Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Sosyal medyadaki yumurta hesaplardan çok önce de troller vardı. O yıllarda gazetecilik yapanlar bir sabah uyanıp yüzlerce birbirinin aynı e-mail’i indirmeye çalıştıklarını hatırlayacaktır. Biri ne zaman Fethullah Gülen aleyhine satır yazsa, takipçileri tek bir merkezden düğmeye basılmışçasına saldırıya geçiyordu.

        Farklı isimler birkaç kelimesi değiştirilmiş aynı mektubu yolluyordu. Ortak tema, söz konusu köşe yazarına yönelik bir eleştiri ve Gülen’i acındırmaydı.

        Henüz pek çoğumuzun dijital bilgisinin sınırlı olduğu yıllardı. O yüzden gerçekten de bir harekete canı gönülden bağlı insanlar tarafından yazılmış okur mektupları olduğunu düşünenler vardı. Bu mail bombardımanıyla aslında birkaç bin kişiden oluşan örgütün dev bir ağ olduğu algısı oluşturulmaya çalışılıyordu.

        İhsan Kalkavan gibi FETÖ’nün emrindeki figürler, yabancı gazetecilere hareketin üç-beş milyon kişi arasında olduğu yalanını yayıyordu aynı anda.

        Tıpkı Zaman Gazetesi’nin uyduruk 1 milyon abonesi gibi. Bu gazetenin apartmanlara toplu halde bırakıldığını biliyorduk, bayi satışı da gerçekte birkaç bin civarındaydı. Ama FETÖ her bir sahte abonenin profilini hazırlamıştı. Kâğıt üzerinde her bir abonenin adı ve adresi vardı. Bunlar tabii ki gazete falan almıyordu, ama isimleri kullanılıyordu.

        KANDIRILAN GENÇLER

        Bu isimler belki dershanelerde beyinleri yıkanmış gençlerdi, belki oluşturulan sahte isimlerdi. Ama tıpkı köşe yazarlarına gönderilen mail’ler gibi sofistike bir operasyondu. Belki de bu mail’lere yüklenen virüslerle kaç kişinin bilgisayarına sızıldı, bilgileri çalındı.

        Henüz trol diye bir kavram türememişti, ama bunlar FETÖ’nün ilk trolleriydi. Dijital terörü ilk benimseyip kullananlar da FETÖ’cüler oldu.

        Yıllar sonra aynı “merkez” sahte iddianamelerle kumpas davaları açacak, savcıların servis ettiği haber metinleri kimi gazetelerde harf hataları ve ifade bozukluklarına dokunulmadan aynen yayımlanacaktı.

        Bilgisayar hack’leyen, sahte doküman yaratan, hard disklere kumpas dosyaları yükleyen örgüt üyeleri kendi aralarında da gizli bir yazılımla konuşuyordu. Basit bir imam bu dijital birikime sahip olacak değil herhalde; peki örgüt bu taktikleri nereden öğrendi?

        Uluslararası bir eğitimden geçmemiş olmalarını düşünmek mümkün değil.

        GIDIKLAMA TERÖRÜ

        Rekabetçi gıdıklama diye bir spor dalı biliyor musunuz? Elbette bir spor değil ama bu tuhaf akımın ciddi oranda takipçileri var. Birtakım genç erkeklerin elleri ve bacakları bağlanıyor ve üzerlerine çıkan üç-dört kişi tarafından gıdıklanıyorlar. Ne kadar direnç gösterirlerse o kadar başarılı oluyorlar.

        Bu gıdıklama anları filme çekilip çeşitli sitelerde yayınlanıyor, tıpkı porno filmler gibi parayla satılıyor. Her fantezinin olduğu gibi bu gıdıklama videolarının da alıcısı var.

        Ama ısrarla bunun cinsel bir fantezi olmadığını iddia ediyorlar. Hatta gerçekten bunun bir spor olduğuna kendini inandıranlar bile var.

        HBO’da geçen sene gösterilen “Tickled” adlı belgesel bu garip alt kültürün izini sürüyor.

