Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        KURULDUĞU günlerden, tâââ 1930'lardan buyana hiçbir işini bir türlü mâkul şekilde götürememiş bir memleket düşünün...

        Tarihî sınırları olmayan, ilk zamanlarda krallarının bile başka memleketler tarafından tahta oturtulduğu, cumhuriyet olmasından sonra darbelerin birbirini takip ettiği, halkının ceberrut idarecilerden başka birşey görmediği, insan hayatının sudan ucuz olduğu, her dâim karmaşanın hüküm sürdüğü, İsrail ile girdiği mücadelelerden iyi bir kötek yiyerek ve toprak kaybederek çıkmış, hattâ adı bile binlerce sene önce hüküm sürmüş ama şimdi izi kalmamış bir uygarlıktan esinlenerek konmuş bir memleket...

        Bugün büyük derdimiz olan Suriye, önceleri "Sancak Vilâyeti" yani Hatay da dâhil olmak üzere kurulması düşünülen beş ayrı devletin ilk dünya savaşının galipleri tarafından kâğıt üzerinde birleştirilerek biraraya getirildiği böyle bir yerdir.

        O topraklara "Suriye" isminin verilmesinden sonra sadece isyanların, huzursuzlukların ve didişmelerin yaşandığını görürsünüz. Suriye'nin son 60 senelik tarihindeki başkanlar ve başbakanlar listesi, altı asırlık imparatorlukların hükümdarlar listesinden daha uzundur, zira 1940'larda ve 50'lerde sabah en erken kalkan general darbe yapıp işbaşına geçmiş ama birkaç hafta yahut birkaç ay sonra mutlaka bir başka general tarafından devrilmiş ve bu iş devridâim şeklinde sürüp gitmiştir.

        Bugün başımızın derdi olan Suriye, işte böyle bir yerdir...

        ZİRVE RÜŞVETLERİ

        80'li ve 90'lı senelerde yapılan Arap zirvelerinin değişmez bir senaryosu vardı: Zirvenin toplanmasına bir-iki saat kalır ama Suriye'nin o zamanki lideri Hafız Esed ortalarda görünmez, gelip gelmeyeceğine dair haber de alınmazdı. Etrafta "Kızmış, gelmiyormuş, zirveyi protesto etmiş, Suudiler devreye girmişler, iknaya çalışıyorlarmış" gibisinden söylentiler dolaşır ve Hafız Esed zirvenin açılışına genellikle yarım saat kala teşrif buyururdu.

        Esed'in zirveye katılmasını Suudiler bir yolunu bulup her zaman sağlarlardı ve bu yol zamanın Suudi Arabistan Kralı Fahd'ın kesesinden geçerdi: Suriye'ye, kralın hesabından toplantının önemine göre iki buçuk ile yirmi milyon dolar arasında değişen bir meblâğ transfer edilir ve Hafız Esed zirveyi ancak bundan sonra şereflendirirdi.

        Esed böyle yapmaya bir yerde mecburdu, zira başına darbeyle geçtiği devletin doğru dürüst bir geliri yoktu. İhtiyacı olan paranın büyük kısmını ya uslu durmak karşılığında zengin Arap memleketlerinin "yardım" adı altında verdiği rüşvetlerden veya işgal edip iliğini-kemiğini sömürdüğü Lübnan'dan elde ederdi.

        SÜT, EKMEK ve ÇORAP

        Beyrut'un hemen her köşesinde kum torbalarından yapılmış kontrol noktaları ve torbaların üzerinde de Hafız Esed'in somurtuk fotoğrafı ile karşılaşırdınız; önünde elinde sopa gibi tuttuğu bir tüfekle nöbet bekleyen Suriyeli askerler sizden ekmek, peynir, süt, çorap ve hattâ tişörte varıncaya kadar ne kopartabilirse bahşiş niyetine alır ve geçmenize öyle izin verirdi. Lübnan'da tam bir sömürge valisi gibi hüküm süren General Gazi Kenan'ın kabul ettiği hediyeler de zaten dillere destandı...

        Türkiye'nin 90'ların başında bir sebeple Suriye'ye veryansın ettiği ve Hafız Esed'in alttan almak zorunda kaldığı günü hatırlarım: Beyrut halkı bayram etmişti. Herkesin hayalinde Şam'a en fazla 24 saat içerisinde girmemiz ihtimali vardı ve seneler boyunca herşeyleri soyulmuş, kişilikleri de ayaklar altına alınmış olan Lübnanlılar hem Türkiye'ye hem de bizim vasıtamızla NATO'ya bel bağlamışlardı.

        Şu anda karşımızda öyle mâkul davranan, mantıklı konuşan ve aklı başında kararlar alan bir ülke değil; her işini tehditle, gücü yettiğine saldırmakla, gücü yetmediği zamanlarda da çareyi "Ağabey, bu adam beni dövmeye kalktı" diye büyüklerinin arkasına saklanmakta bulan hırçın bir sokak çocuğu vardır ve işimiz de bu yüzden çok zordur!

        Diğer Yazılar