Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        CUMA günü AK Parti İstanbul İl Başkanlığı’nın iftarındaydım. AK Parti İstanbul İl Başkanı Aziz Babuşcu sayesinde geleneksel hale gelen bu iftarlar yıllardır her ramazan ayında yapılıyor, ben de yıllardır eğer çok önemli bir engelim yoksa katılmaya çalışıyorum.

        Bu yılki iftara Başbakan Erdoğan’ın konuğu olarak Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas da katıldı. İster istemez yıllar önce Beşar Esad’ın katıldığı ve konuşma yaptığı bir il iftar programından kareler hatırladım. Mekânlar değişiyor, katılımcı sayısı değişiyor, ruh hali değişiyor. Bu yıl, şimdi Abbas’ın varlığı içimize yerleşmiş burukluğun aynasıydı. İsrail’in Gazze’deki operasyonları devam ediyordu ve ölü sayısı 300’e yaklaşmıştı. Derin bir umursamazlık içindeydi dünya ve o gün o iftara yalnız ve yanlış olmadığımızı görmek için gidiyorduk biraz da. Kimsenin görmediği ölümlerin elinden tutarız, rastladığımız insanlarla bunu konuşuruz, sadece bunu düşünürüz, orucumuzu açar ve Filistinlilere üzülüyoruz diye deli sayılmamız gerektiğini düşünmeyenlerin de olduğu büyük bir sofrada, barışın bereketten ilham alması için dua ederiz diye. Nitekim Erdoğan çıktı, şunları söyledi:

        “İsrail eninde sonunda kendi döktüğü kanda boğulacaktır. Ama İsrail’in zulmüne, cinayetlerine ses çıkarmayan dünyadaki her bir ülke, her bir toplum da bu kara lekeyi sonsuza kadar alnında taşımaya mahkûm olacaktır.”

        “BM Güvenlik Konseyi’nde 5 daimi üye var, aralarında bir tane Müslüman yok. İstediğiniz kadar BM Genel Kurulu’nda konuşun, netice almak mümkün değil. BM’nin İsrail hakkında aldığı kararların uygulanabilirliği yok” dedi. “Herkes bu coğrafyaya sırtını dönebilir ama biz asla dönmeyiz” dedi.

        “Bombalardan kaçan insanları bombalara teslim etmek gibi bir lüksümüz yok” dedi.

        “Zalimler tarih boyunca mutlaka kaybetmişlerdir, şimdi de kaybedecekler. Filistin, İsrail’in soykırım girişimine maruz kalırken bu olay bizi inanın derinden yaralıyor” dedi.

        “Filistin’de tarafların uzlaşma sürecini umutla takip ediyor, başarılı adımlar atıldıkça inanın çocuklar gibi seviniyoruz” dedi.

        Hep “Biz” dedi. Yaralanıyoruz dedi, seviniyoruz dedi, sizi önemsiyoruz dedi, size arkamızı dönmeyiz dedi.

        Sonra bir şey oldu.

        Erdoğan’ın ardından Mahmud Abbas konuşma yapmak için kürsüye davet edildi.

        Ve Erdoğan konuşurken alkışlayan ve fotoğraf çeken, gözleri parlayan, onun olduğu, çağırdığı her yere koşa koşa giden o kitle, Filistin Devlet Başkanı’na eser miktarda saygı bile göstermedi.

        Abbas ilk cümlesini bile tamamlamadan masalardan kalktılar. Evlerine ya da ikinci bir programa daha yetişmek üzere; aceleyle de değil, yayıla yayıla; gördükleri herkesle selamlaşarak, tanıdıkları herkese laf atarak, semada gevşek gevşek yayılan bir “kapı önü muhabbeti” gürültüsü yarattılar. Mahmud Abbas’ı dinlemeye çalışan birçok kişi amacına ulaşamazken, umursamazların yarattığı uğultuyu şaşkınlık ve esefle izledi. Umursamazlığın “biz” dışındakilere mahsus olmadığını anladığım yerin bir iftar sofrası olacağını tahmin etmezdim.

        ERDOĞAN’IN SEVENLERİ

        ERDOĞAN’I ANLIYOR MU?

        Sanmayın ki kitle El Fetih ve HAMAS arasındaki geçmiş gerilimler yüzünden Abbas’a tavır koyuyordu. Hayır, öyle bir tavır yoktu, kaldı ki El Fetih ile HAMAS arasında bir barışma, bir araya gelme evresi söz konusuydu. Kaldı ki, Türkiye Abbas ile Hamas’ın uzlaşmasını istiyordu, hatta İsrail’in Gazze’ye yüklenmesinin nedeni bu uzlaşmaya katlanamamasıydı.

        O halde neden dinlemiyordu insanımız Abbas’ı? Neydi bu olağanüstü kabalığın nedeni? İşin kötüsü, hiçbir görünür neden mevcut değildi.

        Gözleri Erdoğan için parlayanların gönlünde Gazze yoktu, Filistin yoktu, o kadar.

        İlk kez merak ettim: Erdoğan’ı davasını ve tuttuğu yolu anladığı için seven kaç kişi vardı? Anlamış olsalar acıların içinden çıkıp gelmiş bir devlet başkanına, az önce Erdoğan’ın konuşmasını dinlerken ağlamış bir adama böylesi hoyrat bir vurdumduymazlık göstermeleri mümkün müydü?

        Erdoğan’ın her fırsatta “Beraber yürüdük biz bu yollarda” dediği kitle, “Erdoğan’ın duygularını, kaygılarını, coğrafya ile ilgili sancılarını, Filistin ile ilgili duyarlılığını ne kadar paylaşıyor?” diye sordum kendime.

        “Belki paylaşıyor ama taşıyamıyorlar” diyerek teselli bulmaya çalıştım. Bir meseleyi hissetmek ile onu taşımak arasında fark vardı çünkü.

        Sözün özü, Erdoğan’ın yalnız bir adam olduğundan bahsedenlerin ne demek istediğini o akşam daha iyi anladım.

        Diğer Yazılar