Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        BENİM için paranın huzur getirmediğinin canlı kanıtı Fatih Terim. Son yıllarda hemen hemen hiç başarı göstermeden, daha doğrusu kendisine verilen görevin hakkını vermeden servet yapması hepimizin diline düştü. Kovuldu, hâlâ alacağı tazminatı konuşuyoruz. Ben hep birkaç milyon dolardan sonra insanın derisinin kalınlaşmasını beklerdim, para Fatih Terim’de tam da ters etkiyi yapıyor. İnsanların açlık sınırında yaşadığı bir dünyada yıllardır kolunu kaldırmadan torununa yetecek kadar servet yapmasına rağmen Terim giderek paranoyaklaşıyor, öfkeleniyor. Durmaksızın kendisine kurulan bir komplodan bahsediyor.

        Demek ki para huzur getirmediği gibi beraberinde kültür de gelmiyor. Fatih Terim, pek çok yeni zengin gibi, sadece para kazanmanın kendisine toplumda birtakım haklar vaat ettiği yanılsamasına sahip. Herkesin kendisine tapınması beklentisi bu yanılgılardan ilki; bir türlü onu sevmeyen insanlar olabileceğini anlayamıyor mesela. Dahası, parayla şişen egosu gözünü kör ettiğinden yenilgilerini de kabul etmiyor. Bu gibi karakterler için en tipik savunma mekanizması, etraflarına doldurdukları şakşakçı ordusudur.

        KİM BU DAMATLAR?

        Çocuğuna Karaoğlan adını verecek kadar bağlı olanlar bile Bülent Ecevit’in hastalığında artık bırakıp gitmesinde hemfikirken basında “küllerinden doğduğu”nu yazanlar olmuştu. Türk basınında Terim’in de en başarısız halinde destekçi bulması, söylediğini yazdıracak kalemleri etrafına toplaması şaşırtıcı değildi.

        Terim bu sistemi kendi ailesine de oturttu. Yıllardır Çeşme’de o mekân senin bu mekân benim dolaşan, mesleği olarak işletmeci olarak bilinen (ki bu bir meslek değil) bir genci bir kızına damat seçmesi de egosunun önüne geçmeyecek karakterlerin yanında duyduğu huzurun sonucu olabilir mi? Bu tezin sağlamasını diğer damadına bakarak da yapabiliriz: O da kendi başına bir birey olarak var olmaktansa bir futbolcunun kuzeni olarak biliniyor.

        Terim’in kızları ve damatlarının bu baba figürüne haddinden fazla misyon yüklediği ortada. Alaçatı’daki kebapçı meselesinin toplumsal bir hadiseye dönüşmesi, çok basit halledilecek bir meselede babayı devreye sokmaları tuhaf değil mi? Yaşını başını almış kızların, damatların hemen telefona sarılıp Terim’den yardım istemeleri “baba”ya tapınma da olabilir, ama daha çok babayı devlet yerine koyup her işi çözebileceğinden emin olma. Bu çarpık düzenin mimarı da kendi kültünü yaratan Terim’den başkası değil.

        DEVLET BABA

        Ama ne yapsın o da? Kültür “Sen benim kim olduğumu biliyor musun”culara, kimliğin ve ağırlığın sadece parayla satın alınmasına elverişli. Böyle bir ortamda para Fatih Terim’e huzur vermiyor belki, ama sokak köpeklerini yok etmekten kebapçı basmaya kadar akla hayale gelmeyecek her absürtlüğü kendisinde hak görüyor.

        Parkta kadınların kıyafetine, Atatürk heykeline saldıranlar, eşcinsel onur yürüyüşünü engelleyenler de banka hesapları aynı olmasa bile birer küçük Fatih Terim değil mi? Bu ülkede kurumlar var, adalet mekanizması işliyor, sadece güçlünün ayakta kaldığı bir orman düzeni değil burası. Bu davranış biçimi Terim gibilerin ödüllendirilmesiyle (çok para kazanmasıyla) yaygın kabul görüyor. Genelde de bütün vandalların yanına kâr kalıyor. Terim kadar parası olmayan da bakıp cesaret alıyor.

