Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Müslüman, geçmişin yanlış uygulamalarını sorgulayıp yerine modern hukuku, insan hak ve özgürlüklerini koymalıdır

        MÜSLÜMAN şahsiyet, hem hakkını arayacak ve kendini . savunacak şekilde güçlü bir şahsiyete sahiptir, hem de uyguladığı siyasette insanlara haklarını arama hakkını tanır. Bir bakıma "hakkını arama hakkına" saygı duyar, böyle bir idari sistem uygular, hiç kimsenin hakkını yerde bırakmaz ve savunma hakkını çok ama çok önemser. Bu konuda empati yapmasını bilir, yani kendisini başkasının yerine ya da başkasını kendi yerine koyarak meseleye öyle bakar. Şimdi yüce Allah'ın hakkını arama hakkına ne denli önem verdiğini şu ayetten öğrenebiliriz:

        "Allah, kocası hakkında seninle tartışmaya giren ve Allah'a şikâyette bulunan kadının sözünü işitti. Allah ikinizin konuşmasını işitmektedir. Çünkü Allah her şeyi işiten, her şeyi görendir." (Mücadele, 1) Cahiliye döneminin törelerinden biri, bir erkek hanımının sırtını kendi annesine benzetirse karısı boş olurdu. Sahabeden Evs b. Samit, karısı Havle'nin sırtını kendi annesinin sırtına benzetti ve onu boşamak istedi (İbn. Mace, Talak, 25).

        Bunun üzerine Havle, Hz. Peygamber'e gelip durumu arz etti ve bu törenin yanlış olduğu konusunda hayli mücadele verdi. Hz. Peygamber'den yeterli bir hüküm ve cevap alamayınca durumu yüce Allah'a arz etti. Onun bu duası üzerine yüce Allah, Mücadele Suresi'nin birinci ayetini gönderdi. Şimdi bu ayetten konumuzla ilgili çıkartacağımız neticeler olacaktır.

        Halktan bir kadın, hem peygamber hem de devlet başkanı olanın huzuruna çıkıp derdini anlatabiliyor, hakkını arıyor, hakkı ve görüşü için çatır çatır mücadele verebiliyor.

        Kuran, onun oluşturduğu İslam ve o dini tebliğ edip hayata uyarlayan Hz. Peygamber'in uygulamasına göre, halka tepeden bakılamaz, halk küçümsenemez, hakkını arama hakkına müdahale edilemez, hakkı için mücadele etmesine, hakkını savunmasına kısıtlama getirilemez. Hz. Peygamber, Havle'ye bu hakkı tanımıştır.

        Havle'nin mücadelesi Kuran ile tüm insanlığa ve geleceğin tüm nesillerine aktarılmaktadır. Havle geçmişin töre, örf-âdetleriyle mücadele vererek hakkını savunuyordu. Mücadelesini, konuyu Allah'a kadar götürme ve O'na şikâyet etme derecesine vardırdı.

        Müslüman bu ayetten hareket ederek geçmişin yanlış uygulamalarını, törelerini, âdetlerini sorgulayacak, hakkını çiğneyenler olursa onlarla mücadelesini verecektir. Âdetler, töreler sorgulanırken, onların değişime zorlanması gerekiyor. Müslüman onları değiştirecek mücadeleye girerken, yerine modern hukuku, insan hak ve özgürlük -lerini koymayı ihmal etmeyecektir.

        Müslüman şahsiyet zulme uğrayınca kendini savunacaktır. Müslüman pısırık, köle ruhlu, ezilmiş, hakkını arayamaz, savunamaz bir durumda olamaz, olmamalıdır. Ayet şöyledir: "Zulme uğradıklarında kendilerini savunurlar. Zulmedenler hangi devrimle devrileceklerini bileceklerdir." (Şuara, 227)

        Müslümanlar maddi ve manevi, yani ekonomik, hukuki, özgürlükler ve haklar bakımından zulme, yani ağır haksızlığa uğrarlarsa bu zulme karşı haklarını savunma becerisini gösterecek, göstermek için ne gerekiyorsa yapacaktır. Kendi hak ve özgürlüklerinin oluşturduğu mabede, namahrem ellerin değmesine müsaade etmezler.

