Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Ramazan ayında “Birlik’te Sohbet” köşesindeki birçok yazımın pek alışık olmadığınız üslupla kaleme alındığını, gazetelerde yayımlanan Ramazan köşelerindeki sohbet ve bilgi alışverişi tarzımızın alışageldiğimiz, neredeyse âdet gibi algılanan metinlerin çizgisinde seyretmediğini eminim ki fark etmişsinizdir. Tabii sizler bunu dikkatlerinizden kaçırmadığınız gibi işin açıkçası senelerdir bu camianın içinde olan ve yazıları kaleme alan bir kardeşiniz olarak biz de farkındayız.

        Maksadımız yeni bir şey yapma sevdası değildir. Belki sadece kalıplara takılıp kalarak düşünmeden, içi boşaltılmış âdet ve kavramların insanımıza artık bir şey kazandırmadığını görüp elimizden geldiği kadar ve “Zararın neresinden dönülürse kârdır” fikrinden de ilham alarak maneviyat dünyamıza katkı sağlama gayretidir.

        İşin en acı ve bir o kadar da gülünç olan kısmı ise kalıplara karşı çıkanların yaptıkları işi gene bu içi boş “kalıplar”la yapmalarıdır. Meselâ cennet ve cehennem mevzularını bir hoca anlatıyor ve bunu eskiden beri âdet olan şekliyle aktarıyor diyelim.

        Bu kalıplara sözüm ona itiraz eden ve kendisini biraz daha aydın, ileri görüşlü kişi kabul eden biri de buna karşılık “Efendim, hâlâ mı bu zamanda cennet, cehennem konularını konuşuyorsunuz? Hangi devirde yaşıyoruz, insanları korkuyla, sopayla, ödülle hizaya mı getirmeye çalışıyorsunuz? Artık bu modası geçmiş tabirleri bir kenara bırakın da modern dünyamıza uygun söylemleri üretin!” diyerek güya yeni bir söylem, bir fikir üretiyor. Ama aslında hiç de bir katkı sağlamıyor bu itiraz. Çünkü bu itiraz hem samimi değil, hem de gene “kalıplar”la, hiç düşünmeden sarf edilmiş lakırdıdan ibaret.

        KİBİR, BİLGİÇLİK TASLAMA GİBİ YOLLARA SAPMAMALI

        Evet, dini literatür, bildiğimiz, öğrendiğimiz kavram, tanım ve tabirler çok önemli. Ama bunları “hikmet” irfan süzgeciyle karşıdaki insana anlatmak, en az bu tabirleri bilmek kadar önemli bir mesele.

        Ve evet; insan öğrendiğini sorgulamalı, aklı ve gönlü dini malumat bile olsa tatmin olmalı, hissetmeli, inanarak ve inandığına sahip çıkarak hayatına ancak öyle yansıtmalı. Ama anlamak için hakikaten kafa ve gönül yormalı, idrak edemediği veya hikmetini, “nasıl ve niçin”ini çözemediği mevzuları ilk önce “Ben anlayamadım, acaba bunu kavrayabilmek için yardımcı olabilir misiniz?” kıvamında sorup soruşturmalı.

        Kibir, bilgiçlik taslama gibi yollara sapmadan bunu dürüstçe, gerçekten samimi olarak istemeli. Eğer varsa bundan sonra üslupla alakalı bir itirazı; o zaman yani fikri yorgunluk ve mücadeleden sonra bu sözleri sarf etmeli. Aksi halde karşıdaki insanın ne anlatıyor olduğunu bile bilmeden hemen karşı tavır koymak, sadece “kendini göstermek” için, gösteriş olsun diye itiraz veya bilgisizliği perdelemek için bir kaçamaktan ibaret kalıyor.

