Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Pazar günü Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Lozan ve “Bağırsanız sesinizin duyulacağı adaları Yunan aldı. Başarı bu mu?” diyerek başlattığı tartışmanın “cumhuriyeti tartışmak için değil” coğrafyanın ittifaklarını ve çatışmalarını belirleyen “enerji” meselesiyle ilgili ve dış muhataplara yönelik olduğunu anlatmaya çalışmıştım. Nitekim konuşmasının bir kısmı, dış müdahalelerin FETÖ olarak andığımız örgüte darbe yapmayı göze aldırabilecek denli teşvik edici olması üzerineydi ve Lozan konusuna “Sevr” üzerinden gelindi.

        Lozan’ı tartışmaya açmak olarak tanımlanan ve muhatabının laik, bağımsız, akla-bilime dayalı bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti olduğunu ileri süren iddialar kesif bir Lozan savunma hattı oluşturdu. Gerekçe “Lozan Antlaşması Türkiye Cumhuriyeti’nin tapusudur, tapuyu yırtıp atmaya mı niyetlisin?” noktasına gelmese ikinci bir Lozan yazısı yazmaya gerek görmezdim ve “Lozan savunma hattının Lozan’a uygunluğunu” sorgulamaya gerek duymazdım.

        Lozan, Kurtuluş Savaşı sonunda ortaya çıkan yeni Türk devletinin kurucu belgesidir. Dünyayı yöneten büyük güçlere karşı, masada verilebilecek mücadele o kadardı. Kimse adaları da, Selanik’i de, Musul’u da keyfinden vermedi. Kabul.

        Ancak şöyle de bir gerçek var: Bugün Lozan’ı sorgulamayı annelerine küfredilmiş olmaya eşdeğer tutanların selefleri, Lozan hükümlerinden duydukları memnuniyetsizliği ifade etmekte hiç de sakınca görmemişlerdi. Erken cumhuriyet kadroları, Boğazların statüsünden hoşnut kalmamıştı mesela. Gayrimüslimlere tanınan haklar “fazla” bulunmuş, Musul’un durumunun tamamen netleşmesi sonrasında gerginlikler söz konusu olmuştu.

        Nitekim Boğazlar konusuyla ilgili sıkıntılar ancak Montrö Antlaşması’nın imzalandığı 1936 yılında izale edilebildi. Musul’un kaybının acısı, Hatay’ın ülkeye katılmasıyla “Eh işte” denilebilecek bir düzeye evrildi.

        Gayrimüslimlerle ilgili hükümler ise genellikle “uygulanmadı”.

        Hem de bugün Lozan’ı eleştiren Cumhurbaşkanı’na “O antlaşmayı imzalayanların tırnağı olamazsın” diyerek mukabele edenlerin, onlarla aynı zihinsel iklimden olanların yapıp etmeleriyle.

        Bugün “Lozan’a dil uzatamazsın” diyenlerle aynı siyasi geleneği paylaşanlar Lozan’ın gayrimüslimlerle ilgili hükümlerini yok saymakta sakınca görmemişti. Zira Ermeni, Rum ve Yahudilerin hakları Lozan Antlaşması’nın hükümleriyle himaye edilmişti. Ancak sahada işler hiç de Lozan’a göre yürümedi. Gayrimüslimler pekâlâ baskı gördü ve kitlesel acılar yaşandı. Hatta 1934, 1955 ve 1964 gibi buhranlar gayrimüslimlerin göç etmeleriyle sonuçlandı. Malları müsadere edildi. Hakları sistemli olarak ihlal edildi. AK Parti bu hakların iadesini sağlamak ve özellikle vakıf mallarının sahiplerine iade edilmesini sağlamak için kolları sıvadığında teklifi sevimsiz bulanların başını CHP çekmişti hatta. Onur Öymen, düzenlemeye partisi adına karşı çıkmıştı.

        Lozan’ın ihlal edilen hükümleri sadece gayrimüslimlerle ilgili olanlar değildi. Öyle bir madde vardı ki, eğer bugün Lozan’a put muamelesi yapanlar o maddenin iyi kötü takipçisi olabilselerdi Türkiye’de PKK terörü diye bir mesele olmazdı, olmayabilirdi.

        39/4. maddenin içeriği şuydu:

        “Bütün Türk vatandaşlarının, gerek özel gerek ticari ilişkilerinde, din, basın ve her çeşit yayın konusunda ve açık toplantılarda dilediği bir dili kullanmasına karşı hiçbir kısıtlama konulmayacaktır.

        Resmi dil mevcut olmakla birlikte, Türkçe’den başka bir dille konuşan Türk vatandaşlarına, mahkemelerde kendi dillerini sözlü olarak kullanabilmeleri için uygun kolaylıklar sağlanacaktır.”

        Madde uygulanmadı.

        İlk 1928’de baş gösteren, 1933’te tekrar alevlenen ve ilk planda gayrimüslim azınlıkları hedef alan “Vatandaş Türkçe konuş” kampanyaları ve “motto”su, “gayrimüslim” kapsamında olmayan ama kendi dilini korumak isteyen Kürtler üzerinden on yıllara yayıldı. Çarşıda pazarda Kürtçe konuştu diye yaka paça içeri alınan Kürtler, görüş gününde oğluyla konuşamayan anneler, 12 Eylül’de Diyarbakır Cezaevi’nde Kürtlere yapılan ayrımcılıklar derken, ne çözüm süreciyle ne Kürtçe’yi özgürleştirmekle izale edilemeyen bir terör olgusuyla karşı karşıya kalındı ve bunda bugünün “Lozan savunma hattı” müşterilerinin çok büyük bir payı var.

        O halde kendilerine denilecek olan şudur: Lozan’ı savunun. Ama uygulamadığınız için Türkiye’nin başına bela olmuş maddelerine ilişkin esaslı bir özeleştiri verdikten sonra.

        Diğer Yazılar