Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        19 EYLÜL FİLMLERİ

        “Kaldırım Serçesi” ile tanınan Oliver Dahan’ın imzasını taşıyan “Monako Prensesi Grace”, yıllardır beklenen Grace Kelly biyografik filmi… Nicole Kidman’ın, efsane oyuncuya benzerliğinden ziyade Eric Gautier’nin 50’li 60’lı yılların sinemasındaki renk dokusunu canlandırma becerisiyle dikkat çekiyor. Ve soruyor: ‘Hollywood’da kadın oyuncu olmak mı, yoksa bir yaştan sonra evinin kadını olmak mı makbul?’

        Biyografik film, dışarıdan gözüktüğü gibi kolay bir şablon değildir. Aksine büyük uğraş ve sabır gerektirir. Sinema tarihi de ‘oyuncu biyografisi’ konusunda başarısızlık öyküleriyle doludur. Genelde TV ekranına kayan ve makus talihini yenemeyen Joan Crawford, Rita Hayworth, Lucille Ball, Judy Garland ve Marilyn Monroe, türün adamakıllı bir filme olan ihtiyacına dikkat çeker. Sonuç ise bu konuda gerçekleri hakkıyla yansıtmanın zorluğuna bağlanır. Bu konuda en şanslı isimler şüphesiz Rudolph Valentino ve Peter Sellers olmuştur. Bu sebeple de bir aktrisin biyografik filmine el atınca bazen hedef spesifik bir döneme odaklanarak işi hem maddi hem de manevi açıdan kolaylaştırmaktır. Örneğin “Liz & Dick” (2012) ve “Marilyn ile Bir Hafta” (“My Week With Marilyn”, 2011), Taylor ve Monroe’yu kavrama adına böyle çözümler üretmişlerdir.

        KIDMAN, GRACE KELLY’YE ÇOK YAKIŞIYOR

        Oliver Dahan da tamamına yakını İngilizce çekilen filmde deneyimli Eric Gautier’nin ustalıklı sinematografisinden beslenerek 50’lerin sonu ile 60’ları kavramaya çalışıyor. Açıkçası Kelly’nin 1951-1956 arasında 20-25 yaşlarındayken 11 filmde oynayıp bir kariyer inşa etmesinin akabindeki sancıları ele alınıyor. Onun Monako Prensi 3. Rainier’yle aşk yaşaması ve evinin kadını olması, sanki kadın oyuncuların düşler ülkesinde kariyer inşa ederken köşeye sıkışmasına dikkat çekiyor.

        Nicole Kidman, “Diğerleri”nde (“The Others”, 2001) de görüldüğü üzere sinemada gerçek sarışın Grace Kelly’yi en iyi kavrayabilecek isim. Onun mizacı Kidman’a çok yakışıyor. Dahan bu konu üzerine çalışmış mı anlamak zor. Ama kurgu ve sinematografi açısından dönemin doğasına uygun bir işçilik izliyoruz.

        ‘CENNETTEN ÇOK UZAKTA’NIN RENK DOKUSU VAR

        “Déjà Mort” (1998), “Kıyamet Melekleri” (“Les Rivières Pourpres 2 - Les Anges de l'Apocalypse”, 2004) ve “Kaldırım Serçesi” (“La Môme”, 2007) gibi filmleriyle popüler estetiği sevdiğini gösteren Dahan, sürekli eleştirilere maruz kalmış bir isim. Özellikle porno piyasasını ele alan ilk filminde muhafazakar bakışı fazla popülist bulunmuştu. “Aşk Şarkım”da (“My Own Love Song”, 2010) Whitaker-Zelweeger arasındaki olağandışı ve riskli öğeler taşıyan ilişkiyi ele alırken içine düştüğü hazin durumlar halen zihnimizde…

        O bağımsız eserde hafif masalsı bir dostluk hikayesi anlatmak kitsch (bayağılık estetiği) öğelere yol açmıştı. Tekerlekli sandalyeye mahkum kalan kadın ile hayaletlerle konuşan siyahi adam arasındaki bağ ‘İngilizce’de bir ana dil eksikliği hissettirmişti. Burada ise camp (bilinçli bayağılık estetiği) çevreyi “Cennetten Çok Uzakta”da (“Far From Heaven”, 2002) Todd Haynes’in yaptığı gibi kalıbına uydurma şansı doğuyor. Akşam/gece sahnelerinde içeriye sızan mavi ışığın yanında sarı bir ışığın sürekli etkili durması, henüz Technicolor’ın üç şeritli sistemiyle çekilen eserleri akla getiriyor.

        Bunun ötesinde kurgucunun da günler arasındaki geçişleri yer yer birer kamera hareketiyle tek mekanda hallettiği, dengeli hızlandırmanın akıcı geçiş sağladığı anlar etkili. Açılış sekansında Kelly’nin gözünden Hollywood stüdyolarına kamera kaydırması ile alınmış plan sekansla yapılan vurgu, diğer sahnelerde de ‘kaydırma hareketi’nin oyuncuları öne çıkarma gayretine yansıyor.

