Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Türkiye resim sanatının önemli ustası Adnan Turani’yi 16 Aralık gecesi kaybetti. Sanatta bir çağ açan dostumun ardından bu yazıyı yazmak gerçekten içimi acıtıyor.

        Onun yaşamını kaleme aldığımdaki coşkum, bu kez yok. Oysa onun din âlimi olan dedesinin görevi nedeniyle Dolmabahçe Sarayının bahçesindeki evde büyüdüğünü, Atatürk’ü gördüğünü ne büyük bir heyecan ile yazmış yayınlamıştım.

        Babasının ölümünden sonra ailesinin yoksul düştüğünü, küçük Turani’nin devlet yatılı okullarında okuyarak yine devletin tanıdığı olanakla Almanya’da sanat öğrenimi gördüğünü, döndüğü ülkesinde sanata neler kazandırdığını yazarken onunla olduğum için çok mutluydum.

        HASTANEDE BULUŞMA

        Urla’dan onu arayıp Ankara’ya gideceğimi söylediğimde orada buluşmak için sözleşmiştik. Gittiğimde telefondaki yorgun sesi hastaneye yatırdıklarını söyledi ve hastane odasında buluştuk. Onun yanından ayrılırken son görüşüm olduğunu hissediyordum. O da aynı şeyi hissetmiş olmalı ki, sarılıp öptüğümde ‘Seni çok seviyorum’ cümlesini son kez kurduğunu biliyor gibiydi. Nefes almakta zorlandığı için bu cümleyi çok zor söyleyebilmişti. Ben de sizi çok seviyorum hocam, dedim sesimin titrememesine özenerek.

        Onu toprağa verdik, yıllardır biriken anılarım, onun muzip gülüşü, değişik bir şey söylediğimde ‘sapıtma kız’ deyişi taptaze.

        BENİ ŞAŞIRTMIŞTI

        Ankara’da sanat galerisi işlettiğim yıllarda, galeriye gelen bir dolandırıcı tarafından dolandırılmış ve Adnan Turani’nin iki değerli yağlıboya tablosunu kaptırmıştım. Akşam olduğunda evimin üst katında oturan Turani’ye üzüntüyle ve utanarak tabloları çaldırdığımı en kısa zamanda ona değerini ödeyeceğimi söyledim. Tablolar pahalıydı emekli maaşımla ödeyemeyeceğim için bankadan kredi almayı planlıyordum.

        O son derece rahat bir şekilde, ‘içeri gel şarap açıp kutlama yapalım’ dedi. Şaşırmıştım, en azından bana biraz sitem etmesini bekliyordum. Sonra konuşmasını sürdürdü; ‘Sapıtma kız! Zaten o tabloları unutmuştum bile, demek ki parasız biri benim resmime sahip olmak istemiş, boş ver olsun’ diyerek beni rahatlatmaya çalıştı.

        Salonunda otururken sohbet konusu yine sanattı, ben rahatlamıştım. Dededen kalma şeyhlik unvanını vermek isteyen iki adamın o gün evine geldiğini gülerek anlattı. Bir yandan kıkır kıkır gülüyor, bir yandan da ‘deli mi bu adamlar ben şeyh olacakmışım, elimi öperler zengin olur muşum, diyor onları nasıl terslediğini anlatıyordu.

        Bir gün bana, senin romanlarını yazma tekniğini çok beğeniyorum, beni yazsana demişti. Onurlanmıştım, onu yazarken hayatını daha detaylı öğrenmiş oldum.

        Bir gün atölyesinde tablosunu yaparken beyazın renklerini aradığını anlatıyordu, bir diğer gün sanat felsefesi hakkında düşündüklerini dile getiriyordu. Bir yandan da bilim adamı titizliğiyle küresel ısınmanın nedenlerini ve sonuçlarını, kıtaların yer değiştirmesini inceliyordu. Her görüşmemiz dünyaya bakışıma bir şeyler katacak zenginlikteydi. Sanat dünyasına pek çok eser bıraktınız, baskıda olan son eserinizin çıktığını göremeden başka evrenlere gittiniz hocam. Mekânınız cennet olsun!

        Diğer Yazılar