Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        ÜLKEDE aynı gerçekliği birbirine zıt şekilde tanımlayan kutuplar var. Konu ne olursa olsun. Dış politika gibi nispeten daha az tarafgirlikle değerlendirilmesi gereken bir konuda bile durum böyle. Belki de Cumhuriyet tarihinin en belalı dönemlerinden birisine girdiğimiz bir zaman diliminde bu durum Türkiye’nin geleceğini sağlıklı kurgulaması açısından bir sıkıntı yaratacaktır sanıyorum.

        Artık herkesin anladığı gibi bildiğimiz Ortadoğu bitti. Sınırlar değişmese bile eski sistemlerin kendilerini yeniden üretmeleri mümkün değil. Ancak bugünkü feci ortamda olumlu veya yapıcı bir proje bulmak da kolay değil. Suriye’deki vekalet savaşının sonunun nasıl geleceği anlaşılmadan, Irak’taki Şii ağırlıklı yönetimin daha kapsayıcı bir tavrı benimseyip benimsemeyeceği görülmeden bir şey söylemek zor. Benzer şekilde stratejik ağırlığını hem bölge hem dünya ölçeğinde giderek daha fazla hissettiren ve kullanan Suudi Arabistan’ın kendi azami isteklerinden vazgeçip geçmeyeceğini de bilmek gerekiyor.

        Uzun zamandır Washington’da çalışan Lübnanlı kıdemli gazeteci Hişam Melhem, son 2 ayda çok önemli bulduğum iki yazı yazdı. Bunlardan birincisinde, bir dönem imanlı bir Arap milliyetçisi olan Melhem, “İçimizdeki Barbarlar” (Barbarians Within Our Gates) başlıklı yazısında, “Bildiğimiz Arap uygarlığı bitmiştir. Arap dünyası bugün Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılmasından sonraki herhangi bir dönemden daha fazla şiddete bulanmış, daha istikrarsız, parçalanmış ve aşırılıkların peşine düşmüş durumda.”

        Arap uygarlığının dibe vurmasıyla birlikte enkazını ele geçirip el koyanların da cihatçılar olduğunu savunuyor. Melhem’e göre, “Arapların bu dibe vuruşları onyıllar sürdü. Toparlanması da uzun zaman alacaktır”. Geçen hafta sonu yazdığı bir yazıdaysa Melhem, Ortadoğu’daki güç dengesine, Arap dünyasının durumuna ve büyük güçlerin tavırlarına bakarak şu çarpıcı soruyu soruyordu: “Ortadoğu daha az Arap mı oluyor?” (Is the Middle East becoming less Arab?) Bir Avrupalı diplomatla yaptığı konuşmayı aktarırken Melhem, muhatabının “Ortadoğu daha İranlı, daha Kürt, daha Türk oluyor” dediğini ifade ediyordu. Zaten kendisi de bunun üzerine “O halde ‘Daha az Araplaşıyor’ diyebilir miyiz?” sorusunu sormuş.

        Deneyimli bir gazeteci ve dünyayı kavrayan bir siyasi gözlemci olarak Melhem, bu düşüşün sebebini Arap ülkelerinde devletlerin çökmesine bağlıyor. Türkiye’de Ortadoğu’daki devletlerin varlığını ideolojik prizma içinden bakarak gereksiz veya gayrimeşru görenlerin aksine, bir kere kurulduktan sonra Arap kimliğinin ancak devletlerin varlığı ve düzgün işlemesiyle korunabileceğini savunuyor. “Arap kategorisi yani modern Ortadoğu tarihinde nesillerin benimsediği kültürel kimliğin yerini ‘Sünniler’, ‘Şiiler’ gibi daha ilkel özcü kimlikler alıyor. İşin garibi bu kimlikler, ki İslam kadar eskidirler, Ortadoğu’yu bugün daha mezhepçi ve daha az Arap kılıyor.”

        Melhem bu yazısını, Başkan Obama’nın İran’ın dini lideri ve nükleer program konusunda son sözü söyleyecek en yüksek otoritesi Ali Hamaney’e bir mektup gönderdiğinin öğrenilmesinden sonra yazmış. Bu mektubun simgelediği ABD-İran yakınlaşması ihtimalinin bölgedeki Sünni yabancılaşmasını ve İD ya da Nusra’yı besleyen nihilist öfke ve şiddeti azdıracağından kaygı duyuyor. Bu yakınlaşmanın; Irak, Suriye ve Hizbullah aracılığıyla Lübnan’da İran’ın hegemonyasının ABD tarafından destekleneceği şeklinde okunacağını savunuyor. Bu kaygının gerçekliği yansıttığına da şüphe yok. Ne var ki, Arap devletlerinin çökmüş olması (ki Mısır bile giderek bu kategoriye dahil oluyor) Arap dünyasının mezhepçilik ötesinde bir projeyi devreye sokamaması sonucunu da beraberinde getiriyor.

        Tam da bu nedenle Suudi Arabistan tüm gücüyle ABD-İran yakınlaşmasını önlemeye ya da Suriye’yi ve Lübnan’ı İran için cehenneme çevirmeye iman etmişe benziyor.

        Devam edecek...

        Diğer Yazılar