Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Kıymetli dostlar! İnsan hayatta bazı şeylere inanır, bazılarınaysa inanmaz. Aslında her insanın gözle göremediği âlem ve sınırlandıramadığı mevzular hakkında bir kanaat ve imanı vardır. Fakat şimdi biz bunu bir kenara bırakalım. İnanmakla tecrübe etmenin kesiştiği noktadan, kimsenin reddedemeyeceği bir gerçekten, ölümden bahsedelim.

        Evet, hiç kimse ölümü inkâr edemez, ölümden sonrası için bir şeyler söyleyebilir fakat bu âlemden kesilmeyi asla inkâr edemez. Ancak bir başka acayip durum şudur ki, insan ancak ölünce ölü- mün ne olduğunu anlayabilir. Bu sebepten dolayıdır ki ölüm karşısında kulun şaşırmaması ve kabirde sorgu meleklerine doğru cevap verebilmesi için, geride kalan mü’min kardeşleri, defnedilmiş olan mü’min kardeşine telkinde bulunur. İmam Efendi veya Efendimiz’in (SAS) sünnetini bilen bir zât kabirde yatan kişiye hitaben telkin verir. Telkin cümlelerinden birinde de “Ey Allah’ın (CC) kulu, şunu iyi bil ki ölüm haktır” diye hitap edilir. Çünkü kim olursa olsun muhakkak ölümle birlikte bir şaşkınlık yaşar.

        İmanımız varsa ölüm ahirete doğuş, tahsili tamamlayıp hayata atılmaktır. Hatta bu doğumu gerçekleştiren vazifeli ebenin adı “Azrail”dir. Dünyanın rahminde, o rahmaniyetin tecelli ettiği yerden alır, bu dapdaracık dünya âleminden Âdem çocuğunu ahiret yurduna götürür. İnsanlar ahiret yurdu için hazırlık yaptılarsa ölüm meleğini çok güzel görürler, Allah (CC) muhafaza hazırlık yapmadılarsa durum çok vahim olabilir.

        AZRAİL (AS), ALLAH TEÂLÂ’YA İMAN EDENLERE ÇOK GÜZEL GÖRÜNÜR

        Çok kıymetli bir üstad vardı. Hatta birçoğunuz hatırlayabilir. Kanser sahasında ihtisas yapan Haluk Nurbaki Hoca’mız. Kendisini rahmetle yâd ederiz. Bir hatırasını şöyle naklediyor:

        “Hastalıktan artık ölüme yaklaşmış, sayılı günleri ve nefesleri kalan genç bir kız vardı. Eriyip gidiyordu, hem muayene için hem de biraz moral ve imani açıdan destek vermek üzere yanına uğruyor, sohbet ediyordum. Durumu iyice ağırlaşmıştı. Bir gün bana şöyle bir soru sordu:

        ‘Hocam, Azrail (AS) nasıl biri, çirkin mi? Herkes ölürken Azrail’i (AS) görecek mi? Ruhumu verirken çok acı çeker miyim?’

        Ben tebessümle gönlünü alarak, ikna ederek ve samimiyetle inandığım şeyleri söyleyerek cevaplandırdım. ‘Kızım sen imanlı bir insansın, zaten çok sıkıntı çektin. Belki de Allah (CC) seni güzel kullarından eyledi. Sen hiç korkma, Allah’a (CC) muhabbetinle zikre devam et. Her ölen muhakkak ölüm meleğini görür, ama inan bana Azrail (AS) Allah Teâlâ’ya iman edenlere çok güzel görünür.’

        Hasta kız, ‘Hocam inananlara ger- çekten korkunç görünmüyor mu?’ diye tekrar sorunca, ‘Hayır, asla. Çok güzel görünür buna inan. Hiç üzülme ve de hiç korkma’ diyerek teskin ve teselli ettim. Nöbetim bittikten sonra hastaneden ayrıldım. Ertesi gün geldiğimde kızcağız ahirete göçmüştü. Yanıma hasta kızın annesi geldi. ‘Hocam Allah (CC) sizden razı olsun, çok emeğiniz geçti. Fakat kızım tam ruhunu teslim ederken değişik bir şey söyledi anlayamadım. Size bir mesaj yolladı’ dedi.

