Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Kime sorsan Türkiye’deki siyasi gerilimin son bulmasını, iktidar-muhalefet ilişkilerinin belirli bir dengede stabil hale gelmesini, terörün iç siyaset malzemesi yapılmaktan çıkmasını, demokratik süreçlerin her alanda egemen olmasını istediğini söylüyor. Ama bunu istediğini söyleyen herkes dürüst değil. Bırakın dürüst olmayı, başlı başına engel olma mahiyeti taşıdıklarını bile söyleyebiliriz. Peki kim bunlar?

        Yakın geçmişe ve “şimdi”ye bakarak sayalım: Misal Savcı Selim Kiraz öldürüldüğünde savcıyla değil ölümüne neden olan DHKP-C’li militanlarla özdeşleşme duygusu içine giren ve bunu da deklare etmekten çekinmeyenler siyasetin normalleşmesini istemiyorlardı.

        Ankara patlamasından sonra bombacının taziyesine gidip tabutunu omuzlayan Tuğba Hezer’i doğru dürüst eleştirememiş bir Selahattin Demirtaş da barış, özgürlük, dirlik düzen, kısaca normallik taleplerinde ve temrinlerinde samimi değildir. Kadın siyasetçileri doğru dürüst eleştirmek dururken “Önüne yatmışsın” diyen, sonra konuyu “Reza’ların altına yatanlar” diye genişleterek daha da “sertleşeceği” vurgusunu yapanlar ve şakşakçıları için “normalleşme” züldür.

        IŞİD, Kilis’e roket atarken ve Başika’da Türk askerlerine saldırırken bile “Türkiye IŞİD’i destekledi” söylemlerinin peşine takılanlar. Bu yalanları “Belgeledim” diye ortaya çıkıp gövde gösterisi yapan, mahkemeye çıkınca da “Valla ben hiç ‘IŞİD’ demedim” diye yalan söyleyen Can Dündar’lar ve onu kahraman olarak görenler bu ülkede normalleşme filan istemiyor, net.

        Türkiye’nin aleyhinde olan her şeye istisnasız sevinen, lehine olan her şeye istisnasız çamur atmaya çalışan PDY üyeleri...

        Almanya’nın olağanüstü düşük, insanlıktan nasibini almamış komedyeni, Erdoğan’a ve onun nezdinde Türklere içinden keçiler, tecavüzler, cinsel organ isimleri geçen aşağılık bir şiirle hakaret ettiğinde bile “İyi olmuş” diyenler... Kendi ülkelerinin cumhurbaşkanına uğradığı korkunç haksızlık karşısında hak aramayı çok görenler...

        Kadına karşı şiddet, tecavüz, pedofili gibi evrensel suçları “AaKaaPee’ye yakın” bir vakfın adına çengelleyip meseleyi “Bütün Müslümanlar pedofilidir, tecavüzcüdür” noktasına taşıyan vicdansızlar... Malum Ensar Vakfı meselesinde önce “Görün bakın sapığı koruyacaklar” deyip sapık 508 yıl ceza alınca bu kez “Neden muhakeme bu kadar çabuk tamamlandı?” diye yaygara yapanlar. Valiliğe, il yönetimine, belediyelere ve vakfa karşı başlatılan soruşturmaları görmezden gelenler...

        Bu ülkede siyasetin de toplumsal yaşamın da normalleşmesini, iktidar-toplum ilişkilerinin rayına oturmasını istemiyorlar.

        Ancak yalnız da değiller ha...

        Bir de iktidar blokuna yakın olan, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın teveccühünü mahalleye zabitlik yapma konusunda özel bir yetki devri gibi filan anlamış olanların ürettiği tuhaf bir bölme, ayrıştırma ve ortak duygudaşlığı örseleme faaliyeti var. Erdoğan’ın ve hatta Türkiye’nin savaştığı cephelere yenilerini ekleme gayretinde olanlar var, ki bu çabanın amacı giderek teşrihe muhtaç hale geliyor.

        Ülkenin düşmanlarını muhalif ve muarız ile aynı torbaya koyarak sürekli antipati üretmek onların marifeti... PKK komutanları ile Zühtü Arslan’a aynı muameleyi reva görebilmek mesela, onların marifeti.

        “Bölecekler paranoyasıyla yaptığınız her şey bölünmeye neden oluyor. İçeride neden olduğunuz kamplaşma Türkiye düşmanlarına yarıyor” dendiğinde “Olsun, Reis’in etrafında çürük elma istemezük” diyerek Erdoğan adına ama Erdoğan’dan habersiz çevre tahkimi yapmak onların marifeti. İşadamlarını, milletvekillerini, gazetecileri “Reisçi-Hocacı” diye bölmek, sadıklar- hainler borsası düzenlemek onların marifeti. Yapıcı eleştirileri ve önerileri bile “screen shot”larını alıp bağlamından kopararak uygun makamlara iletip ülkeye hizmet ettiğini sanmak onların marifeti. Öyle ki iş, Erdoğan’ı ve Davutoğlu’nu aynı anda sevip takdir etmeyi dünyanın en acınası ruh hali gibi göstermeye çalışma denemelerine kadar geldi. Oysa Erdoğan’a karşı Davutoğlu’nun yanında mevzilenip bu mevziden Erdoğan’a ateş etmeyi deneyenlerin tutumu nasıl garabetse, “Davutoğlu ile yürümüyor” demenin Erdoğan’ın kararlarındaki isabetliliği tartışmaya açmak olduğunu fark etmemek de o kadar garip. Davutoğlu’nun kazandığı sevgi ve teveccühün yarısı kişiliğinden kaynaklanıyorsa yarısı da o koltuk için en başta Erdoğan tarafından tercih edilmesinden ileri geliyor çünkü.

        Her şey bir tarafa, bu tür tutumlar Türkiye’yi, yeni Anayasa çalışmalarını, hatta başkanlık sistemiyle ilgili talepleri bile maceraya sürükleyecek bir yolu açıyor. Başa dönersek şunu rahatlıkla söyleyebiliriz: Bu işler de Türkiye’nin normalleşmesine katkıda bulunmuyor.

        Diğer Yazılar