Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        BİR gazeteci için bulunmaz nimettir düğün, dernek davetleri... Çünkü normalde asla bir arada göremeyeceğiniz, görmeniz mümkün olmayan kamuoyuna mal olmuş kişilerle buluşmanıza fırsat sağlar bu tür organizasyonlar. Önceki gün İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun oğlu Engin Soylu’nun dünya evine adım atma töreni vesilesiyle bu fırsatlardan birini daha elde ettik. Haliç Kongre Sarayı’nda düzenlenen nikâh törenine, siyaset dünyasının en önemli simaları sanki çıkarma yapmış gibiydi. Gerçi davet fazlaca kalabalık olduğundan gazeteciler için “Siyasette neler oluyor?”un kulisini yapabilmek de pek kolay olmadı ama olsun. Güzeldi. Her şeye rağmen ortam hoştu gazeteciler açısından. Çok insan gördüm, çok insana rast gelip selamlaşabildim ama ayaküstü de olsa sohbet edip bir-iki kelam edebilme imkânını ancak iki isimle bulabildim. Ama şans işte, benim şansım, bu iki insan da son günlerde en çok konuşulanlar arasında ilk sıralarda yer alanlardı. YÖK Başkanı Yekta Saraç ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin çiçeği burnunda başkanı Mevlüt Uysal. Saraç’la sohbetimizde Ciner Medya Grup Başkanımız Kenan Tekdağ da vardı.

        Önce Uysal’ı gördüğüm anda elini sıkar sıkmaz sorduğum soruyu ve onun yanıtını aktarayım... Sorum bir önceki gün de kaleme aldığım Fatih Belediyesi’nin Topkapı Sarayı’nın bahçesine ve etrafına inşaat yapma izni için Koruma Kurulu’na yapılan başvuruyla ilgiliydi. Uysal bu konuda çok net bir yanıt verdi. Aynen aktarıyorum: “Bizimle hiçbir ilgisi olmayan bir başvuru bu! Biz de konuyu sizler gibi haber yapılınca öğrendik. Tamamen Fatih Belediyesi’nin kararıyla yapılmış bir başvurudur söz konusu başvuru. Henüz bizim önümüze gelmedi bu konu ama İstanbullu müsterih olsun. Biz büyükşehir belediyesi olarak asla böyle bir şeye müsaade etmeyiz. Değil sarayın bahçesinde, etrafında da herhangi bir inşaat yapılmasına izin vermeyiz!”

        Uzun sohbet yapabilme imkânı bulduğum ikinci isim ise YÖK Başkanı’ydı. Son günlerde milyonlarca öğrenciyi, eğitimciyi ve anayı, babayı ilgilendiren üniversiteye girişteki sınav sistemindeki değişiklikle ilgili bayağı bir sohbet ettik. Tabii biz bu sohbeti gerçekleştirdiğimiz sırada Saraç’ı gören velilerin suallerine de kısa da olsa cevaplar vermesi benim yazı kasama epeyce bir yükleme yapma imkânı verdi.

        Önce şunu söyleyeyim... Yeni sınav sisteminin adı henüz belli değil biliyorsunuz. Saraç diyor ki: “Bu sınav sisteminin açılımını ‘Yükseköğretim Kurumları Sınavı’ olarak belirledik ve bu açılımın kısaltmasını da kamuoyuna bıraktık. Kamuoyu nasıl adlandırmak isterse öyle adlandıracağız biz de.” Genel olarak gelen önerilerin YÖKS olduğunu söyleyince, itiraz ettim ve hakkımı kullanarak “Kısa, öz ve akılda kalıcı olması için YKS en güzel kısaltma olur” önerisinde bulundum. Bakalım ne olacak? Ancak milletin kafasını kurcalayan ve epeyce de bir endişe veren konu, sınavın adının ne olacağı falan değil, sınavların nasıl olacağı! Gerçekten de özellikle velilerin sorularından fark ettim ki yeni sistemle ilgili kafaları karıştıran çok durum var. Bunlardan biri, sınavların tek bir günde yapılacak olması. Art arda... İkincisi ise ikinci sınavla ilgili yani branş sınavıyla ilgili durum. Saraç diyor ki: “Kafalar karışık biliyoruz ama zamanla bunu aşacağız ve bu yeni sistemin en doğru sistem olduğunu herkes görecek.”

        Baraj ve branş sınavlarının aynı gün yapılıyor olmasıyla ilgili ilginç bir argüman koyuyor ortaya. Öğrenciyi yormadan, ne yapacaksa tek bir günde yapıp bitirmesi öğrencide sınav stresini azaltıyormuş. Bu yöntemin bilimsel açıdan çok daha verimli olduğunu öne sürüyor.

