Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        BÜTÜN ülkelerde hükümetler gündelik işleyişte kendilerine göre birtakım değişiklikler yapsa da kritik anlarda kurucu ideolojinin dayatması devreye girer ve farklı siyasi kampların aynı tepkiyi verdiğine tanık oluruz. Türk Ordusu’nun Afrin operasyonunu da kurucu ideolojinin dayattığı devletin bütünlüğü, bölünmezliği ve ülkenin çıkarlarını her şeyin üstünde tutma ilkesi bağlamında yorumlamak doğru. Tarihi şartlar oluştuğunda görevde bir başka hükümet de olsa bu operasyonun yapılması kaçınılmaz olacaktı, ama tabii her yönetim bu cesur adımı atmaya yeltenemezdi.

        Sınırda istikrar sağlanması ve Türkiye’nin (ve ABD’nin) terör örgütü olarak tanımladığı PKK destekli bir Kürt devleti kurulmasının engellenmesine yönelik yaptığı bu operasyon, sarsıntılara ve değişimlere rağmen kurucu ideolojinin hâlâ ne kadar baskın olduğunu gösteriyor. Kemalizm sınırlı bir şekilde devletin bekası, dolayısıyla da Misak-ı Milli sınırlarının korunması olarak tanımlandığında Afrin operasyonu daha da anlam kazanıyor.

        MUHALİF BASINA DAVET

        Bu gibi kritik dönemeçlerde geçmişteki ve gelecekteki anlaşılabilir ideolojik farklılıklara rağmen yönetimde olan siyasi partinin önceliği devletin çıkarları. Başbakan Binali Yıldırım’ın Afrin operasyonuyla ilgili yaptığı toplantıya Odatv, Sözcü ve Aydınlık gibi muhalif (ve Kemalist) yayın organlarını davet etmesi bu yüzden de önemli. Sadece bir jest değil, aynı zamanda operasyonun ideolojik altyapısına yönelik de bir vurgu bu. Erdoğan’ın liderliğindeki ekip uzun süredir sistemin bir parçası olmanın sonucu olarak yukarıda bahsettiğim tanım kapsamındaki Kemalizm’in de uygulayıcısı ve sahiplenicisi konumuna geldiler.

        Toplumun çeşitli kesimlerinden, farklı siyasi partilerden “Zeytin Dalı Operasyonu”na yönelik adeta Yenikapı ruhunu andırır bir mutabakata varılması da kurucu ideolojinin etkinliğiyle açıklanabilir. Bir süredir siyasete hâkim olan “Eski Türkiye”nin reflekslerinin önümüzdeki dönemde daha belirleyici olacağı öngörülebilir. (Mehmetçik’in burnunun bile kanamaması, kara harekâtının yerel enstrümanlarla birlikte yapılması da kamuoyunun geniş çaplı desteğini sağlamak açısından olumlu.) Türkiye’de operasyona itiraz eden küçük bir kesimin bir dönem kendilerini İkinci Cumhuriyetçi olarak tanımlayıp Kemalizm’i reddeden ve kısa süre önce sistemin dışına itilen liberaller olması da tesadüf değil.

        TÜRKLERİN CÜRETİ

        Asıl büyük itiraz makamı ABD’ye rağmen Afrin operasyonu aslında Türkiye’nin cüretidir. Tıpkı Kıbrıs’a çıkarma yapılması, İkinci Dünya Savaşı’nın dışında kalınması, hatta Kurtuluş Savaşı gibi. Türkler zaman zaman böyle cüretlerde bulunuyor, karşılığında kısa dönemli bedel ödüyor ama sonunda tarih hep bizi haklı çıkarıyor.

