Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Farklı bir ilahiyatçı o. Dinde revizyon istiyor, dinin geleneğin tortularından kurtulması gerektiğini düşünüyor. Bunu da felsefi ve sosyolojik arka planıyla sunabildiği için kendini dinletiyor. Söylediklerinde hamaset yok. Ki NATO’da bir toplantıya çağırdılar, bu söyleşide söylediklerini orada da anlattı. Ankara Üniversitesi’nden Prof. Şaban Ali Düzgün, gündemi meşgul eden konulara da değiniyor.

        Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Kelam Anabilim Dalı Başkanlığı ve İngilizce İlahiyat Bölüm Başkanlığını yürüten Prof. Şaban Ali Düzgün’le konuştuk. “Din, Birey ve Toplum” “Sosyal Teoloji: İnsanın Yeryüzü Serüveni” “İnsan Hakları Eğitimi,” “Allah Tabiat ve Tarih” “Varlık ve Bilgi: Aydınlanmanın Keşif Araçları” “Çağdaş Dünyada Din ve Dindarlar” “Dini Düşünceyi Yeniden İnşa Alanları” adlı kitapların da yazarı olan Düzgün, en son İmam Mâturidi’yle ilgili bir derleme hazırladı...

        Okullarda “Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi” okutuyoruz. Dinsiz ahlak olmuyor mu?

        Ahlak bir değerler sistemi öneriyor size. Toplu halde yaşarken sizden bana bir zarar gelmeyeceğine ya da yönetilirken bir kayırmacılığa uğramayacağınıza dair bir değerler sistemini mutlaka birileri önerir. Bunu siyaset önerirse siyasetin ahlakı olur, din önerirse dinin ahlakı. Aslında ahlak, ruh gibi. I İnsanın doğasında mı var ahlak? Bunun adı doğal ahlak teorisidir. İnsana din veya bir ahlak teorisi herhangi bir şey söylemeden de insan neyin doğru neyin yanlış olduğunu bilir.

        Yani ahlakı her zaman dinle özdeşleştirmenin de mânası yok...

        Var. Sizdeki değerler zamanla küllenebilir, gelişemez hale gelir. Bunu size sürekli hatırlatan bir kaynak olarak din var. Din veya bir ahlak sistemi şunu söyleyebilir: Bütün canlılar, içinde yaşadığımız evrenin bir parçasıdır. İnsansanız ve sizde vicdan varsa bir canlıyı zor durumda bırakıp gidemezsiniz. Bir yaptırımı yok ama onu bıraktığınız zaman görünmeyen bir gücün size bunu soralabileceği bir değer olarak yerleştirildiyse, bu sizin o canlıyı bırakıp gitmenizi engelliyor.

        Peki dinsiz biri çoğunlukla ahlaksız mıdır o zaman?

        Bir adam dinine bağlı değilse, bu adamın ahlaki değerleri yoktur, diyemeyiz.

        Farklı dinlerin insanlarından dinen ayrılsam da ayıran ahlaki bir şey yok...

        Bizim Yahudilerden veya Hıristiyanlardan farkımız din farkı değil, şeriat farkı. Etik adı altında verilen şey aslında davranış normları. İtiraz noktası şu olmalı: Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersinin şöyle içeriklendirilmesinin ne mahsuru olabilir? Hiç. Yahudi, Hıristiyan, Budist, Alevi, Sünni, hiç fark etmez... Oralarda iyi olarak keşfedilen, insanları sürekli iyiye, doğruya yönlendirecek hangi değer varsa, nereden geldiğine asla bakamazsınız alıp oraya koyacaksınız, okutacaksınız. Maksat İslam’ın “iyi insan” projesidir. Çünkü İslam “iyi insan” projesidir.

        İyiyi kimin yaptığı önemsiz mi?