        HITCHCOCK YAPAY DURUYOR

        Kidman için ise “Kaldırım Serçesi”ndeki zoraki Edith Piaf performansıyla Oscar’a uzanan Cotillard’a benzer bir makyaj çalışması yapılmış. Ama bu kez çok yakın planların ve yakın planların gözleri veya ağzı alması, içsel dünyadaki tedirginliği yansıtıyor. İki kez çalıştığı Hitchcock’la karşılaşan Kelly’nin “Hırsız Kız” (“Marnie”, 1964) teklifine yorumu –ki Tippi Hedren’in bu sorunlu tiplemeyi müthiş bir şekilde kavradığını biliyoruz- çok iç açıcı sonuçlar vermiyor.

        Hitchcock rolündeki Roger Ashton-Griffiths “The Girl”deki (2012) Toby Jones kadar başarılı değil, silik kalıyor. “Monako Prensesi Grace” (“Grace of Monaco”, 2014), hem dönem filmi düsturuna, hem oyuncu yaşamı ışıltısına bağlı kalan bir kısıtlı dönem biyografik filmi. Bu açıdan zamansal sıkıntılara düşmüyor. Ama abartılı makyaj biraz göze batıyor. Bu da oyuncuları yetkinliğini sınamamızı sağlıyor.

        Bir oyuncunun düşüş yıllarına odaklanmak açılarıyla iyi kavranırken Fransız yönetmen adına bir uyum sorunu muhakkak. Roth’tan Langella’ya kadar rol kesme kaygısı göze fazlasıyla batıyor. Sadece Paz Vega kendini öne çıkarabiliyor. Ama evinin kadını olmak ile Hollywod’da kadın yıldız olmak üzerine sorduğu sorularla da dikkat çekici bir film beliriyor.

        FİLMİN NOTU: 5.5

        Künye:

        Monako Prensesi Grace (Grace of Monaco)

        Yönetmen: Oliver Dahan

        Oyuncular: Nicole Kidman, Tim Roth, Milo Ventimiglia, Paz Vega, Frank Langella, Roger Ashton-Griffiths

        Süre: 103 dk.

        Yapım yılı: 2014

        ‘BÖCEK’ DEYİP GEÇELİM Mİ?

        Kaybedenlerin film çekim aşamasına odaklanan bir meta-süper kahraman komedisi olarak anılabilir. “Böcek”, William Klein’ın 1969’da çektiği pop art öğelerle süslü kült eseri “Bay Özgürlük”ün ‘mockumentary’ (‘sahte belgesel’) dolgulu yerli versiyonu olmak isterken kuralsızlığı abartıyor. Bu sebeple de ‘Uğurböceği Adam’ dışındaki fikirler planlama aşamasında kalıyor.

        Özgüven sahibi olmak güzel şey. Ama bu olgunluğa erişirken, ortaya koyduğunuz işin kalitesine de dikkat etmelisiniz. “Fasulye” (2000) ile belki çok görmediğimiz bir ticari kara komedi çıkaran yönetmen Bora Tekay’le senaristi Haluk Özenç yeniden bir araya geliyor burada. Tekay, aradaki dizi işlerini bir çırpıda unutturmayı beceremiyor. Zira o projelere yansıyan üşengeçliğiyle “Fasulye”nin ‘gramersiz’ halini burada da büyük oranda karşımıza çıkarıyor.

        META-MOCKUMENTARY ÖRNEĞİ

        Zira HD’nin kolaylıkları ile çekilebilmiş bir iş sözünü ettiğimiz... Bir meta-mockumentary (film çekim aşamasına odaklanan sahte belgesel) olarak anılabilir “Böcek” (2014). ‘Uğurböceği Adam’ın maceralarını da bu temelden kurguluyor. Senarist ve yönetmenle, Bora ve Haluk’la bir araya gelen Uğur’un şaşkınlıklarına odaklanıyor.

        Film çekimi sürecine girince devrimci ve tavizsiz “Bir Tuğra Kaftancıoğlu Filmi”nin (2007) hassasiyetini, melankolisini arasak da aramakla kalıyoruz. Daha ziyade plansız programsız, sırtını dijital teknolojiye yaslayan, kuralsızlığı, savrukluğu ‘dil’ zanneden yer yer eğlenceli bir komedi omurgası canlanıyor. Plansızlığın tek olumlu katkısı Tekay’ın kendi bencilliği ve egosuyla dalga geçmesine alan açması…

        UĞURBÖCEĞİ ADAM FİKRİ HOŞ

        Bunların Özenç’in sahneleriyle uyumunda ise sorunlar devreye giriyor. “Böcek”, “SüperTürk” (2012) ile artan fantastik sinema örneklerinin bir yenisi. Ona ‘gazman’ ve ‘Haluk’ göndermeleri de yapıyor aslında. Bu bağlamda da karşımıza fazlasıyla bağımsız ruhlu bir iş çıkarıyor. Anti-süper kahraman meselesiyle birlikte gelen ‘Uğurböceği Adam’ fikri hoş.

