Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        ESKİ Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan, eski Halk Bankası Genel Müdürü Süleyman Aslan ile Genel Müdür Yardımcısı Levent Balkan, ABD’de tutuklu bulunan Reza Zarrab davasına sanık olarak eklendiler. Her üçü için de tutuklama emri verildi.

        Malum Zarrab davasının sebebi şuydu: ABD’nin İran’a koyduğu ambargo kararına aykırı davranmak. Kısaca ABD’nin petro dolar egemenliğini tehlikeye atmak.

        Eski Halk Bankası Genel Müdürü Süleyman Aslan ile Genel Müdür Yardımcısı Levent Balkan, eski Bakan Zafer Çağlayan ise yasak işlem ve rüşvet suçlamasıyla sanık haline getirildi.

        Hatırlatalım: İran’a ambargo kararı almış olan ülke ABD. Türkiye değil. Ama ABD, “İran’a karşı ambargo” kararına aykırı davranmış olan sanki kendi siyasetçisi, savcısı, işadamı imiş de onları yargılarmış gibi kalkıp başka bir ülkeyi sanık sandalyesine oturtmaya kalkıyor.

        Şu açık: Mesele ambargo ise, Türkiye’nin bir ambargo kararı yok ki, ambargoyu delme gibi bir suçtan malul olsun. Mesele bir banka yöneticisinin, bakanların ve bakan oğullarının yasak işlem ve rüşvetle ilintilenmesi; Zafer Çağlayan’ın saati ise bunlar da Türkiye’nin iç meselesi; Türkiye mahkemelerinde yargılanıp açığa çıkarılması gereken sorunlar.

        Dolayısıyla ABD’nin; Türkiye’nin eski bir bakanı hakkında tutuklama kararı verecek dereceye getirmesinin iki amacı var: 1) Ekonomik çıkarlarını, petro dolar egemenliğini tehlikeye atacak işlemler yapan ülkelerin başına ne gibi çoraplar öreceğini Türkiye nezdinde dosta düşmana göstermek. 2) Türkiye’yi küçük düşürmek.

        ABD bu dava aracılığıyla kendi kamuoyuna “Milli çıkarlarımı tehdit edenleri gerekirse egemenlik haklarımın sınırlarının dışına da taşarak yargılarım” mesajı veriyor. Türkiye iç kamuoyuna ise “Yargı sistemini kendisine bağımlı hale getirmiş, kendi mensuplarının yolsuzluğunu yargılayamayan ülkeleri böyle deşifre ederiz, üzerine gideriz” sopasını gösteriyor.

        Yolsuzlukla ilgili iddiaları oluşturan kadronun, daha sonra 15 Temmuz darbe girişimini örgütleyen yapılanma olduğu, adına FETÖ dendiği, üyelerinin iadesiyle ilgili taleplerimiz olduğu konusunda ise hiçbir tasarrufu yok. Haksızlığı ve yersizliği şüphe götürmez bir dava var.

        TÜRKİYE 4 BAKANI YÜCE DİVAN’A GÖNDERSEYDİ?

        Elbette akıllara şu gelebilir: Türkiye FETÖ’nün dehşet verici operasyonlarına karşı dururken, FETÖ’yü tasfiye ederken; bir taraftan da o ya da bu nedenle oluşmuş istifhamların üzerine layıkıyla gidebilseydi, bugün “Bunlar benim iç meselem, ben yüzleşmemi yapıyorum, ilgilileri yargılıyorum, sana ne?” argümanında daha haklı olmaz mıydı?

        Sonuçları bir siyasi iktidar için caydırıcı olabilecek denli riskli olsa da, evet “kâğıt üzerinde” doğru olan buydu. Ancak bu akıl yürütmenin “Hangi yargıyla?” sorusuna çarptığını da kabul etmek durumundayız. Sahi, içi paralel yargı ve emniyet darbesini gerçekleştirmek isteyen FETÖ mensuplarıyla dolu olan bir sistem adil yargılama yapabilir miydi?

        ABD’de görülmekte olan ve şimdi içine Türkiye’nin bir eski bakanını da dahil eden son derece küçültücü davanın haksız ve yersiz bir dava olduğuna şüphe yok, bu dava güçlü olanın avantajsız olana beyaz eldivenleriyle kabadayılık taslamasından mürekkep. Ancak bu durum sonuç vermeyeceği anlamına gelmiyor.

        Yaratmaya çalıştıkları Türkiye karşıtı istfhamları tersine hamletmenin yolu, uzun vadeli onur için kısa vadeli gururdan vazgeçmek ve samimi olarak yolsuzlukla savaşan Türkiye fazına geçmekten geçiyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın partisinden yolsuzlukları yapanları “kenara koyacaklarını” ilan eden açıklamasının bir merhale ileriye taşınması lazım. Bu, yolsuzluk yapanın kulağından tutulup “bağımsız” yargıya teslim edileceği merhaledir.

        **************

        EYY TRT, NEREDE O ESKİ DİZİLERİN?

        TRT’nin arşivi gerek müzik gerekse eski haber sunum ve programları konusunda eşsiz bir nostalji lezzeti vaat ediyor. Ancak bu lezzet eksik.

        Şöyle ki: 1984 ve 1987 arasında TRT 1 mini dizi kuşağı diye bir şey vardı. Pazartesi, çarşamba ve cuma günleri yayınlanan dizilerden bazıları olağanüstü güzellikteydi. Bugün kırklı yaşlarını sürmekle beraber çocukken iyi bir TV izleyicisi olanlar, bu diziler yeniden yayınlanırsa minnettar kalacaktır. Hatırımda kaldığı kadarıyla bir liste yaptım.

        1) Oyunun Kuralı (Master of the Game): Elmas bulunca hayatı değişen bir sülalenin üç kuşak serencamının anlatıldığı dizi, Sidney Sheldon’un romanından uyarlanmıştı.

        2) Oyuncakçı (The Dollmaker): Başrolünde Jane Fonda’nın olduğu diziyi izlerken ağlamaktan harap olmuştuk, ama nedenini hatırlamıyorum; sadece çok iyi olduğunu hatırlıyorum.

        3) Şefler (Chief’s): Başrolünde Charlton Heston’un olduğu dizi, bir türlü bulunamayan seri katilin üç şerif eskitmesi ve sonunda nihayet siyahi bir şerif tarafından yakalanması konusu üzerineydi.

        4) Fırtınalar / le sang des autres: Yönetmeni Claude Chabrol olan yapım, normalde üç saate yakın bir film iken TRT’de dizi olarak gösterilmişti. Başrolünde Jodie Foster var. (HT Dokun kullanarak filmle ilgili daha fazlasına ulaşmanız mümkün.)

        5) Marco Polo: Adı üzerinde. Ünlü kâşifin yolculuğunu, o yolculuk için ödediği bedelleri anlatmakta gayet başarılı olan dizi filmi bir daha ne kadar istesem de izleyemedim, çünkü bulamadım. https://www.youtube.com/watch?v=- ZAIWFkjWbmQ&t=38s

        Diğer Yazılar