        Branş sınavları yani aynı gün öğleden sonra yapılacak ikinci sınavla ilgili de şöyle diyor: “Tek bir kitapçıkta toplam 160 soru olacak (40 matematik, 40 fen, 40 edebiyat/coğrafya1, 40 tarih/ edebiyat/coğrafya2) ama birinci sınav süresinden daha uzun bir süre vereceğiz. Öğrenci hangi bölümü istiyor, hangi bölüme yerleşmek istiyorsa ona göre soruları tercih edecek. Örneğin tıp istiyorsa sadece matematik ve fen sorularına yanıt vermesi yeterli olacak. Hukuk istiyorsa sadece matematik ve edebiyat/ coğrafya1 sorularına...” Esasında bu bizim girdiğimiz yıllardaki ÖYS sınavına benziyor. Daha en başında alan tercihi yapmak zorunluydu bizim dönemlerde. O zamanlar sınava girmeden önce bunu belirtiyordunuz ve sınavda önünüze gelen kitapçık okumak istediğiniz alanla ilgili oluyordu. Yeni sistemde tek fark bütün alanların aynı kitapçıkta olması. Kendisi öyle bir beyanda bulunmadı ama Saraç’ın anlattıklarından anladığım kadarıyla galiba bu yeni sistemde de esas niyet sınav öncesi alan tercihine mecbur kılmak. Bu konuda hak veriyorum, zira bir öğrencinin üniversiteye girerken ne istediğini bilerek girmesi en doğrusu. Hak vermediğim daha doğrusu kafamın bir türlü alamadığı husus, birinci sınavla ikinci sınavın aynı gün yapılacak olması. Bilim adamlarıyla aynı paralelde düşünmüyorum. Çünkü bence bu şekil hem çok yorucu olur hem de bazıları için gereksiz! Gereksizlikten kastım şu: Bir öğrenci birinci sınavda başarısız olduğunda niçin ikinci sınava girsin? O öğrenciyi ikinci sınava almak hem fuzuli masraf demektir hem de fuzuli zaman kaybı!

        Haksız mıyım?

        **************

        İLHAN KESİCİ’NİN HOŞ AMA FARKLI BİR TARZI VAR!

        ÖNCEKİ günkü yazım üzerine sabahın çok erken saatlerinde aradı İlhan Kesici. Hal hatır ettikten sonra yazımla ilgili itirazlarını dile getirdi. Aktardıklarımın bir kısmını doğruluyor ancak bu itirazı dile getirirken dümdüz “Haber kaynakların sallamış, yalan söylemiş, üfürmüş” demek yerine, “Sana benimle ilgili bilgiler getirenler yanlış bilgi almışlar” diyor. Bunu dedikten sonra da -tabii aralara esprili cümleler katarak- devam ediyor: “Sağ olsun insanlar yakıştırıyor beni Cumhurbaşkanlığı adaylığına. Adımı sık sık anıyorlar. Televizyonlarda bile mevzu oldu bu iş. Gayet hoşuma gidiyor tabii bu konuşmalar filan ama inan ki bunun ötesinde henüz bir gelişme yok. (Gülerek) Keşke olsa ama yani Genel Başkan Sayın Kılıçdaroğlu’nun benim adaylığıma karar verdiği ve hatta bu yönde telkinlerde bulunduğu yönündeki iddiaların hiçbiri doğru değil. Adımın Cumhurbaşkanlığı adaylığı konusunda anılmasının ötesine geçmiş hiçbir gelişme yok! Olursa inan bunu hemen hiç beklemeden herkesle paylaşırım.”

        Bu arada enteresan bir bilgi de aldım kendisiyle ilgili. Merak ettim ve sordum, “Burcunuz ne?” diye. “Orası biraz karışık” dedi ve şöyle devam etti: “Rahmetli anam evvelden ‘Harman vakti doğdun’ derdi. Bizim Sivas Zara’da harman vakti 15-30 Ağustos’a denk geldiği için buna göre Aslan burcundanım. Belli bir yaşa kadar kendimi Aslan sanıyordum ancak anam ölmeden çok az bir zaman önce, ‘Ben seni bostan bozumunda doğurdum’ dedi. O da 1-15 Eylül olduğu için Başak burcuna denk geliyor. Hülasa, tam olarak hangi burçtan olduğumu bilmiyorum ve şahsen bu da beni zaman zaman rahatsız ediyor. İnsanın doğduğu günü ve saati bilmemesi kadar eksik bir şey olabilir mi?”

        Uzatmayayım... Güzel bir sohbet oldu cumartesi sabahı için. Ve yalan yok o kadar keyif aldım ki o sohbetten sonrasında kendi kendime “İyi ki de yazmışım İlhan Kesici’yi, iyi ki de aramış” dedim. Çünkü insanı gülümseten, güldüren ve bunu yaparken de düşündüren değişik bir tarzı var. Keşke bu hoş tarz tüm siyasilerde olabilse, tümünde değilse bile yarısından bir fazlasında...

        Diğer Yazılar