        ‘CENNET VE CEHENNEM’ FARKLI ÜSLUPTA ANLATILABİLİR

        Kıymetli dostlar! Tabiri beğenseniz de beğenmeseniz de “cennet ve cehennem” var. Bu kesin... Kendi varlığımız belki boyut değişikliği, “yansıma”, “yanılsama” kuramlarıyla tartışılır ama dini sahaya adım atmış biri için “cennet ve cehennem” tartışılamayacak ve bizi çok çok aşan büyüklükte inkâr edilemez bir gerçektir.

        Hee ama bakın bu tanımlar günümüz insanına farklı üslupta aktarılabilir. Şöyle ki: Cenab-ı Hakk’ın ve fıtratı bozulmamış insanların güzel gördüğü, hoşlandığı iyiliklerin; ahiret hayatında “vücud” bulacağı makama “cennet”; Rabb’imizin ve gene temiz kalpli insanların hoşlanmadığı çirkin işlerin ve kötülüklerin karşılık ve “vücud” bulacağı sahaya “cehennem” denir.

        Böyle bakıldığında, daha kolay anlaşılıyor galiba. Yani hayatımızda ya iyilik vardır ya kötülük ve kemlik. İşte aynen ahiret boyutunda ve hayatında da ya iyilik olacaktır ya kötülük. Bunların ebedi hayattaki adlarıdır cennet ve cehennem...

        İtiraz etmeden evvel bu iki kavramla neyin, nelerin anlatıldığını iyice bir dinleyip, okuyup öğrenmek herhalde akıl sahibi insana daha uygun değil midir? Bu açıdan yapılan tarif ve izahla sizler bu konuları tekrar gözden geçirirken, bendeniz Ramazan’ın son 10 gününde “Cehennemden azad olma” günleri hakkında birkaç satırı sizlerle paylaşayım.

        RAMAZAN’IN SON GÜNLERİNDE KENDİMİZİ MUHASEBEYE ÇEKMELİYİZ

        Evet, Kuran-ı Kerim’de Yüce Mevlâ bizlere Ramazan’ın özünü ana hatlarıyla apaçık bildirdi. Ama Ramazan’ın adabını, usulünü, şeklini ve bu aya mahsus ibadetlerin tüm güzellik ve özelliklerini bizler Efendimiz’den (SAS) öğrendik. Çünkü Kur’an, hemen hemen tüm mevzularda Efendimiz’e (SAS) müracaat ve tabi olmamızı bizzat emreyledi, örnek olarak Resul’ümüzü (SAS) işaret eyledi.

        Efendimiz’in (SAS) Ramazan’ın sıfatlarını beyan ederken, “Evveli rahmet, ortası mağfiret, sonu (son 10 günü) cehennem azabından azad olmaktır” buyurmasını hemen herkes, her mü’min duymuştur. Bu bizlere anlatılan kalıbın içindeki mana ise çok zengin ve çok bereketlidir. Şimdi son günleri yaşıyoruz Ramazan’da...

        Dua edeceğiz ve cehennem azabından kurtuluşu kazanacağız. Bu işin en sathi yönü ve hiç kafa yormadan kolayca anlaşılan kısmı. “Peki bu kadar kolay mı?” diye biri sorsa eminim ki vicdan ve irfan sahibi herkes şöyle bir durur.

        Kolay... Mevlâ yardım eyler, duaları kabul eylerse... İşin bu kısmı da tamam. Lakin ya bize bu son on günle alakalı çok mühim açıklama yapılıyor ve iyice üzerinde düşünmemiz icap ediliyorsa? Öyle olmalı. Bu mühim mevzu. Hani derler ya “hayat memat meselesi”.

        Sözü ve sizi fazla yormayalım. Dostlar... Ramazan’ın son günlerinde dönüp şöyle kendimizi sağlam muhasebeye çekerek tartmalıyız. “Bendeki kötü, çirkin sıfatlar neler? Hakk’ın ve halkın hoşlanmadığı huylarım ve fenalıklarım neler? Bunları bu Ramazan mevsiminde düzeltebildim mi? Bunun için gayret ve uğraş verdim mi? En azından kurtulmak için kesin kararlı mıyım? Yoksa bunları yapmadan, bir arpa boyu yol almadan ‘haybeye’ bayram mı yapacağım? Bu son günlerde nefsimde, hayatımda bu adımı atmaz, ihmal edersem bu iş ne zaman düzelecek?” diye bu sorgulama ve kontrolü yapmalı.

