Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        RAMAZAN’ı oruç ibadetiyle geçirenler ne kadar şanslı ve bahtlı... Gerçekten de Ramazan ayında oruç zevkini yaşayamayanlar bu manevi mevsimin güzelliğini “doyarak” tadamıyorlar. “Rabb’im her Müslüman’a bu manevi güzelliği ihsan eylesin!” diyerek dua ediyoruz.

        Tüm gününü orucun kontrol ve terbiyesinde, nefsine ve kalbine arif olarak geçiren bir insan için elbette iftar ayrı bir sevinç kaynağı haline dönüşür. Ama unutulmamalıdır ki “iftar”; orucun tamamlanması değil, belki oruç ibadetinin meyve vermesi ve bereketinin ortaya çıkması halidir. Bunu fark edebilmek “iftar” anının da bilinçle ve güzel düşüncelerle yaşanmasına bağlıdır.

        YİYEMEYEN İNSANLARA YARDIM MUHASEBESİ

        İftar vaktiyle beşeri ihtiyaç ve nimetlere bir dönüş yaşanır. Oruçluyken beşer sıfatımızın zevk ve lezzetlerini manevi duygu ve hallere dönüştürür. Bu değişmeyle anlarız ki biz sadece ten ve bedenden ibaret değiliz. Bizde ruh ve mananın bizi şahsiyet yapan bir tesiri var. Ruh dünyamızla sahip olduğumuz ve bize sunulan nimetlere ayrı pencereden bakma fırsatını, bunların anlamını daha iyi kavrama şansını yakalarız. İftar vakti, bu idrakin yaşanabilmesi için en uygun zamandır.

        İftar sofrasına iftar vaktinden biraz evvel oturup, şöyle bir önümüzdeki nimetlere nazar edip “helal lokma” muhasebesi yapmayı hiç denediniz mi? Nasıl kazandığımızı, hangi emeklerle soframızdaki nimetlerin önümüze kadar geldiğini hiç düşündünüz mü? Ya sıhhatinizi, ağız tadınız ve daha nice bahşedilen güzellikleri inceleme fırsatı bulabildiniz mi?

        Paylaşmanın, infak etmenin, yiyemeyen, bulamayan insanlara el uzatmanın, yardım etmenin muhasebesini yapabildiniz mi?

        Dünya hayatının geçici, fani zevklerinden birazcık ayrılmanın şiddetine bile dayanamazken, ebedi bir hayata atıldığımız zaman o ebedi âlemin nimetlerinden uzak kalmanın şiddetini kıyas edebildiniz mi?

        Bunları şöyle bir düşünce ufkunuzda ve kalp dünyanızın semalarında seyrettikten sonra Rabb’inize karşı içinizde güzel, sımsıcak bir muhabbet tazeleme halini tadabildiniz mi?

        Ve bu tarife sığmayacak hamd ve şükür duygusu ile ebedi, sonsuz saadetle buluşmanın kim bilir ne kadar güzel olacağının coşkusuyla, insan olarak yaratılmanın şükründen aciz olarak, Rabb’inize içten, derinden, hiç kopmayacak kadar sağlam bir bağlılık kararlılığını yaşadınız, tüm hücrelerinizle kulluk şuurunu bir an olsun tam bir zevkle hissettiniz mi?

        Evet, iftar vakti sizin için her anıyla bayram ve buluşma anı demektir. Evet işte o zaman, sizin için Rabb’iniz ile aranızda hiçbir perdenin kalmadığı dua anıdır.

        Ne muazzam bir sahne...

        Hakk tecelli ediyor, güzelliğiyle o vakitte, iftar saatinde bizlerle buluşuyor. Halbuki “kendimize ait” diyebileceğimiz hiçbir şey yok aslında... Bizler O’nun (CC) kullarıyız; nimetler, cümle âlem, içimizde ve dışımızda bildiğimiz, hissettiğimiz, bilemediğimiz tüm mülk ve melekut hepsi O’nun (CC)... O Rabb’ül-âlemin hiçbir şeye muhtaç ve mecbur değilken ilahi sanatını, kudretini bize göstererek biz kulları için muhabbet icat ediyor, güzelliklerine bizleri şahit ediyor.

