıyla tu kaka edilmiştir. Ancak yeme motivasyonunun başlı başına bir motif, bir anlatı yolu, bir alt metin, bir metafor haline gelebileceği görmezden gelinmişti.

        TİPİK BİR LUCKY MCKEE ÖRGÜSÜ

        Lucky McKee de bilinçaltında “Doctor X” (1932) ve “Teksas Katliamı”ndan (“The Texas Chain Saw Massacre”, 1974), kağıt üstünde Jack Ketchum’ın ‘Ölü Nehir’ (‘Dead River’) adlı roman serisinden beslenerek bu konuda adımlar atıyor. Eli Roth’un 2013’te “The Green Inferno” ile camp (bilinçli bayağılık estetiği) İtalyan alt tür filmlerine saygı duruşunda bulunduğu, ciddi yamyam filmlerinin de (bkz. “Kan Kokusu” (2010), “Cannibal” (2013)) denendiği bir devrede doğru bir ambalaj buluyor.

        Yönetmen daha önce yazarın bir başka eserinin uyarlaması “Red”de (2008) ortak yönetmenlik yapmıştı. Ama Jack Ketchum, belki de eski kavimlerden kalan yamyamları işlediği roman serisine ilk kez iyi bir perde temsili (aynı adlı) buluyor. McKee ise çok sevdiği kadın karakterlerin üzerine gitme arzusunu yine ataerkil toplum, kadın düşmanlığı karşıtı bir dramatik yapıya kavuşturuyor. Sıradan, kırsalda, Maine’de yaşayan bir Amerikan ailesinin içinde olabileceklere, üst-orta sınıfın alışılmış kaosuna bakış atıyor.

        Leatherface’in ailesini akla getiren, cinsiyetleri hesaplanmış bu beş bireyli kurum, aslında mutlu gibi yapıyor. Ama iletişimsizliğin dibine vurmuş. Alttaki sadistliği, taciz eğilimini, ensest arzusunu, kirliliği tabiri caizse ateşleyen ise istemeden ‘şiddet’ yayan ve hiçbir çekiciliği olmayan bir kadın yamyam oluyor. McKee de “May” (2002) ve “The Woods”da (2006) olduğu üzere, dışlanan bir kadının mantıklı ‘korku/gerilim’ motifleriyle ayaklanmasına odaklanıyor. Birincisinde ‘frankenstein filmi’ne getirdiklerini, ikincisinde bir yatılı okulda delirmeye, cadılaşmaya transfer etmişti.

        İLKELLİK SÜRECİ NASIL YANSITILIYOR?

        Burada ise aslında ormanda yaşayan, yaralı ve ilkelleşmeyi sembolize eden bir hilkat garibesinin üzerine gidiyor. İlk bölümde ‘doğa belgeseli’ havası gözlerden kaçmıyor. İsimsiz kadının avlanması, koşuşturması ‘tedirgin edici’ bir üslupla veriliyor. Yönetmenin ‘doğaüstü’den uzak duran yaklaşımı bu görüntü bindirmeyi de öne çıkaran sekansla, açılış bölümüyle bir şeyleri canlandırıyor. Onun yakalanması ise “Trog”vari (1970) bir medeniyet-ilkellik çatışmasını devreye sokuyor.

        Kapitalizm görmüş bir insan ile ormanda yaşayan hayvanlaşmış bir birey arasındaki ilişki beklenenden farklı gelişiyor. Ne Kaspar Hauser, ne Trog, ne Hanzo, ne Lila Jute (“Human Nature”) canlanıyor. Aksine bir anda evinde ensest ilişki yaşadığından bile şüphelenilen avukat Chris Cleek beliriyor. İşin içine de istismar filmlerinin gereklerini yerine getiren, kanı, şiddeti, cinselliği, çıplaklığı önemseyen, sert doğallık yanlısı bir ambalaj dahil oluyor.

        KADIN BİR ‘LEATHERFACE’

        Ancak nihayetinde ‘hayvanlaşan insanoğlu’nun tez çalışması niteliğinde bir yamyam motifi canlanıyor. Amerikan ailesinin özündeki sapkınlığı, sapıklığı, ensest olgusunu, sadistliği ve daha fazlasını ele almak kadın bir Leatherface üzerinden aktif hale geliyor. Böylece hem kadın hakları, erkeklerin uyguladığı şiddet ve iddia ettiği haksız güç üzerinden vurgulanmış, hem de kırsal bölge korkusu ayyuka çıkmış oluyor.

        McKee, “May”deki “Re-Animator” (1985) hayranlığının ardından burada da Tobe Hooper’a selam çakarak “Teksas Katliamı”nı hedef alıyor. Ama Ketchum’ın romanındaki ‘kadın yamyam’ motifi, dengeli bir duyarlılıkla tanımlanırken, ‘avcı’ ile ‘yem’in yerleri bir süreliğine değiştiriliyor. Film ise “Cannibal Holocaust”un (1980) ‘belgesel’ eğilimli yapısına yanaşmıyor. Aksine gerçekleri yüzümüze vurup, 16mm’nin gren oranını andıran bir HD kamera kullanıyor. Son bölümde kameranın döndürülmesiyle gelen “Ölüm Korkusu” (“Vertigo”, 1958) efekti bir yana, ‘kadın’ın bir anda yolda koştuğunun hissettirilmesi veya çimlerin üzerinde zıplar hale gelmesi de kalp atışlarını yükseltiyor.

        BAZEN KLASİKLİK DE SATAR

        Klasik çatışmalar ışığında geçen zaman dilimi, finalde katliamla anlam kazanıyor. Amerikan toplumunun gizli saklı bölgelerindeki (burada kuzeydoğuya denk gelen Maine) kadın-erkek ya da aile ilişkileri böylece önümüze seriliyor. “The Woman”, geleneksel çatıyı, senaryo yapısını kullanırken, açılış ve kapanış sekansları ortadaki ‘sert gerçeklik’ ve ‘amaçsızlık’la birleştirerek etki gücünü arttırıyor. Kameranın ‘balta girmemiş orman’dan yüklendiği mat renkler, sanki çalıların doğasına kendimizi kaptırmamızı sağlıyor. Yeşilin ve kahverenginin tonlarından bir palet oluşuyor.

        “The Woman”, McKee’nin bireysel işleri içinde (iki de ortak yönetmenliği var) azımsanmayacak bir yere yerleşiyor. Yönetmenin Jack Ketchum’ın romanından Ketchum ile beraber senaryolaştırdığı eser, böylece iz bırakıyor. İskoç Polyanna McIntosh ise cesareti sebebiyle, tüm o vahşiliğin, egzotizmin arasında parlamasıyla, çabasıyla takdir edilmeli.

        Ne durumda?

        Belirsiz. Film, 2011’de Sundance Film Festivali’nde galası yapılmasına karşın halen buralara uğramadı. Ne festival, ne vizyon, ne ev videosu gördü.

        Künye:

        The Woman

        Yönetmen: Lucky McKee

        Oyuncular: Polyanna McIntosh, Sean Bridgers, Brendan Gerald Fuller, Lauren Ashley Carter, Angela Bettis

        Süre: 101 dk.

        Yapım yılı: 2011

        Not: Bu bölümdeki filmler, ya uluslararası festivallerde ya da yurt dışında piyasaya çıkmış orijinal DVD’lerinden izlenerek yazılmaktadır. Bu yasal durum, diğer yazdığım filmler için de geçerlidir.

        Diğer Yazılar