        Uzaktan bakıldığında gülünç ya da komik görünen bu akımın kapısı biraz aralandığında kapkaranlık bir dünyaya açılıyor. Gıdıklanacak genç erkeklere ciddi paralar öneriliyor, hatta kimilerine araba bile veriliyor. Tek istedikleri bazen bir saati bulan bu gıdıklama seanslarında kameranın karşısında yer almaları.

        Çoğu zaman vücudu fit ama paraya muhtaç erkekler hedefleniyor. Ve hemen her seferinde bu gıdıklama videolarının ana karakteri genç erkekler oluyor.

        Bu gençler bazen paraya ihtiyaçları olduğundan bazen de bunun zararsız olduğunu düşündüklerinden tuzağa düşüyor. Ancak daha sonra pişman olup paçalarını kurtarmak istediklerinde asıl kâbus başlıyor.

        HAYAT KARARTIYORLAR

        Telefonları, sosyal medya bilgileri hemen internette açıklanıyor. Çalıştıkları yerlere e-mail bombardımanı düzenlenerek haklarında karalama kampanyaları başlatılıyor. Diyelim ki bir genç ilkokulda spor hocası olarak çalışıyor, okul yönetimine çocuk tacizcisi olduğu gibi yalanlar yayılıyor. Sadece itibar karalama değil, hayat karartmak için hedefe konuluyorlar.

        Belgeseli yapanlar bu mekanizmayı araştırmak için yola çıktıklarında internette tabela şirketini andıran birbirinden farklı isim ve adreste bir dolu muhatap buluyor. Görünürde gıdıklama videolarında uzman yapım şirketleri hepsi. Ama sonunda hepsinin tek bir adama ait olduğu, tek bir kişinin bu dev gıdıklama ağını tek başına örgütlediği ortaya çıkıyor.

        Kırık Hoca’nın kimleri gıdıkladığını bilmiyorum, ama birbirinden bu kadar uzak iki akımın birbirine bu kadar yakın taktikler izlemesi ister istemez ilgimi çekiyor. Amerikan aşırı sağından Neo-Naziler’e, Scientologist’lerden gıdıklamacılara ve de FETÖ’cülere kadar bu tip yapılanmalar düşmanlarına karşı aynı hayattan bezdirme taktiğini uyguluyor. Belli ki öğretilen bir yöntem bu, farklı farklı gruplar tarafından kabul görüp uygulanıyor. Bir savaş taktiği gibi bu mekanizmayı da keşfetmiş ve eğitimini vermiş bir güç...

        Bugün trollüğün merkezinin Rusya olduğu konusunda hiç şüphe yok. Ama bir yöntem olarak trollük Ruslar dijital dünyada uzmanlaşmadan önce de ABD’de vardı. Soğuk Savaş sırasında uzaya gitme yarışını andırıyor bu trol savaşları daha çok; bir dev, diğer devle yarışmaya devam ediyor ve bedelini dünya ödüyor.

        ABD DE ALIŞIYOR

        Amerikan Başkanı Donald Trump’ın başdanışmanı Steve Bannon bu görevden önce Breitbart isimli sitenin yöneticisiydi. Antisemitik, kadın düşmanı, ırkçı ve yalan haberle dolu marjinal bir siteydi... Ama aşırı sağın da sözcüsü oldu. Bannon artık Beyaz Saray’da görev yapıyor, Breitbart’ın yarattığı Trump da ABD’yi yönetiyor.

        Site de ister istemez “normalleştirildi”. Sitenin yayın çizgisinde en ufak bir yumuşama olmadı, hatta Obama’nın Trump’ı dinlettiği yalanını da ortaya atan o oldu. Ama ABD’ye zorla meşru bir yayın organı gibi kabul ettiriliyor.

        Beyaz Saray’ı takip eden muhabirleri var... Geçen hafta da sitenin editörü, Pulitzer Ödülü’nü veren Columbia Üniversitesi’nin Gazetecilik Yüksekokulu’nda Pulitzer’in adını taşıyan binada bir panele katıldı... Ana akım medyaya da burada verip veriştirdi...

        Her ülke alışıyor işte.

        Diğer Yazılar