Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        BUGÜN Berlin’deki, Türkiye’de Utanç Duvarı diye bilinen ucubenin yıkılışının 25. yıldönümü. O gece, tüm yaz boyunca süren Doğu Almanya’dan kaçışla başa çıkamayan, giderek ülke içinde de güçlenen toplumsal muhalefet hareketlerine karşı katliam yapma iradesini yitirmiş Doğu Alman yönetimi istemeden de olsa kendi iflasını ilan etti. Troçki’nin Rusya’daki şubat devrimi için yazdığı gibi devrim yolunu her zaman kendi seçmiyordu, önüne çıkan yola dalıyordu.

        Yorgun, bitkin ve tüm cevvaliyetini tüketmiş, bir ay önce Leipzig’de gösteri yapanlara yönelik katliam kararını uygulayamamış Doğu Alman yöneticileri o gece duvar önünde biriken kalabalıklarla ilgili gelen uyarıların önemini kavrayamamıştı. Kavrasa, belki de görevli Harald Jager’in üstlerine yönelik kızgınlık ve tiksintiyle kitlenin önünü açmasına, Batı’ya geçmelerine imkân tanımasına yol açmayacaklardı.

        Soğuk Savaşı fiilen bitiren duvarın yıkılışına kadar giden gelişmeler Sovyetler Birliği’nde Mikhail Gorbaçov’un reformları başlamasa ve Sovyet yönetimi Orta ve Doğu Avrupa ülkelerindeki kalkışmalara müdahalede bulunmayacağını ilan etmese yaşanmazdı. Duvarın yıkılmasının öncesindeki Polonya seçimleri, Macaristan’da Komünist Parti’yi bitiren olaylar dizisi, 9 Kasım sonrasında Çekoslovakya’daki Kadife Devrim ve nihayet Bulgaristan ve Romanya’daki daha kalpazanca değişiklikler de son tahlilde Gorbaçov’un tutumunun sonucudur.

        Türkiye’de her nedense Sovyet sisteminin ciddi bir ekonomik ve toplumsal-siyasal kriz içinde olduğu pek kabul görmedi. Kimilerine göre daha 1980’lerde Sovyetler Birliği Soğuk Savaş rekabetinde önde gidiyordu. Kimilerine göre tıkır tıkır işleyen Sovyet ekonomisinde reform yapmaya kalkmak gereksizdi ve Gorbaçov’un yaptıkları tarihin akışına ihanet niteliği taşıyordu. ABD’de ise yersiz bir böbürlenmeyle Reagan’ın silah harcamalarını artırması, Afganistan’da Sovyetleri sıkıştırması, “Yıldız Savaşları” projesiyle zaten daralan Moskova’yı teslimiyete ittiği genel kabul gördü. Tabii demokratik kapitalizmin methiyeleriyle birlikte.

        Sovyet sisteminin, toplumun ve ekonominin vardığı gelişmişlik düzeyinde Stalin hatta Kruşçev dönemindeki metotlarla yönetilemeyeceğini en temel Soğuk Savaş tarihlerindeki Sovyet belgelerine dayalı değerlendirmelerden biliyoruz. İnançlı bir komünist olan Gorbaçov’un trajedisi sistemin bir kez değiştirilmeye başlamasıyla tüm iç çelişkilerinin ortaya çıkacağını öngörememesiydi belki. Ya da bunların komünizmin daha yüce ve cazip bir sistem olması nedeniyle bir şekilde aşılabileceğine inanmasıydı.

        Orta ve Doğu Avrupa’daki rejimlerin değişmesinden iki yıl sonra, başarısız ve Türkiye’de bazı kesimleri çok heyecanlandıran bir askeri darbe teşebbüsünün ardından Sovyetler Birliği de dağıldı. Bu bağlamda Gorbaçov’un tarihsel anlamdaki muhteşem katkısı Soğuk Savaş’ın Sovyetler içinde bir kan banyosu ile ya da büyük yıkımlara yol açacak bir savaşla sona ermesine izin vermeyen kişi oluşudur.

        Ama sonuçta bugünün tarihini yazanlar sıradan Doğu Alman vatandaşları oldu. Ekim ayında Leipzig’deki yapılan gösterilere ölüm tehlikesi olduğunu bile bile eşi ve çocuğuyla giden bir Alman’ın dediği gibi, bir noktadan sonra “ip inceldiği yerden kopsun” duygusu ağır basıyordu. Sonuçta duvarın yıkılmasının asıl sebebi insanların özgürlükleri için savaşmaları, üzerlerine gelen şiddet ve baskıya topluca direnmeleri ve sistemi zorlamalarıydı. Bu sıradan insanların gündelik direnişleri sonucu insanlığı diken üstünde tutan, nükleer dengeyle tanımlanmış bir dönem sona ermiş ve evet, özgürlük talebi despotizme galebe çalmıştı.

        Bu çöküş karşısında Batı sisteminin yanılgısı tarihin çelişkilerinin bittiğine, kendi evrenselliğinin kabullenildiğine inanmak oldu. Bugünlerde tanık olduğumuz “öfke hareketlerinin” medeniyetçi şiddeti, bu nedenle, bir anlamda Soğuk Savaş’ın bitişinde yapılan hatadan dönmek için bir fırsat sunuyor.

        Diğer Yazılar