        Şimdi ilk defa makûs talihimiz dönüyor, bu da bir fırsat. Terim’in tazminatı gerçekten önemli değil, bu kasabanın şerifi hallerinin öyle ya da böyle cezalandırılması önemli. 3.5 milyon Euro iyi para, kısırdöngünün kırılması ise paha biçilmez.

        BİR ENTELEKTÜELİN ÖLÜMÜ

        AHMET Cemal’i de kaybettik. Giderek kısırlaşan, yaratıcılığın ve derinliğin yok olduğu Türk entelijansiyasında başlı başına bir kurumdu. Cumhuriyet’in yetiştirdiği belki de son değerli kuşağın yazı dünyasındaki en önemli temsilcisiydi.

        Bugün Oğuz Atay’ı yere göğe koyamayanlar Atay’ın Ahmet Cemal’i bizzat arayarak çevirttiği Elias Canetti’nin başyapıtı olan “Körleşme” yi biliyor mu? Bilseler belki de Türk yayıncılığının en önemli Almanca çevirmeni, Avusturya Liyakat Nişanı sahibi gerçek entelektüelin değerini yaşarken verirlerdi.

        Cemal önemli bir eleştirmendi, yazardı ve Türkçe’nin en iyi Almanya çevirmeniydi. Bunu tartışmaya gerek bile yok. Çevirdiği kitaplarla şahsi bir ilişki kurardı. Mesela Ingerborg Bachmann’ın “Malina”sını çevirirken “İç dünyamda seçilmiş sevgilerin doruklarında olduğum bir dönemdi” demişti. “Var ise başarısını buna borçlu olacaktır.”

        POPÜLERE TESLİM

        Ancak Cemal yaşamının son yıllarında entelektüel bir yalnızlığa mahkûm edildi. Pek çok gerçek değer gibi bir köşede marjinalleştirildi; çünkü edebiyat dünyası popülere ve kendini değerinden daha iyi pazarlayana teslim oldu. Cemal gibi gerçek ve derin entelektüeller bilerek görmezden gelindi, yüzeysel, arkası sağlam, piyasaya uygun kendini konumlandıranlar haksız yere parlatıldı.

        Hoşça kal Ahmet Cemal. Son yıllarda yalnız bırakılmış olsan da senin bıraktığın eserleri sahipsiz bırakmayacağız. Çünkü sen modaya değil gerçek edebiyata ömrünü adadın.

        KÜÇÜK BİR VAHA

        HERKES Soho House’u biliyor, ama tam yanında üye olmayanların da girebildiği The Allis diye bir mekân var. İstanbul’daki bütün randevularımı burada vermeye başladım. Tam burasını kendi keşfim zannediyordum, gide gele bu mekânın da kendince bir kulübe dönüştüğünü fark ettim.

        Neleri beğendim?

        - Bütün gün oturuyorsunuz, karışan yok...

        - Hemen hemen hep aynı insanlar geliyor, tanışmasanız bile selamlaşıyorsunuz, yüz aşinalığı oluşuyor.

        - Ortada bir açık büfe misali yemekler duruyor, hepsi de Türk mutfağından modernleştirilmiş lezzetler.

        - Porsiyonlar göz doyuruyor, fiyatlar makul...

        - Hemen herkes laptop’lı, Brooklyn’de rastlanacak türde bir ortam...

        - Yabancılar, yerliler, yaratıcı sınıf, iş dünyası gayet güzel sınıf duvarlarını yıkarak kaynaşmış durumda...

        Herkes Beyoğlu’nun bittiğini konuşuyor... Gidecek yer bulmakta zorlanıyor insanlar... Hele hele 90’larda 2000’lerdeki gibi bütün günün geçtiği kafeler de para hırsı yüzünden tarihe gömüldü.

        Ben söyleyeyim, burası aradığımız her şeymiş.

        Not: Hesabı ödedim, sahibini tanımıyorum, indirim bile yapılmadı.

        Diğer Yazılar