Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        ESKİDEN arkadaş yemekleri daha eğlenceliydi sanki. Kalori hesabı yapmak moda haline gelmemiş, insanlar ne isterlerse yiyerek mutlu bir halde yaşıyorlardı. Sonra diyetisyenler indi gökten ve milletin tadı tuzu kaçtı. “Çok isterim ama yiyemem, diyetteyim” sözüyle içimizde kalanları dışa vurmaya başladık hepimiz. İşe yarıyorsa diyetisyene gidilsin, dedikleri yapılsın tabii de birtakım insanlar sadece ruh hallerini pozitif hale getirmek için o paraları saçıyor gibi geliyor. Tanıdığım ilk günden beri diyette olup kilo veremeyen arkadaşlarım var mesela. Her karşılaşmamızda “Baksana bu kadın nasıl işe yaradı, kıyafetlerim bol geliyor artık” deseler de bakarım bakarım değişimi göremem. Kıyafetlere de bakarım ama hiçbir gelişme göremem nedense. Bazısı da “45 gündür rejimdeyim, şimdi o yağlı yemekleri yiyemem” diye başka havalarda. Kişinin kendine eziyet etmenin başka yolu bulunsa keşke. Ya da diyetisten diyetisyen gezeceklerine birkaç seans psikoloğa mı gitmeyi deneseler acaba. Çünkü dışarıdan görülene göre diyetisyenin verdikleri tamamen tüketiliyor ama üstüne de löpür löpür tüketiliyor. Diyetisyen ya da yağ yakıcı herhangi bir ürüne verdiğiniz paraları alt alta koyup bir de elinizdeki sonuca baksanız, her şey anlaşılacak aslında.

        En yararlı ‘Ot’

        - Biraz geç keşfetmiş olsam da yaz başından beri hiçbir sayfasını atlamadan okumaya gayret ettiğim Ot Dergisi, her sayısında edebiyat ve fikir yüklemeye devam ediyor.

        - Gündüz Vassaf’ın para üzerine yazdığı makaleyi bitirip İstanbul’un kedilerine yazdığı şiirlerden oluşan yeni romanına başlıyorum. Çizimlerine bayıldığım romanda insanlığın değerleri kediler üzerinden sorgulanmış.

        - Derginin yeni sayısında Nejat İşler’in yazdıklarını okuyorum. Aslında son dönemde kendi Twitter hesabı üzerinden yazdıklarına da göz atınca “Keşke yazmaya daha çok vakit ayırsa” diye içimden geçiriyorum.

        - Nazan Öncel de pop müziğin hiçbir gelişme göstermediğine değinmiş Ot’ta. “Öyle çok cover yapılıyor ki; bu da tıkanma noktasına gelindiğini gösteriyor. Rock müzik arabeske evrildi, pop müzik zaten bitti” diyor yazısında. Ne eksik ne fazla.

        Cento’da yeni dönem

        İTALYAN yemeği hizmeti veren bir hayli fazla restoranımız var. Ama işin başına Türk ustayı koyup, adına İtalyan demekle olmuyor tabii. İtalyan ustalar nasıl bizim Doğu yemeklerini aynı tatta yapamazsa İtalyan yerken de insan aynı püf noktalarını istiyor. Bu yüzden İtalyan denince Cento per Cento markasına bir yıldız atıyorum. Şef Maurizio Morelli önderliğindeki mutfak hep özenli, her detayı ile lezzetli. Mönüsünde yaptığı değişiklikler ile yeni sezona hazırlanmış Cento per Cento. İtalyan usulü mercan balığına bayıldım. İstanbul’daki en lezzetli İtalyan yemeği olduğunu düşündüğüm balkabaklı raviolinin hâlâ mönüde bulunması harika.

        Afrika kafası

        UZUN bir uçuştan sonra Johannesburg’a geldim. Asıl hedef Cape Town’a doğru yola çıkacağım ama öncesinde şehirde bir süre geçirildi tabii. İlk olarak, şehir hakkında en çok merak edilen şey olan “tehlike” konusunu açmam gerekirse, evet Johannesburg öyle sokaklarında rahatlıkla dolaşılacak bir şehir değil. Öyle ki Mandela’nın da evinin bulunduğu lüks semtlerde yola kaldırım bile yapmaya gerek duymamışlar. Çünkü yolda yürümek öyle her babayiğidin harcı değil. Ama bunun dışında şehre gelmişken muhakkak gidilmesi gereken Moyo, yani devasa bir parkın içinde dolaşan özgür hayvanların olduğu alan insanın ömrünü uzatan cinsten. Parkın içindeki restoranda Afrika yemeklerini yiyebileceğiniz orta lezzetli bir restoran var. Timsah kuyruğundan yapılan volovanları deneyenler pek sevdi. Masaya oturduğunuzda yanınıza ekipmanla gelip elinizi yıkayan görevliler şaşırtabilir. Ama servis edilen yemekleri orijinalinde ellerinizle yemeniz gerektiği için böyle bir düzen kurulmuş.

        Diğer Yazılar