        Pısırıklık, kölelik hak ve özgürlüğü bilmez; bilmediği için de mücadele veremez. O zaman köle ruhlu İsrailoğulla-rı'nın, Hz. Musa'ya dediğini söyler:

        "Ey kavmim! Allah'ın size yazdığı mukaddes beldeye giriniz. Ve arkanıza dönmeyiniz, yoksa kaybederek dönmüş olursunuz. Onlar şu cevabı verdiler: Ey Musa! Orada zorba bir halk var; onlar oradan çıkmadıkça biz oraya asla girmeyeceğiz. Eğer oradan çıkarlarsa biz de hemen gireriz." (Maide, 21-22) Köle ruhlu, pısırık, kimliksiz insanlar, yüce Allah'ın ve peygamberlerinin söylediği kutsal topraklara girin emrini, zorbaların olması dolayısıyla geri çevirdiler. Zorbalarla mücadele verme cesaretini gösteremediler. Hatta o kadar ileri gittiler ki, şu sözü de söylediler:

        "Ey Musa! Onlar orada bulunduğu müddetçe, biz oraya asla girmeyiz; şu halde sen ve Rabb'in gidiniz savaşınız, biz burada oturacağız dediler." (Maide, 24)

        Bu sözler, Firavun'un ağır zulmünün altındaki ezilmişliği, zilleti, şahsiyetsizliği, cesaretsizliği ifade etmektedir. Kendini psikolojik olarak çekirge seviyesinde görenler hakları uğruna mücadele veremez, uğradıkları zulme karşı duramazlar. Yüce Allah bunları bize niçin anlatıyor? Yukarıdaki ayetlerde köle ruhlu insanların sözünü Müslümanların söylememesi için gündeme getirip bizi eğitmektedir. Peygamberine "Sen ve Allah'ın gidiniz savaşınız" diyenlerde şahsiyet olur mu? Şahsiyetin kırıntısı bulunur mu? Bu insanlar kendi kutsallarını müdafaa edebilir mi? Kendi hak ve özgürlükleri uğruna mücadele edebilir mi? İşte, Müslüman şahsiyet bunu gösterir; kırılır ama asla eğilmez. Müslüman bu konularda asla gevşeklik göstermez (Âl-i İmran, 139; 152-153).

        BAYRAKTAR HOCA yanıtlıyor

        Peygamberimizin ruhu dünyaya gelir mi?

        ■ Hocam, Hazreti Muhammed'in herhangi bir fotoğrafı yok. Fotoğrafını bile görmediğimiz Peygamber Efendimizi rüyamızda görebilir miyiz? Peygamber Efendimiz diye rüyada gördüğümüz gerçekten

        o mudur? Peygamberimizin ruhu dünyaya gelir mi? Ç.L.

        Peygamberimizi rüyada görmemiz mümkündür. Ama bu her Peygamberimiz diye gördüğümüzün gerçekten o olduğu anlamına gelmez. Hz. Peygamber'in bu dünyaya gelip ruhunun birtakım etkinliklere katıldığını söylemek ise son derece yanlıştır. Veya Hz. Peygamber'in bir nur olarak bu dünyaya geldiğini söylemek inanç bakımından çok tehlikelidir. Biz buradan insanımıza şöyle sesleniyoruz: Herhangi bir etkinlik için Hz. Muhammed'i istismar etmek iğrenç bir olaydır. Menfaat için "Rüyamda bana şöyle seslendi, 'Şunu şunu yap' dedi" diyerek insanları aldatmak olacak iş değildir.

        Seferi olmanın şartları nedir?

        ■ Hocam, bulunduğun şehirden başka bir şehre 15 günden az kalmak için gittiğin zaman seferi sayılıp 4 rekât farz namazlarını 2 rekât mı kılmak gerekir? R.Ö.

        Seferi olmak için Nisa Suresi'nin 101. ayetine göre hayat tehlikesi olması lazım. Eğer hayat tehlikesi yoksa seferi sayılmazsın. O nedenle ne kadar uzağa gidersen git namazını seferiymiş gibi kılmayacaksın. Yani 4 rekât farz namazlarını 2 rekât değil, yine 4 rekât olarak kılacaksın. Ama savaş gibi tehlikeli bir durum varsa o zaman da evinin dışına çıkar çıkmaz seferi sayılırsın.

        Diğer Yazılar