Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Birleşik Krallık’ın AB üyeliğinden çıkmasını isteyenlerin referandum zaferi, AB ile iplerin kopacağı anlamına mı geliyor?

        16.2 trilyon dolarlık AB milli geliri içinde 2.8 trilyon dolar paya sahip İngiltere’nin içinde olmadığı birlik zayıflamış demektir.

        Önümüzdeki 2 yılda İngiltere, AB’den kopma sürecini müzakere edecek.

        Türkiye, AB ile Gümrük Birliği’ne girerken, üçüncü taraflarla yapacağı ekonomik anlaşmaların dışında kalmıştı.

        Türkiye; ABD ile AB arasında süren Transatlantik Ticaret ve Yatırım Anlaşması’nın (TTIP) olumsuz etkilerini bertaraf etmek üzere Gümrük Birliği’ni güncelleme takvimi ilerletiyor...

        Son gelişmelerle, Türkiye ile İngiltere’nin aynı parkura girdiği AB süreci, yeni gelişmelere açık hale geldi.

        Arap Baharı adı verilen, Ortadoğu’daki “çalkalama dönemi” bize yeni bir dünyanın kurulmak üzere olduğunu söylüyordu. Ki Birinci Dünya Savaşı hafızamızı tazeleyen ilk hamlenin İngiltere’den gelmesi şaşırtıcı olmadı.

        Ortadoğu’da etnik ayrışmaların, ulusal sınırlara yaptığı tazyike karşı dayanıklılığı artıracak işbirliği oluşturulmadan, AB’nin temelinde yatan “barış, kalkınma ve istikrar” denklemini hâkim kılmak mümkün mü?

        Daha çok Irak’ı ve İsrail’i merkeze alan Ortadoğu okumalarımda, İngiltere’nin diplomasi (istihbarat) ve askeri stratejileri hep ilgimi çekti.

        İngiltere’nin nihai büyük kazanımlar için taktiksel olarak “kaybetmeyi” göze alan politik manevralarını anımsatan bu günler; özellikle tarihçilere anlamlı gelecektir.

        Hatırlayalım...

        Birinci Dünya Savaşı’nın mali yükünü hafifletmek üzere, Irak’taki petrol kaynaklarını ele geçirmek için harekete geçen İngiltere, Mart 1921’de Kahire’de bütün Ortadoğu uzmanlarının (Kırk Haramiler olarak da anılan) katıldığı bir toplantı düzenlemişti.

        Konferansın başlıca amaçları; Irak’a yeni bir Arap yönetici belirlemek; İngiliz askerlerin sayısını ve ülkenin yönetim maliyetini azaltmak; Mezopotamya’nın hangi bölgelerinin elde tutulmaya değer olduğuna karar vermek ve son olarak manda yönetimi için gelecekteki parasal yardım miktarını hesaplamaktı.

        23 Ağustos 1921 tarihinde yapılan halkoylaması sonucunda oyların yüzde 96’sını alan Faysal, Irak’ın ilk kralı olarak İngiliz askeri bandosunun “Tanrı Kralı Korusun” marşıyla Bağdat’ta taç giydi ve yeni krallığın adı Mezopotamya’dan Irak’a dönüştürüldü.

        Dönemin İngiltere Savaş Bakanı Winston Churchill, Irak’tan çekilmek ya da Irak’ta büyük güçlükler çıkaran Faysal’ın yönetimden uzaklaştırılması konusunda ısrar ediyordu.

        Churchill’e dönemin İngiltere Başbakanı Lloyd George şöyle yanıt veriyordu: “Oradan ayrıldığımız takdirde, birkaç yıl sonra dünyanın en zengin petrol yataklarından bazılarını Fransız ve Amerikalılara bıraktığımızı görebiliriz.”

        Israrlı diplomasi sonucunda Faysal ikna edilebildi ve 10 Ekim 1922 tarihinde mandanın önemli hükümlerini de içeren bir anlaşma imzalandı.

        İngiltere, bir taraftan Irak’ı bağımsızlığa doğru sürüklerken, diğer taraftan 1925 yılında Irak Petroleum Company şirketini kurmuştu.

        Musul petrollerini İngiliz kontrolüne bırakan ve süresi 75 yıl olan bir imtiyaz anlaşması imzalanmıştı. 1930 yılında imzalanan anlaşma ile İngiltere Irak’taki tüm çıkarlarını teminat altına almış bir vaziyette manda yönetimini sonlandırmayı planlıyordu.

        Antlaşmanın ardından Irak, 1932 yılında resmen bağımsız oldu ve Milletler Cemiyeti’ne katıldı.

        Bu sistem 1958 yılındaki ihtilale kadar devam etti. Monarşi ile siyasal olarak ülkesel bütünlük sağlanmak istendi.

        Tarihe nokta koyup günümüze gelelim...

        Bugün Suriye, Türkiye ve Irak’ta yaşanan etnik sorunlar o yılların bakiyesi olarak önümüzde duruyor.

        “Büyük Karıştırıcı” (Birleşik Krallık) şimdi AB kartı üzerinden yeni bölgesel güç denklemini kuruyor.

        İngiltere’nin 1916’da Rusya ve Fransa ile birlikte imzaladığı Sykes-Picot anlaşması ne kadar Avrupa projesiyse, bugünkü denklem de o kadar AB projesidir...

        Türkiye için AB gündeminin, sanılanın aksine dünden daha önemli olmaya başladığını unutmayalım.

        Diğer Yazılar