Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        İnsanlar kendi aralarında sohbet ederken hemen sözü zamanın bozukluğuna, daha doğrusu artık hayatın tadı tuzu kalmayışına getiriverirler. “Yahu kardeşim artık ticaret, doğru sözlülük bitti, hiçbir kimseye güvenemez olduk, şöyle yalan, böyle sahtekârlık!” diye başlayan cümleler “Artık sevgi, muhabbet de kalmadı, ne olacak halimiz?” gibi ifade-i meramla devam edip gidiyor.

        Efendimiz’in (SAS) çok acayip bir hadis-i şerifi var. Mealen (yani genel, anlaşılabilir ifadesiyle) şöyle buyurmuşlardır: “Artık insanlar arasında hiç doğruluk, güzellik kalmadı, hiç kimseye güvenilemiyor diyen kimseden uzak durunuz. Zira bunu söyleyenin kendisi insanların şerlisidir, kötüsüdür.”

        Hakikaten acayip bir ifade değil mi? Çünkü bunu söyleyen yahut bu iddiada bulunan kimse sadece kendisini doğru, namuslu ve güzel ahlaklı olarak lanse etmiş oluyor.

        Başkalarını kendinden üstün görme hastalığı çok eskilere dayanır. Milattan önce, sonra falan değil, daha eski. Ta Hazret-i Adem’in (AS) yaratılışı ve şeytanın kendini beğenerek, kibir ve haset ederek secde etmeyişiyle İslami literatüre giren bir hastalıktır bu. O halde mesele veya bu meselenin hallolması, şikâyet ve tenkit etmekle açıklığa kavuşmuyor ve halledilemiyor.

        NİÇİN BİR YERDEN BAŞLAMIYORUZ?

        Acaba bizler niçin güzel ahlakı, birbirimizi sevmeyi ve muhabbet etmeyi hep başkalarına havale ediyoruz? Niçin biz yapmıyoruz? Niçin kendimiz bir yerden başlamayı düşünmüyoruz?Bu suale “Ben doğru ve namusluyum ve herkese muhabbetim vardır” diye cevap vermek, yukarıda anlattığımız şekliyle kibir ve kendini beğenmek olacaktır.

        O zaman hadiseye başka bir perspektiften bakmalı. “Niçin yapmıyoruz?” sualine, bilinçaltımızda yatan bazı cevaplar var. Mesela biz güzel ahlaklı görünmeyi ahmaklık, af buyurun enayilik zannediyoruz. “Güzel ahlaklı görünürsek insanlar bizi ezik, kudretsiz, kuvvetsiz zannederler” diye düşünüyoruz. Sevmek meselesine gelince de bunun suiistimal edilmesinden korkuyor, risk almak istemiyoruz.

        Halbuki insanlar ne derse desin, güzel ahlaka gönül vermiş bir kimse şayet buna tam bir şekilde inanıyor, iman ediyorsa bu sözleri umursamaz, hatta görmez bile.

        Çünkü güzel ahlak İslam medeniyeti ölçülerinde sadece Allah (CC) için ve Allah’a (CC) muhabbetle ortaya konulan ve kişinin kendi inandığı imana ve vicdanına göre yerini bulan hareket şeklidir. Hep söylüyoruz ya “Kişinin ilk önce kendisine saygı duyması lazımdır” diye. Evet, insan kendi kendiyle yüzleştiğinde ortaya koyduğu fiillerden hatta düşüncelerden vicdanen utanmamalı, aşk ve imanını muhasebeci olarak başköşeye oturttuğunda bu hususta veremeyeceği hesap olmamalı. Ahlaka ilk önce kendisi inanmalı.

        AHLAKA İNANMAK VE AHLAKI YAŞAMAK

        Ahlaka inanmak, onu bir ömür boyu yani nefes alıp verdiği müddetçe hep yaşamak demektir. Bunu yaşarken ne insanlardan bir takdir bekler, ne de bu ahlakla maddi bir menfaati hatırına getirir. İnanıyorsa yaşanmalıdır. İnanmıyorsa kötü ahlaktan şikâyet etmek için ilk önce kendini sigaya çekmelidir. Bırakın kötü ahlakla sigaya çekmeyi, kendi kendini hesaba almalı, dosdoğru olsa, doğruluktan hiç şaşmasa bile kendi iç benliğinde hep Allah’a (CC) karşı boynu bükük olmalı, kendini beğenmek belasından uzak durmalıdır.

        Cennetle müjdelenen, sadece Müslümanlar arasında değil yaşadığı dönemde bütün insanlığın örnek ahlaklı ve adil addettiği Hazret-i Ömer (RA), ümmet-i Muhammed (SAS) yani halk bir sıkıntıya düştüğünde “Acaba benim hatamdan dolayı mı bu insanlar bu hallere maruz kaldılar?” diyerek daima bu güzel ahlakın ölçülüp tartılmasını ilk önce kendi nefsinde yapmaya çalışırmış.

        NELER YAPABİLİRİZ?

        Güzel bir söz söylemek, insanlara muhabbetle selam vermek, akrabayı arayıp gözetmek, anne ve babasını hoş tutmak çok mu zor bir şey? Ya insanlara iyi davranmak, onların işlerini kolaylaştırmak?.. Niye bu kadar güç geliyor bizlere? Kendinden yüksek gibi gördüğün kişilere halim selim ve uyumlu davranmayı konuşmuyorum. Kendin gibi gördüğün veya durum ve konum açısından senden daha aşağı gibi görülen kimselere karşı güzelce, onların hayatlarını kolaylaştıracak şekilde davranmak çok mu zor? Eğer bu suale “Evet, çok zor” diyorsanız anlayın ki hem iman ve İslam’ı idrakte hem de Allah’ın (CC) kullarını ve yarattıklarını güzel görmekte, doğru anlamakta probleminiz var demektir.

        “Artık vefa kalmadı!” deme, sen vefalı ol.

        “Her işimiz bozuk!” deme, sen işini düzgün yap.

        “Yalan dolan etrafta kol geziyor!” deme, sen doğru sözlü ol.

        “Kimseye güvenilmiyor!” deme, sen gıybet, iftira, dedikodu, laf taşımaktan uzak dur. Sen temiz ol, sen yollara çöp atma, sen insanlara hakaret etme, sen güzel ol, sen iyi insan ol.

        Hatta sen Allah (CC) velisi, Allah (CC) dostu ol. Bunu da başkalarına havale etme. Kâmil, güzel, iyi bir insana tabi olmaktan murat kişinin kendisinin iyi olması içindir. Sadece iyi olanı takdis ve takdir etmek fakat hiç o hale, o güzelliğe bürünememek bir algı ve dürtü bozukluğudur.

        Sen insanlara sevgi göster, bir sözle bile olsa insanlara şu çileli hayat içerisinde rahat nefes aldır, insanlar seni görünce elinden, dilinden emin olsun, sen bir topluma, bir meclise girdiğinde orada mutluluk ve sürur havası esiversin.

        Efendimiz (SAS) mealen buyuruyor ki: “Bir güzel kelimecikle bile olsa kendinizi ateşten koruyunuz!”

        Demek ki bir güzel söz insanı hem ahiret azabından hem de dünya sıkıntılarından koruyabilir. Niçin bunları başkalarına havale ediyoruz ki? Artık şikâyeti bırakıp bu güzel ahlakı, bu muazzam muhabbet ve sevgiyi yaşamak için haydi “Bismillah” diyelim. O zaman göreceksiniz ki bu hayat; Allah Teâlâ’nın size bahşettiği en güzel nimet ve fırsatıdır.

        Diğer Yazılar