        Şaşkın bir vaziyette ‘Ne dedi?’ diye sordum. Kızcağız annesinin elini tutmuş, tebessüm ederek ve yüzü aydın bir şekilde ‘Hocama söyleyin, söylediğinden de güzelmiş’ demiş ve son nefesini Allah (CC) diye vererek göçmüş.”

        Eğer imanın varsa bunları hikâye diye dinleme. Vuku bulmuş ve salih insanların şehadetleriyle tasdik olunmuş ibret sayfalarını ibretle oku ve tefekkür et.

        Efendimiz (SAS) bizlere vaaz ve nasihat vermesi için iki şeyin kâfi geldiğini buyururlar ve bize sesli vaiz olarak Kur’ân-ı Kerîm’in, sessiz vaiz olarak da ölümün yeteceğini beyan ederler.

        Cenâb-ı Hakk, bu dünyayı tahsil hayatı olarak bilip, ölümü bir mezuniyet ve güzel bir âleme doğuş kabul eden, bu inanca uygun şekilde yaşayan, Allah Teâlâ’ya ve Resûlullah Efendimiz’e (SAS) yakınlık derdiyle ölümü yâriyle buluşma anı ve vuslat saati olarak kabul eden kullarından eylesin. Âmin.

        YAVUZ SULTAN HAN'IN ÖLÜM DÖŞEĞİNDE KONUŞMASI

        Yavuz Sultan Selim Han, şirpençe denilen bir hastalığa tutulmuştur ve ahirete göçme vakti yaklaşmıştır. Ateşler içinde döşeğine uzanmış, hekim de tedavi için başucunda durmaktadır. Hekim, padişahı kontrol eder, yüzündeki ifade pek hoş değildir. Sadrazam, hekimbaşına “Durumu nasıl?” diye sorar. “Hiç iyi değil” cevabını alınca Sadrazam, “Peki ne yapacağız ne tavsiye edersin?” der. Hekimbaşı, “Efendim artık ilaç, tedbir kâr etmez, iş Allah Teâlâ’ya kalmıştır, hastaya ve size tavsiyem Allah (CC) zikriyle meşgul olmanızdır” diye cevap verince o anda kendinden geçmiş zannettikleri Sultan Selim Han gözlerini celalli bir şekilde açıp hekimbaşına bakarak adeta gürler. “Hekimbaşı, hekimbaşı! Seni edebe davet ederim, sen bu mübarek emanet ve vazife altındayken bizim Allah Teâlâ’nın zikrinden gafil olduğumuzu mu düşünürsün? Cenâb-ı Hakk şahidimdir ki her umurumda (yaptığım işlerde) daima Allah’ı (CC) zikretmişimdir. Rabb’ime hamd ü sena olsun ki şu illet (hastalık) gelmezden evvel de, beni yatağa düşürdüğünde de bir an olsun Cenâb-ı Hakk’ın zikrini bırakmadık. Ben hakkıyla zikredemediğim için Allah Teâlâ’dan istiğfar ediyorum ama sen de derhal bu sözünden tövbe ve istiğfarda bulun, zira bu da bir nevi gaflettir, feraset yoksunluğudur. Zikreden bir kulda bu nevi irfansızlıklar olamaz, olmamalıdır” diyerek ölüm döşeğinde bile etrafını ikaz ve irşadda bulunur.

        AYET-İ KERİME

        “O (CC) hanginizin daha güzel amel yapacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratandır. O (CC) mutlak güç sahibidir, çok bağışlayandır.”

        Mülk-2

        AYET-İ KERİME

        “Sizden hiç kimse, maruz kaldığı bir zarar sebebiyle ölümü temenni etmesin. Mutlaka bunu yapmak mecburiyetini hissederse ‘Rabb’im, hakkımda hayat hayırlı ise yaşat, ölüm hayırlı ise canımı al!’ desin.”

        Hadis-i Şerif - Buhârî, Müslim, Tirmizî, Ebû Dâvud, Nesâî

        Diğer Yazılar