Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        EĞER Hürriyet Gazetesi’nin logosundaki gibi “Türkiye Türklerindir” dersek çok büyük bir yanlış yapmış oluruz. Çünkü Türkiye’de sadece Türkler yaşamıyor ve farklı etnik kökenlerden vatandaşlara Türk olmayı dayatma tavrından artık vazgeçmek gerekiyor. Bu noktada Hürriyet’i çıkaranların, “inkâr/ret/asimilasyon” olarak özetlenebilecek resmi politikadan vazgeçtiklerini her vesileyle vurgulayan devlet yöneticilerinin hayli gerisinde kaldıkları da açıktır.

        Ancak “Türkiye’de medya Türklerin” dersek yanlış söylemiş olmayız. Her ne kadar bu iyi bir durum olmasa da ülkemizde medyada kesif bir Türk hâkimiyeti olduğu apaçık bir gerçektir. Çünkü medyamızda, başta Kürtler olmak üzere farklı etnik kökenlere sahip olanların bu kimliklerini alenen sahiplenen kişilerin sayısı yok denecek azdır, olanların da önü pek açılmaz.

        Doğan Satmış’ın kulakları çınlasın: Geçenlerde yazdığım gibi “Bu medyayla çözüm süreci zor yürür”. Yani Kürt sorununun yıllardır çözülememesinde, günümüzde çözüm sürecinin bir türlü istenen tempoyu yakalayamamasında medyanın günahı çok. Örneğin, medyanın Kürt sorununu ele alışında, çatışmanın hâkim olduğu eski günlerden çatışmasızlığın öne çıktığı bu günlere bariz bir üslup ve yöntem değişikliğine tanık olamadık. Yine sadece bir tarafın bakış açısından yapılan haberler, hazırlanan dosyalar, kaleme alınan köşe yazıları, düzenlenen tartışma programları... Öteden beri yaşanan ve kolay kolay değişeceğe benzemeyen bu durumu Çetin Altan’ın o meşhur “Türk’ün Türk’e propagandası” deyişini biraz deforme edip “Türk’ün Kürt’e propagandası” olarak tanımlayabiliriz.

        Yakın zamandan bir örnek verecek olursak, medyada, Kobani nedeniyle yaşanan olayları (kimisi 6-7, kimisi 6-8 Ekim diyor, hatta 7-8 Ekim diyen bile var) Kürtlerin nasıl değerlendirdiği konusunda doğrudan kendilerine sorularak hazırlanmış herhangi bir haber/dosya bulmak mümkün değil. Fakat hükümet yetkililerinin neye dayandırdıkları belli olmayan “Kürtlerin yüzde 75’i rahatsız” türü açıklamalar her yerde karşınıza çıkıyor, köşelerin çoğunda da Kürtlerin sadece 6-7 Ekim olaylarından değil, Kürt siyasi hareketinin bir dizi uygulamasından zaten şikâyetçi oldukları yolunda yorumlar yapılıyor.

        TEMENNİLERLE NEREYE KADAR?

        Buna İngilizce’de “wishful thinking” diyorlar. Yani olandan ziyade olması isteneni ifade etme. Kuşkusuz kimi durumlarda temennilerin de gerçekleştiği olmuştur ama Kürt sorunu gibi hayati bir sorunu, sırf sayıca daha kalabalık oldukları için Kürt olmayanların temennileri ve dolayısıyla kırmızı çizgileri içinde kalarak çözmek mümkün olmadı, olacağa da benzemiyor.

        Eğer Kürt sorununu sahiden, kalıcı olarak çözmek istiyorsak medyada Kürt kimliğine sahip çıkan isimlere yer açmak, Kürtlere doğrudan kendilerini ifade etme imkân ve zeminini sağlamak şart. Ayrıca ana akım medyanın çokdilliliği gündemine almasının zamanı geldi de geçiyor bile.

        Hayri Hoca

        HAYRETTİN Eren benim arkadaşım, yoldaşımdı. Biz ona “Hayri Hoca” derdik. 12 Eylül 1980 askeri darbesinden 70 gün sonra, 21 Kasım 1980’de polis tarafından gözaltına alındı. Ama devlet onu gözaltına aldığını hiç kabul etmedi. Sanki bilerek yaşlı annesi ve babasının evine ısrarla her seçimde Hayrettin Eren adına seçmen kâğıdı yolladı. Babası, vefat etmeden önce, 84 yaşındayken “Oğlun asker kaçağı” diye karakolda ifade vermeye götürüldü. Bir kere de annesinin eline bir postacı tarafından “Hayrettin Eren gelsin nüfus kâğıdını yenilesin” diye kâğıt tutuşturuldu.

        Cumartesi Anneleri bugün, İstanbul’da Galatasaray Lisesi önünde 504. kez buluşup devlete bir kez daha Hayri Hoca’yı soracaklar.

        Diğer Yazılar