        Hiç önemli değil. Kant’ın bir mottosu ile Hz. Peygamber’in bir sözü o kadar birbirine uyar ki... Diyor ki Kant “Öyle davran ki, davranışını başkasına tavsiye edebilesin.” Bir hırsız hırsızlığı çocuğuna, dostlarına tavsiye edemez. Hz. Peygamber “Size nasıl davranılmasını istiyorsanız siz de öyle davranın” demiş mesela. Bundan daha kucaklayıcı, güven verici bir şey olabilir mi?

        Başbakan Erdoğan’ın açıklamasıyla başlayan “dindar nesil yetiştirme” tartışması hakkında ne düşünüyorsunuz?

        Dindarlık, dine adanmışlık anlamına gelir. Yetiştirmeyi hedeflediğimiz bir dindar, rengine, diline ve dinine bakmadan her insanı Allah’ın, temel hakları garanti altına alınmış (İsrâ, 70) bir kulu olarak görme enginliğine erişebiliyorsa sorun yok. Kendini dine yaslayan böyle bir dindar, bütün düşünce ve davranışlarında insanın onurunu baş tacı ediyorsa; haksızlığa, kayırmacılığa, adaletsizliğe direnmeyi insan olmanın asgari şartı sayıyorsa yine sorun yok. Ama eğer yetiştirdiğimiz dindar, bütün dinlerin altın kural olarak benimsedikleri, “kendisi için istediğini başkası için de isteme” erdemini gösteremiyorsa; insanları "erdemli ben" ve "lanetli öteki" şeklinde bölüyorsa; tek hakikat benim dillendirdiğimdir, diyerek hakikat tekelciliği yapıyor ve başka insanların düşüncelerini mahkûm ediyorsa, bunun dindarlık değil "dinidarlık" olduğunu ilan etmek gerekir. Dinin kucaklayıcı dindarlığının, dinin alt grupları durumundaki mezhepler ve cemaatler tarafından hazmedilemediğini de ifade etmek gerekir.

        ‘Kuran telekulağı kınıyor’

        “Telekulak”tan da bahsediliyor Kuran’da anladığım kadarıyla...

        Telekulağı kınıyor gerçekten. Tahiyyeten tayyibe; aramızdaki konuşmalara üçüncü bir kişinin kulak misafiri olması kesinlikle caiz değil.

        Artık Kuran’da söylenenden bambaşka şeyler mi yapıyoruz?

        Farklı dinlerden, kültürlerden insanlara nasıl davranacağımız konusunda rotamızı şaşırdık. Bambaşka bir şey yapıyoruz. Kuran’da tolerans, ve saygı kültürü var. Bunu kaybettik.

        Bir de laiklik tartışması var.

        Laikik benimsenmiyor, zira dine aykırı diye düşünülüyor diyelim. En iyi durumunuzda Kâbe gibi bir yere müşrikler gelecekler, tavaf etmek isteyecekler ve siz engel olmayacaksınız... Maide Suresi’nde “Onların din hürriyetini engelleyemezsiniz” dendiği için... Bu laikliği aşan bir şey. Neyi kaybettik derken işte bunları kaybettik. Reform ya da Rönesans’tan bahsetmek, aslında köklere dönüş hasretidir.

        Habertürk kanalında programda da söylediniz, “Bundan sonrası daha iyi olacak” diye. O gün İslam’da reform olup olamayacağı tartışıldı. İslam’da reform olur mu ve sizin bundan sonrası daha iyi dediğiniz şey ne?

        Reformun dini düşüncede olması gerektiğini söyledim. “İki günü birbirine eşit olan aldanmıştır” diye Peygamberimiz’in bir sözü var. Bu, düşüncede de böyledir, eylemde de. Yani İslam dünyasının total olarak ürettiği düşünce, yarını bugünden daha iyi değilse, bir arayış içinde değilse ortada bir aldanma vardır. ‘Arayış yoksa ortada aldanma vardır’

        Diğer Yazılar