        Bu operasyonu, “ABD’ye başka kim kafa tutabilirdi” diye yüzeysel bir slogana hapsetme kolaycılığından kaçınılması gerekiyor. Kuşkusuz, tarihi şartların bu operasyonun yapılmasını gerektirdiği bir dönemeçte Türkiye’nin yönetiminde tecrübeli ve yıllar içinde özgüveni oluşmuş bir yönetimin olması büyük bir fırsat. Devlet tecrübesi sınırlı bir yönetim dünya devlerine itiraz edemez, haklılığını savunamaz ve geride durmak zorunda kalırdı. Geçmişteki pasif hükümetler yıllarında bunun örneklerini çok gördük. Erdoğan’ın liderliğinde yürütülen bu operasyon bir kafa tutmanın ötesinde, devletin çıkarlarının her şeyin üstünde tutulduğu bir tarihi sorumluluk. Erdoğan’ın ilk somut Kemalist hamlesi belki de.

        ***********

        GAZETECİLİK SORUSU

        GEÇENLERDE radyoda bir gazeteci, kendisine ustalarının verdiği bir tavsiyeyi aktarıyordu. İzlenim yazarları gün içinde gördüklerini, akılda kalanları ve defterlerine karaladıkları notları uyumadan önce mutlaka temize geçirmelilermiş. Ertesi sabaha birçok ayrıntı unutuluyor zira.

        Buna karşılık bir de “Asıl akılda kalan önemlidir” diyen bir ekol var. Mesela, Hıncal Uluç not tutmak yerine gördüklerini aklında kaldığı kadarıyla yazıyor, aklında kalmadıysa “Yazmaya değer değil” diyor.

        20 yıldır iki ekolün arasında gidip geliyorum ben. Hafızam yavaş yavaş beni yanıltmaya başlayınca bunun bir doğru yolu var mı acaba diye düşünmeye başladım son günlerde.

        ***********

        #ParisModaHaftası

        YARATICILIK ÖLDÜ MÜ?

        AMERİKALI modacı Rick Owens mevcut sistemde kendi kurallarıyla hareket eden büyük bir usta. Her sezon olduğu gibi şu anda devam eden Paris Moda Haftası’nda gösterdiği koleksiyonuyla da başkalarından belirgin bir şekilde ayrıldığını kanıtlıyor.

        Yeni koleksiyonunun adı Yunan mitolojisinden Sisyphus’un adını taşıyor. Sisyphus’a yaptığı hataların bedeli olarak dik bir yamacın tepesine yuvarlayarak taş taşıması cezası veriliyor, ama zirveye geldiğinde taş yeniden dibe yuvarlanıyor. Hikâye zamanla İngilizce’ye lüzumsuz ve sonuçsuz işler anlamına gelen bir kelime olarak girdi.

        Rick Owens’ın neredeyse hiçbiri tamamlanmamış, hatta dikiş bile atılmamış gibi görünen koleksiyonuna bu beyhude mitolojik karakterin adını vermesi boşuna değil. Yaratıcılığın kısıtlandığını, çok muhafazakâr bir döneme gelindiğini söylüyor. Moda her zaman politiktir.

        BEYHUDE BİR ÇABA

        Birçok markanın birbirine benzer kıyafetler yaptığı düşünüldüğünde hiç de haksız sayılmaz. Piyasanın lokomotifi satan ürünler, moda da sanat olduğu kadar ticari bir uğraş da olduğundan şartların dayatması kaçınılmaz. Belki de bu yüzden kendi inadına “beyhude bir çaba” göndermesi yapıyor.

        Rick Owens’ın kıyafetleri ise adeta birer enstalasyon. Başka kıyafetlerle birleştirilemeyecek, her biri kendi başına çok keskin bir mesaj veren parçalar. Yaratıcılığın sınırlandığı bir dünyada vücutlara kumaşları öylesine atmış, rastgele yerleştirmiş gibi gözükse de detaylı incelendiğinde müthiş bir el işi ve mimari ön plana çıkıyor. Hiçbir zaman ticari kaygısı olmadı, bir büyük grup tarafından yutulmadığı için de bağımsız ve özgür.

        Her koleksiyonunu hayranlıkla izlerdim, Paris’ten gelen son fotoğraflardan gözlerimi iyice alamadım.

        Diğer Yazılar