Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        TEMMUZ ayında polis şeflerine yönelik operasyona gösterilen tepkileri Fethullah Gülen Cemaati’nin “sivil itaatsizlik” rotasına girmesi, dolayısıyla “direnmeyi öğrenmesi” olarak değerlendirmiştim. 14 Aralık operasyonuyla birlikte bu durum iyice netleşti. Cemaat, “Özgür basın susturulamaz”, “Susma sustukça sıra sana gelecek” ve hatta “Faşizme karşı omuz omuza” gibi genellikle soldan aparılmış sloganlarla siyasi iktidara karşı bir direniş hattı oluşturmaya çalışıyor. Dün Zaman Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ekrem Dumanlı’nın serbest bırakıldıktan sonra Çağlayan Adliyesi önündeki kalabalığa yaptığı ve coşkuyla karşılanan uzun konuşma da Cemaat’in bu yoldan dönmeyeceğinin kanıtıydı.

        Dumanlı dün Cemaat’in geneline hâkim olan ruh halini seslendirdi. AKP iktidarına karşı kırgın, öfkeli, sert ve tepeden tırnağa muhalif bir konuşma yaptı. Ancak ortada Cemaat açısından çok ciddi bir sorun var: Neredeyse 40 yılı aşkın sürede küresel bir harekete dönüşmenin önde gelen sırlarından biri, siyaseti çok ama çok önemsemekle birlikte kendisini “siyasetüstü” gösterebilme becerisiydi. Eğer bu “siyasetüstü” imaj egemen olmasaydı Cemaat’in yurtiçi ve dışında bu kadar rahat, etkili ve yaygın bir şekilde, özellikle eğitim alanında faaliyet gösterebilmesi kesinlikle mümkün olamazdı. Gelinen aşamada Cemaat çok da istemese bile alenen siyasileşmiş oldu. (Buradan hareketle, siyasi iktidarın Cemaat’i siyaset tuzağına çekmiş olduğunu ileri sürenler çıkarsa, fazla itiraz edebilecek durumda değilim.) Bu açıdan bakıldığında Fethullah Gülen hakkında yakalama kararının çıkarılmış olmasının Cemaat’in siyasileşmesini alabildiğine hızlandıracağı kesindir.

        Bu (zorunlu) siyasileşmenin Cemaat’in can damarı olan eğitim ve medya alanındaki faaliyetlerini olumsuz yönde etkileyeceği; karşısında kendisini “İslami” olarak tanımlayan siyasi bir iktidar bulunduğu için faturanın daha da kabaracağı muhakkaktır.

        BÖYLE BİR SAVAŞ GÖRÜLMEDİ

        Bu girişten sonra, başladığı andan itibaren dillerde olan şu meşhur soruya geçebiliriz: Bu savaş biter mi? Biterse nasıl biter?

        Öncelikle cumhuriyet tarihinde örneği görülmemiş bir iktidar mücadelesi/savaşı yaşadığımızı hatırlatalım. Dolayısıyla çok şey fazlasıyla belirsiz. İkinci olarak, savaşın asıl nedeninin siyasi iktidarın gözünü toplumsal alana, bu bağlamda Gülen Cemaati’ne; Cemaat’in de gözünü siyasal alana, bu bağlamda iktidara dikmiş olması olduğunu vurgulayalım. Tarafların birbirlerini tamamıyla yok etmeleri asla mümkün olamayacağı için içlerinden en az birinin, diğerinin esas alanından çekilmesinin, bitirmese de, savaşın etkisini büyük ölçüde kırabileceğini düşünüyorum.

        An itibarıyla güçler dengesine baktığımızda, siyasi iktidarın, daha doğrusu Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın toplumsal alanla ilgili emellerinden vazgeçmesini beklemek pek gerçekçi görünmüyor. Dolayısıyla geriye Cemaat’in devlet içindeki örgütlenme stratejisini terk etmesi kalıyor. Geçen yıl 17 Aralık’tan bu yana hükümet, devlet içindeki Cemaat yapılanmasına çok ağır darbeler indirdi, ama tasfiye edemedi. (Fuat Avni fenomeni bu noktada yeterli bir örnek olarak görülebilir.)

        TAŞGETİREN’İN ÖNERİSİ

        Tek çıkar yol, Cemaat’in devlet içindeki yapılanmasını kendisinin lağvetmesi görünüyor. Tabii bunun gerçekleşebilmesi için Cemaat’in önce bu yapılanmanın varlığını kabullenmesi, ardından ülkeyi yönetenleri bu stratejiden vazgeçtiğine ikna edebilmesi ve kuşkusuz bu süreç boyunca ve sürecin sonunda birtakım garantiler alması gerekiyor.

        Sonuç olarak, geçenlerde Star Gazetesi yazarı Ahmet Taşgetiren’in dile getirmiş olduğu hükümet ile Cemaat arasında bir “çözüm süreci” başlatılması önerisini yabana atmamak gerekir. Bugünden bakıldığında çok uçuk görünebilir ancak nasıl devlet ile PKK birbirlerini mutlak anlamda yenmelerinin imkânsız olduğunu kabullendikten sonra masaya oturmak zorunda kalmışlarsa, benzer bir durum, çok yakında olmasa bile AKP ile Cemaat arasında da yaşanabilir.

        O an gelene kadar yine kimin daha çok kaybettiğini tartışacağımız ve her geçen gün daha da tırmanacak bir savaşı izleyeceğiz demektir.

        Diğer Yazılar