Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Yeni yayımlanan “Reklamlarda İstanbul” kitabının tanıtım metninde, “Kentler, sosyolog Max Weber’in tanımıyla ‘büyü’ merkezleridir. O kente ulaşıldığında büyü sizi etkisi altına alır” deniyor. Reklamlarda İstanbul, İstanbul Üniversitesi’nin 2010 Avrupa Kültür Başkenti projelerine katkı sağladığı 32 projeden biri. Şehir, Kültür Başkenti unvanını devredeli çok oldu ama pek çok proje yeni yeni tamamlanıyor. Gecikmenin nedenlerinden biri bu şehirde zamanın biraz büyülü ve ağır akması, sakinlerinin de buna ayak uydurarak biraz ağır kanlı olması olabilir. Başka bir nedense, olsa olsa kültür başkentliği kentin tabiatı gereği olduğu için bir türlü unvanı bırakmak istememesidir. İÜ Basın ve Halkla İlişkiler Müdürü Doç. Ergün Yolcu’nun proje başkanlığını yürüttüğü kitapta, İstanbul’u anlatan görsel simgelerin basılı reklamlarda kullanımı incelenmiş. 1923-2009 arası yazılı basındaki İstanbul reklamları içerik, boyut, renk, tür olarak incelenmiş. 118 reklam içinde en çok kullanılan mekân Kız Kulesi, en çok İstanbul öğesi kullanan sektörse banka ve finans sektörüymüş.

        PARLAYAN KENTİN GEZİ REHBERİ

        İstanbul’un para edeceğini önce onlar anlamış besbelli. Kente değer katan edebiyatçıların da İstanbul markasının yeniden parlamasında büyük payı var. Mesela karikatürist, öykücü, şair Tuncer Erdem’in 2009’da yayımlanan “İstanbul Zamanın Suya İzi” (Yapı Kredi Yayınları) adlı kitabı, İstanbul’la ilgili son yıllarda yayımlanan ve kenti bir tür edebi haz vererek anlatan rehberlerin çok iyi bir örneği. Kitap, kentin bazı anıtlarını (Ahırkapı Feneri, Bozdoğan Kemeri, Bomonti Bira Fabrikası vb.), bazı muhitlerini (Surlar, Bahariye, Akaretler vb.) bazı sakinlerini (Abdülhak Şinasi Hisar, şehirliler, kediler, Çingeneler vb.) ve bazı figürlerini (56 Chevrolet, palamut, ebabil vb.) anlatan bir şiir desen çalışması. Bir başka örnek, 2000’de yayımladığı “Seni Seziyorum” adlı öykü kitabıyla edebiyata giren ve ardından “Ruh Hastası”, “Sincap” ve “İyi Yolculuklar” romanlarıyla kendi okurunu bulan İsmail Güzelsoy’un hazırladığı iki ciltlik “İstanbul’un Gezi Rehberi” (Alfa Yayınları). “2 Günde Tarihi Yarımada” ve “2 Günde Pera ve Boğaz” adını taşıyan rehberlerde Güzelsoy, önce söz konusu bölgenin tarihini hikâyeleştiriyor, ardından sizi adım adım bir maceraya sürüklüyor. Laf olsun diye söylemiyorum, yazarımız aslında 16 yıllık bir rehber ve bu refleksle iki günlük bir zaman diliminde, başka kimseden yardım almaya ihtiyaç duymayacağınız şekilde ve belli bir rotada adım adım gezmenizi sağlıyor; caddeleri, anıtları, mekânları beyninize güzel, zeki, esprili cümlelerle ve bizzat kendi çektiği fotoğraflarla kazıyarak.

        TEPELİ KENTİN MERDİVENLERİ

        İstanbul, Bizans öncesinden bu yana yedi tepe üstüne kurulu. Ama yükselti ve çukur sayısının 200’e yakın olduğu söyleniyor. Böyle bir kentte yokuş ve merdivenlerin öne çıkmasından doğal ne olabilir? Eski İstanbullu, ama 1973’te Ankara milletvekili, 1974’ün Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Cahit Kayra, “İstanbul’un Yokuş ve Merdivenleri” (Sel Yayıncılık) adlı fotoğraflı kitabında, adı üstünde, İstanbul’un belli semtlerindeki yokuş ve merdivenyokuşları, kulağa da hitap eden bir üslupla anlatıyor. Aynı zamanda araştırmacı, çevirmen ve öykücü olan Kayra’nın bu çalışması aslında ilk kez 1991’de yayımlanmıştı. Elden geçen bu yeni baskıda Kayra, 860 kadar yokuş ve merdiven-yokuşun adlarını kategorilere ayırıyor. Tespitlere göre bu yokuş ve merdivenlerin dörtte birinden fazlasının adı, kim oldukları genelde bilinmeyen kişilere ait. İkinci sırada, sayıları 120’yi geçen soyut, çok anlamlı ya da rastgele seçilmiş adlar geliyor: Hasret, İstiklâl, Gençlik... Üçüncülük, esnaf adlarında: Mismarcı, İşkembeci, Keresteci, Yaşmakçı, Kalpakçı Ali’ler, Hasan’lar, Hüseyin’ler... Yer adlarının hemen ardından beşinci kategoride ünlü kişilerin, tanınmış insanların isimleri geliyor: Şair Nef’i, Şair Nedim, İbn-i Sina gibi... Sayıları 45 civarındaki eski paşaların isimleri ise ancak altıncı sırada: Gedik Ahmet Paşa, Alemdar Mustafa Paşa, Cağala Paşa... Bu sıralamadan sosyolojik bir tahlil yapmak mümkün olabilir ama buna girişmeyelim. Sadece, 35 çeşme, 25 ağaç, 23 bostanbağ-bahçe adı varken sultan-padişah-beylere de dört isim ayrıldığını eklemekle yetinelim. Kayra’nın kitabıyla bu yokuş ve merdivenler yeniden anlam kazanmış, burası açık.

