Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Bazen gündemin yoğunluğundan çok ama çok spesifik konular güme gidiyor. FETÖ soruşturması kapsamında tutuklandıktan sonra etkin pişmanlık hükümlerinden yararlanan bazılarının serbest bırakılması konusu gibi. Biliyorsunuz, bazı itirafçılar bu yasadan faydalanıp tahliye oldular. Bunlardan biri de eski HSYK üyesi Kerim Tosun’du.

        23 sayfalık ifadesinde yargıdaki FETÖ yapılanmasına ilişkin çarpıcı açıklamalarda bulunan Tosun, görev yaptığı dönemde bu yapının içerisinde olduğunu açıkça kabul edip, “Maaşımın yüzde 10’unu himmet olarak verdim” diyerek de FETÖ’ye aynı zamanda finansal destek sağladığını itiraf etti.

        İlk duyduğumda kafam pek sarmamıştı tahliye edilmesini, ama kendi kendime, “Herhalde hukuki olarak bu olanak tanınıyor ki böyle bir serbestlik aldı” demiştim. Ama dün öğrendim ki, hukuken de bu tahliyeler doğru değil! Bilgisine ve tecrübesine inandığım usta bir hukukçunun bu konudaki değerlendirmesini aynen aktarıyorum değerli okurlarım.

        Efendim, etkin pişmanlıktan dolayı, itirafçı oldu bahanesiyle üst düzey kamu görevlilerinin tahliyesi doğru değildir.

        Çünkü; 1) Bunu değerlendirecek merci, yargılamayı yapacak mahkemelerdir. Davalar henüz açılmadığından soruşturma safhasında tahliyeler hatalıdır.

        2) Etkin pişmanlık maddesi sadece örgüt üyeliği suçuna münhasırdır. Anayasa düzenine, devlet ve hükümete karşı suçlar için uygulanamaz! Örneğin; HSYK üyelerinin bazıları için örgüt üyeliğinin yanında bu suçları da düşünerek yargılama safhası beklenmeliydi. O nedenle tahliyeler son derece mahzurludur!

        BU GENÇLER NASIL BU HALE GELİYOR

        RUS Büyükelçi Andrey Karlov’u onlarca insanın gözleri önünde kurşun yağmuruna tutan katil polis hakkında çok şey yazılıp çiziliyor. Herkesin bir komplo teorisi var suikasta dair. Okuyorum pür dikkat. Dinliyorum... İzliyorum ama havada uçuşan envai çeşit tez ve teoride benim takıldığım şey bambaşka bir nokta. Siz de kaçırmayın bence bu noktayı. Zira bizim, hepimizin terör denilen belayla köklü bir biçimde başa çıkabilmemizin altın anahtarı bu nokta!

        Suikastçı polisin kim olduğu, kimlerden olduğu, hangi örgüte hizmet ettiği, bu cinayeti işlemekteki maksadı, vermek istediği mesaj falan elbette önemli ama bence bunların hepsinden daha önemli olan şey, katil Mevlüt Mert Altıntaş’ın beyninin, nasıl ve hangi taktiklerle teslim alındığıdır.

        Birkaç zamandan beri bu konuya takığım aslında. Her canlı bomba saldırısı sonrası kendi kendime sorduğum soru şu: “Bu gençler, bu insanlar nasıl bu hale geliyorlar?” İnsanın gerçekten aklı almıyor değerli okurlarım. Düşündükçe kahroluyorum. Bunlar gencecik evlatlar... Bunların anaları babaları, evlatları gözü dönmüş birer katil olsun, vücuduna sardığı bombayla kendini patlatıp yok olsun ya da devletin ona emanet ettiği silahla ortalığı kan gölüne çevirsin diye doğurup büyütmüyor.

        Kimbilir bu katillerin anaları babaları neler yaşıyordur, evlatları kahpece saldırılarda bir maşa olduğu için. Allah düşmanımın başına vermesin, hiçbir ana baba böyle bir acı sonla karşılaşmak istemez. Ama tabii ailelerin de büyük sorumluluğu var evlatlarının bu hale dönüştürülmesinde.

        Büyük konuşmak istemiyorum, kimseyi kınamıyorum; çünkü ben de bir erkek evlat sahibiyim, ama anne ve babalar çocuklarının kimlerle, nasıl, hangi şekilde bağlantıda olduğunu iyi takip etmeli ve tehlike sezdiği anda da kesinlikle devletin yetkili makamlarıyla paylaşmalılar. Ve o yetkililer de bilimin gösterdiği uygun yöntemlerle gereken önlemi almalılar.

        Sözün özü değerli okurlarım; eğer gençlerin beynine habis misali musallat olan terör odaklarına karşı daha en başından duvar örebilirsek, onların gençlerimizin kanına girmelerine müsaade etmezsek terör denilen belayla ancak başa çıkabiliriz.

        Haksız mıyım?

        Diğer Yazılar