Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        İdam cezası yeniden gündemde. Daha doğrusu 15 Temmuz darbe girişiminden beri gündemden hiç inmedi. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da idam cezasıyla ilgili önüne yeni bir düzenleme gelirse onaylayacağını söylemişti. Salı günü siyasi partilerin grup toplantılarında da tartışıldı. MHP Lideri Devlet Bahçeli, AK Parti’ye çağrıda bulunarak toplumsal talebin görülmesi gerektiğini söyledi. Bu çağrıya karşılık veren Başbakan Binali Yıldırım ise idam meselesinin bir Anayasa meselesi olduğunu ve diğer partilerle bir mutabakat sağlanırsa, milletin umumi arzusuna uygun “sınırlandırılmış” bir düzenleme yapılabileceğini söyledi.

        İdam cezası tartışması Türkiye’nin AB yürüyüşünü tamamen durduracağı yönünden eleştiriliyor. Bu eleştiriye katılmıyorum. Bu saatten sonra AB’yi kaybetmemesi gereken bir Türkiye yok, Türkiye’yi kaybetmemesi gereken bir AB var. Verdiği sözleri tutmamasıyla ünlü, dağılıp dağılmayacağı meçhul, “bir arada yaşama, çoğulculuk, insan hayatına ve haklarına dayanan yasalar” meselesinde çıkmaza girmiş, mültecilere insan gibi muamele yapmayı başaramamış bir AB’ye kanıtlayacak hiçbir şeyimiz yok.

        İdam cezasının, iadesini istediğimiz kişilerin iadesini tamamen imkânsızlaştıracağı eleştirisi ise doğru.

        Ama asıl çekincemiz, bu cezayı terk eden ülkelerin deneyimleri olmalı. Geri dönüşsüz ve telafisi imkânsız bir ceza idam cezası. Tam da bu nedenle hukuktan sapmadan adaleti tesis edebilme potansiyeli sanıldığı kadar pürüzsüz değil.

        Teknolojinin gelişmesi delil elde etme imkânlarını artırıyor ve idam ettiğiniz bir adamın masum olduğu sonradan ortaya çıkabiliyor. Yahut gözden kaçmış ve sonradan ortaya çıkmış bir kameranın kaydettiği görüntüler sonucu değiştirebiliyor. İdamı kaldıran ülkeler bu yüzden kaldırdı. Sadece adi suçlar için de geçerli değil bu. Yargıdaki eğilimlerin siyasi trendlerle paralel gittiği dönemi düşünün. Yasalarımızda idam cezası olsaydı dönemin Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ çoktan idam edilmiş olabilirdi. Hem de bugün “kumpas” olduğu ortaya çıkmış bir iddia adına.

        *

        15 Temmuz’da kendi halkının üzerine tank süren, bomba atan ve yüzlerce evi yasa boğan adamlara ne yapılsa haktır, ne yapılsa kanımız soğumaz. Ama bir mesele var, evrensel bir kural: Bir ceza yasası çıktığı tarihten önce işlenmiş suçların faillerinin aleyhinde ise o faillere uygulanmaz. Lehine ise uygulanır.

        Nitekim idam cezası geri gelse bile teknik olarak geriye doğru yürütülmesinin yani 15 Temmuz darbesi sorumlularına uygulanmasının mümkün olmadığını Mustafa Şentop da söylüyor.

        Doğru, ilke bunu gerektiriyor. Ancak o zaman şu soru önem kazanıyor: İdam cezası 15 Temmuz darbecilerine uygulanamıyorsa kime uygulanacak? FETÖ mensubiyeti, “temadi eden suç”, yani “devam eden suç” kapsamına alınarak örgüt mensubiyetinin devam ettiği tespit edilen önemli bazı üyelerine mi uygulanacak? Ancak o zaman şöyle bir sıkıntı doğuyor: Ankara’da attığı bombayla bir lahzada 48 kişiyi öldüren pilota yasanın geriye yürüyemezliği ilkesi üzerinden idam cezası uygulayamayacaksınız ama işlediği suç bu suçla yarışamayacak durumda olan bazı örgüt mensuplarına uygulayabileceksiniz.

        Böyle uygulanacak bir cezanın 15 Temmuz’da yaralanan adalet duygusunu tamir etmesi zor, sonraki yıllarda istismar edilmesi kolay.

        Bunları idam cezasını yeniden yürürlüğe koymayı düşünenler de hesap ediyordur.

        O yüzden idam cezası tartışmasının arkasında esas itibarıyla “caydırıcı ceza” arayışının olduğunu sanıyorum. “Bir daha asla!” anlamına gelecek bir tedbir aranıyor.

        Mesele, bundan sonra işlenmesi muhtemel darbeye teşebbüs suçları için bir önlem alınması. Yeni bir kalkışma olması ihtimali üzerinden çeşitlenen yeni dalga söylentilerinin durup durup alevlendiği bir ülkede “caydırıcı” tedbirlerin sertlik dozunun da artırılması gerektiği düşünülüyor.

        Amaç ve motivasyon haklı, ancak yöntemin riskli olmadığını kimse iddia edemez.

        Diğer Yazılar