        İSTANBUL’UN EN ESKİ ÖYKÜSÜ

        1970’lerde Türk rock müziğinde fırtına gibi esen üç Trabzonlu kardeşin oluşturduğu Üç Hürel grubu artık mazide kaldı. Ancak ortanca kardeş Haldun, edebi çalışmalarını sürdürüyor. “Balatlı Maria: Bizans’ta Aşk ve Hüzün” ile “Ölerek Yaşıyorum” adlı roman ve öykü kitapları bulunan yazar, daha önce de İstanbul ile ilgili şehir tarihi kitaplarına imza atmıştı; bir de 9 yaş üstü çocuklar için 3 değişik İstanbul kitabı hazırladı. İstanbul haritası hediyeli “Çocukların İstanbul’u,” “Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u” ve “Mimar Sinan’ın İstanbul’u” (Büyülü Fener Yayınları) kente damga vuran tarihi kişilikler ışığında çocukları sıkmadan bilgilendiriyor. İlk kitapta kentle ilgili efsaneler ve kente tarihin çeşitli dönemlerinde sahip olmuş uygarlıkların bıraktığı izler var. Ayrıca çocuklara bazı eserlerden oluşan bir gezi rotası da öneriliyor. Diğer iki kitapta ise kentin iki sembol isminin yaşamlarını ve bu yaşamların kente yansımasını bulabilirsiniz. İstanbul’a dair ilginç bir romansa 2009’da Şenocak Yayınları tarafından yayımlandı. Klasik Arkeoloji masterli Nihan Azizlerli, “Kehanet – İstanbul’un En Eski Öyküsü” adlı romanında nasıl Christian Jacq Mısır’ı, Dan Brown Paris’i bir tür kültürel gizem atmosferi içinde anlatıyorsa, İstanbul’u öyle anlatıyor. Kentin, Roma İmparatoru Konstantin tarafından 300’lerde kuruluşunun ve o dönemin yaşayışının bugüne ulaşan kehanetlerle kurgulandığı roman, türün meraklılarını mutlu edecektir. Geçen aylarda, kitapta geçen bazı mekânları içeren bir turistik tur da düzenlenmişti. Bu kitaplar da gösteriyor ki, ne yaparsak yapalım İstanbul bitmiyor, bitmeyecek. Anılarımızda derin izler bırakmaya devam edecek. Ama asıl önemlisi bizim onda bıraktıklarımız. Evet, bugün baktığımız şehir yarına aynıı kalmayacak. Ama izlerimiz, değişimin hiç de kötü bir şey olmadığını savunanları haksız çıkarıyor sanki.

        İstanbul’da yaşama sanatı

        Edebi rehberlerin dışında başka İstanbul kitapları da yayımlandı. Haluk Dursun’un, birkaç yıl önce ikinci baskısı yapılan “İstanbul’da Yaşama Sanatı” (Timaş Yayınları), Le Corbusier’nin “Şark Seyahati – İstanbul 1911” (İş Bankası Yayınları) adlı seyahatnamesi, Mehmet Mazak’ın “Eski İstanbul: Gündelik Hayatından Renklerle” (Kitabevi Yayınları) kitabı ve Sevim Gökyıldız’ın hazırladığı Türkçe-İngilizce “İstanbul’un Esnaf Lokantaları” (İTO Yayınları) bunlardan bazıları. Bir de Çitlembik Yayınları tarafından İngilizce “Istanbul’s Bazaar Quarter Backstreet Walking Tours” (İstanbul’un Tarihi Çarşıları olarak çevirebiliriz) adlı rehber yayımlandı.

        İstanbul’da bu kitapları okuyabileceğiniz 6 ideal yer

        - Tünel’deki Galata Mevlevihânesi’nin bahçesindeki sarnıca bakan bankta hafif ürpererek.

        - Güneşin en tepede olduğu saatlerde Emirgân’daki çay bahçelerinin çınar serinliğinde.

        - Günbatımında Anadoluhisarı’ndaki Küçüksu Kasrı’nın bahçesinde arada bir karşıdaki Aşiyan Mezarlığı’nı -fani olduğunu anlaman içinkeserek.

        - Yıldız Parkı’nda, şehrin göbeğinde bulunan nadir çimenlere uzanıp daha sonra bu keyfi anlatıp böbürlenecek olmanın keyfini çıkararak.

        - Sultanahmet’teki Arkeoloji Müzesi’nin bahçesinde, Osman Hamdi Bey’e bu yapıyı kente kazandırdığı için şükranlarını sunarak ve kedileri okşayarak.

        - Küçük Ayasofya’nın külliyesinde, arada bir hattatları gözlemleyip medeniyetler buluşması nasıl olabilir diye düşünerek.

        Diğer Yazılar