        Ama altı dolmayan şeyleri sadece tuhaf bir belgesel mantığının içine sıkıştırmak, arkaya da “Barton Fink” (1991) gibi buna meyleden göndermeler eklemek çok geçerli değil. Sanki arka planda ‘sinefil dükkanı’ misali beliren DVD’ci afişlerinin özensizliği de filmi yaralıyor. Her şeyin bir matematiği olmasa da sistematiği olmalı.

        TÜRKİYE’NİN ‘BAY ÖZGÜRLÜK’Ü MÜ?

        Tekay’ın “Fasulye”de teknik açıdan acemiliğini senaryoyla bertaraf etmişti. Burada ise William Klein’ın Amerikan vatanseverliğini eleştiren anti-süper kahraman filmi becerisi “Bay Özgürlük”ün (“Mr. Freedom”, 1969) yapısını kullanırken, vasıfsız bir B-tipi kahraman temsili arıyor. Bunu yaparken mizahı “SüperTürk” gibi kullansa amacı anlaşılır. Ama neyi eleştirmek istiyor çok belli değil. Kendi çağında takılmak Tekay’ın amatör ruhuna yaramış. Ama bunu bir yerlere ulaştıracak ‘dramatik çatı’ da kullanmalısınız.

        Bu bağlamda da “Böcek” sanki işlevsel bir meta-film olarak perdeyi dolduruyor. Geçişlerle yapılan ‘senaryo mu, yönetmenlik mi’, ‘devamlılık kuralı mı, mimikler mi?’ gibi sinemasal espriler yüz kere gördüğümüz, ‘ilk film’de olabilecek şeyler. Sadece baştaki ‘kitsch böcek efekti’ biraz bu hedefin altını doldurabilen bir yaklaşım.

        Filmin doğaçlama yöntemi ve gerilla sinemacılığı ise “Film”le (2011) birlikte aynı tahtaya yazılmasını sağlıyor. Üstüne üstlük tam oradaki gibi izlediği metodun çıkardığı dramatik yapıyı elinden kaçırarak… “Böcek”, Tekay ile Özenç adına yeni, alçakgönüllü bir başlangıç olabilir. Ama o zaman da Tekay’ın dizilerini, Özenç’in “Mumya Firarda” (2002) faciasını göz ardı etmek mümkün mü?

        FİLMİN NOTU: 4.2

        Künye:

        Böcek

        Yönetmen: Bora Tekay

        Oyuncular: Uğur Bilgin, Bora Tekay, Haluk Özenç, Tamer Karadağlı, Leyla Yungul

        Süre: 79 dk.

        Yapım yılı: 2014

        KEREM AKÇA’NIN VİZYON FİLMLERİ İÇİN YILDIZ TABLOSU

        Açık Pencereler (Open Windows): 5.5

        Attila Marcel: 4.2

        Azazil: Düğüm: 2.6

        Ben, Kendim ve Annem (Les Garçons et Guillaume, à Table! / Me, Myself and Mum): 3.5

        Belalı Rehine (Life of Crime)

        Betondaki Çatlaklar (Risse Im Beton): 4

        Bizi Kötüden Koru (Deliver Us From Evil): 3.2

        Cehennem Melekleri 3 (The Expendables 3): 2.3

        Cin (Jinn): 6

        Çakma Polisler (Let’s Be Cops): 3

        Dehşet Kasabası (Aux Yeux Des Vivants / Among the Living): 5.5

        Fırtınanın İçinde (Into The Storm): 2.7

        Galaksinin Koruyucuları (Guardians of the Galaxy): 7.6

        Günah Şehri: Uğruna Öldürülecek Kadın (Sin City: A Dame To Kill For): 7

        Hafta Sonu (Weekend): 4

        Herkül: Özgürlük Savaşçısı (Hercules): 2

        İnsan Avi (A Most Wanted Man): 5.5

        İtalya Tatili (Walking on Sunshine): 6.1

        Kahraman Şövalye Justin (Justin and The Knights of Valour): 2.9

        Karabasan (The Babadook): 7

        Kayıp Karıncalar Vadisi (Minuscule): 6.5

        Keşke Burada Olsam (Wish I Was Here): 5.7

        Körlük (Blind): 6.7

        Liseli Polisler 2 (22 Jump Street): 4.7

        Lucy: 3.9

        Muska: 2.7

        Ninja Kaplumbağalar (Teenage Mutant Ninja Turtles): 5.1

        Sürpriz Damatlar (Qu'est-ce Qu'on A Fait Au Bon Dieu?): 2

        Şef (Chef): 4.2

        Toprağa Uzanan Eller: 3.1

        Yatak Dersleri (A Coup Sûr): 2

        Not: Yıldızlar, 10 üzerinden verilmektedir.

        Diğer Yazılar