        RABB’İMİZ AZICIK GAYRETLE NELER NELER İKRAM EDİYOR

        Hâlâ fırsat var. Bir anlık karar ve kararlılık ile bir anda gönül dünyamız açılabilir. Başka zamanda olsa bu kadar kolay olmayabilir. Ama unutmayın, Ramazan’dayız ve bunu yapmak, başarmak için eşsiz bir fırsat var hâlâ elimizde. Hepsini birden düzeltemeyiz hatalarımızın. Ancak bir tanesini olsun bu Ramazan’da temizlesek Mevlâ bizim diğer çıkık, gedik ve eksikliklerimizi elbet inayet ve yardımıyla giderecektir. Bunu Rabb’imiz bizlere vaat ediyor. Hatta azıcık gayretle neler neler ikram ediyor. Bakın görün işte kullarına peşin peşin Ramazan sonunda bayram ettiriyor...

        Nefsin esaretinden ve cümle kötü, cehennemi sıfat ve ahlaktan hepimizin “azad olması” duasıyla... Allah’a (CC) emanet olun kıymetli dostlar.

        SORDUM ÖĞRENDİM

        - Mescitte, camide ayak uzatarak yatmak, uyumak câiz midir?

        Zaruret olmazsa câmide yemek yemek ve yatmak uygun değildir. Ancak yabancıların câmide yatmalarında beis yoktur. Bunun için eskiden olduğu gibi bugün de hacılar Mescid-i Haram ile Mescid-i Nebevi’de istirahat edip yatarlar ve kimse de onlara mâni olmaz. Bazı ulemâ “Camide yatmakta beis yoktur, yabancı (misafir) yatabildiği gibi yerli de yatabilir” demiştir.

        - Kur’ân meali abdestsiz okunabilir mi?

        Kur’ân meali abdestsiz okunabilir. Ancak Kur’ân-ı Kerîm ve meali bir arada ise, mealli Kur’ân-ı Kerîm de Kur’ân hükmünde olduğundan abdestsiz tutulması câiz değildir.

        - Mukabeleyi takip eden kişi hatim etmiş sayılır mı?

        Yalnızca Kur’ân’ı okuyan kişi hatim yapmış olur, dinleyen ya da takip eden dinleme sevabı alır, okumuş sayılmaz.

        AYET-İ KERİME

        “BİZ, her şeyi bir ölçüye göre yarattık. Bizim buyruğumuz göz kırpması gibi anidir. Andolsun biz sizin benzerlerinizi hep helâk ettik. Düşünüp ibret alan yok mu? Yaptıkları her şey kitaplarda (amel defterlerinde) mevcuttur. Küçük büyük her şey satır satır yazılmıştır. Takvâ sahipleri cennetlerde ve ırmakların kenarlarında, güçlü ve Yüce Allah’ın (CC) huzurunda hak meclisindedirler.”

        (Kamer 49-55)

        HADİS-İ ŞERİFLER

        “BİR kul, sâlih amel işlerken araya bir hastalık veya sefer girerek ameline mâni olsa, Allah (CC) ona sıhhati yerinde ve mukim iken yapmakta olduğu sâlih amelin sevabını aynen yazar.”

        (Buhârî, Ebû Dâvud)

        “KİM Allah’a (CC) kavuşmayı severse, Allah (CC) da ona kavuşmayı sever. Kim Allah’a (CC) kavuşmaktan hoşlanmazsa Allah (CC) da ona kavuşmaktan hoşlanmaz!”

        (Buhârî, Müslim, Tirmizî, Nesâî)

        “HER bir dinin kendine has bir ahlâkı vardır. İslâm’ın ahlâkı hayâdır.”

        (İbn Mâce, Muvatta)

        Diğer Yazılar