        MÂNANIN MADDE ÜZERİNDEKİ HÂKİMİYETİNİ GÖRME FIRSATI

        Dostlar! İftar vakti hiç de basit, hafife alınacak bir an değildir. Orucun harman yeri, meyvesini alacağımız bu ibadetin bizdeki tecelli ve tekâmül noktasını anlayabilme anıdır. Ve işte tam bu vakitte mananın madde üzerindeki hâkimiyetini gösterme ve görebilme fırsatını insan kaçırmamalı, nimetlerden mahrum olarak değil, nimetlere kavuşarak üzerimizdeki emanetin farkında oluşumuzun tatbikatı iftar saatinde yapılmalıdır. Zira Ramazan’dan sonraki hayatımız için esas lazım olan bilinç; gafletten, şımarıklıktan uzaklık, mal mülk ve bizi oyalayacak, baştan çıkarabilecek şeylere karşı uyanıklık, iftar saatindeki bu muhasebenin sıhhati ve bereketiyle mümkün olacaktır.

        Ayet-i Kerime

        SANA bu kitabı indiren O’dur (CC). Bunun ayetlerinden bir kısmı muhkemdir ki, bu ayetler, kitabın anası (aslı) demektir. Diğer bir kısmı da müteşabih ayetlerdir. Kalplerinde kaypaklık olanlar, sırf fitne çıkarmak için, bir de kendi keyiflerine göre te’vil yapmak için onun müteşabih olanlarının peşine düşerler. Halbuki onun te’vilini Allah’tan (CC) başka kimse bilmez. İlimde ileri olanlar, “Biz buna inandık, hepsi Rabb’imiz katındandır” derler. Bu inceliği ancak aklıselim sahipleri düşünüp anlar.

        (Onlar şöyle yakarırlar): “Rabb’imiz! Bizi hidayete erdirdikten sonra kalplerimizi saptırma. Bize katından bir rahmet bahşet. Şüphesiz sen çok bahşedensin. Rabb’imiz! Şüphesiz sen, hakkında şüphe olmayan bir günde insanları toplayacaksın. Şüphesiz Allah (CC) vaadinden dönmez.”

        (Âl-i İmrân 7-9)

        Hadis-i Şerif

        “ASHÂBIMA dil uzatmayın. Nefsim elinde olan Zât-ı Zülcelâl’e yemin olsun sizden biri, Uhud Dağı kadar altın infâk etse, ashâbımdan birinin infâk ettiği iki avuç dolusu, hatta bir avuç dolusuna bedel olmaz.”

        (Hadis-i şerif - Müslim)

        “KİM bir hastaya veya bir din kardeşine Allah (CC) rızası için ziyarette bulunursa, biri ona nidâ eder: ‘Dünyada da ahirette de iyi olasın, ahiret yolculuğun da iyi olsun. Bu davranışınla cennette bir ev hazırladın!’ der.”

        (Hadis-i şerif - Tirmizî, İbn Mâce)

        “KİM abdestli olduğu halde abdest tazelerse, Allah (CC) bu sebeple kendisine on misli sevap yazar.’’

        (Hadis-i şerif –Tirmizî)

        Kıssa

        İSTANBUL’da Aydınzade Tekkesi olarak bilinen dergâhtan, ricâl-i Şa’bâniyye’den Ünsî Hasan Efendi Hazretleri varmış. Bu zat rüya tabîrinde mütehassıs imiş. Aynı devirlerde yaşayan bir paşa rüya görmüş. Denizleri, nehirleri içiyor, içiyor fakat susuzluğu gitmiyormuş.

        Sabah olunca adamlarından birini hemen çağırmış; “Bak oğlum, bana şöyle şöyle bir rüya gösterildi, iyice dinle, anla!” dedikten sonra “Şimdi hemen git Ünsî Hasan Efendi Hazretleri’ne hürmet ve selâmımı arz ettikten sonra bu rüyanın tabîrini öğren, gelip beni haberdâr eyle” demiş.

        Adam çıkmış yola, tekkeye doğru gidecek. Edirnekapı civarında bir hemşerisine rastlamış. Ayaküstü sohbet, hoşbeş konuşurken arkadaşı; “Nereye gidiyorsun yahu?” diye sormuş. “Bizim bey bir rüya görmüş de, onu tabir ettirmeye gidiyorum” deyince densiz arkadaşı; “Aaa... Ne görmüş ne görmüş? Anlatsana!” diyerek zaten boşboğaz olan adamı rüyayı anlatmaya mecbur etmiş.

        Bunun üzerine arkadaşı; “Yuh, çatlamıştır o adam yav!” deyip istihza ile gülmüş. Neyse sonra ayrılmışlar, vazifeli bu zat Ünsî Hasan Efendi’nin dergâhına gelmiş, tam kendisine selâm ve hürmeti iletmişken Şeyh Efendi gözlerini fincan gibi açmış. “Çabuk git çabuk, belki beyefendi ölmeden yetişirsin. Allah u âlem şu anda çatladı” diye gürleyerek adamı huzurundan kovmuş. Tabii adam gitmiş ama iş işten geçmiş.

        Diğer Yazılar